https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

İnsan herkesten vazgeçermiş. En çok da kendinden. Şimdi siz beni bileğimi sıyırmış -giyinik olmak önemli-, kesici bir aletle -muhtemelen paslı, çünkü böylesi daha dramatik-su dolu küvet içinde uzanırken ya da beş katlı bir apartmanın çatı katına çıkmış atlamayı beklerken hayal edebilirsiniz. Ya da saçı başı dağıtmış, üstü başı kir pas içinde oradan oraya sürüklenen beden kokusuyla -özellikle toplu taşımada- insanların yargılayıcı bakışlarına maruz kalan, şu medyatik psikologların benim gibi insanlar atanı konmasındaki en temel belirteçlerden biri olan “öz bakımdan” yoksun biri olduğumu da düşünebilirsiniz.

Hal böyle olunca bir yandan uykusuna, yeme içmesine ve giyim kuşamına dikkat eden, sporunu ihmal etmeyen, sosyalleşmesinden geri kalmayan, bu açılardan bakıldığında “hayatı sevmek için önce kendini sevecek ve kendine değer vereceksin” eşiğini fersah fersah aşmış birinin diğer yandan nasıl bu noktaya geldiğini merak etmeniz son derece anlaşılır. Bazılarınız erkek arkadaşım gibi şımarık da diyebilir– kendisi çok yokluk çektiğinden olsa gerek karnı tok sırtı pek olan birinin mutsuz, umutsuz olması ona göre nankörlük-.Belki kentli olmanın getirdiği şu sözüm ona kalabalıklar içinde yalnız “şeysini” yaşıyorumdur. Belki bu bir süreçtir. Belki uzaklaşmam gerekiyordur. Belki Güney Ege’ye insem biraz oralarda dolansam geçer. Belki…

 

Bu duygunun nasıl, ne zaman ve nerde başladığını siz sormadan ben söyleyeyim. Bir gün yine her zamanki saatimde uykumu almış bir şekilde uyandım ve bir boşluk duygusuyla sarmalandığımı hissettim. Bu kadar! Manikürlü ellerim, ojeli tırnaklarım anlamsızdı; pürüzsüz cildim, bakımlı saçlarım, modern hayatın dayattığı güzellik algısını karşılayan vücudum, lüks evim de öyle. Bir gece önce beni hazzın doruklarına çıkartan -kendisine biraz da bu yüzden katlanıyorum- erkek arkadaşım, egomu her daim tatmin eden işim ve sosyal hayatım, istediğim her şeye sahip olabilmemi mümkün kılan maddi gücüm bir anda anlamını yitirdi.

 

Önceleri bu duyguyu görmezden geldim. Zaten en çok sabahları yokluyordu beni, günün diğer saatlerinde derapor hazırlamak, gereksiz toplantılar “set” etmek ya da en kötüsü mutfağa kahve almaya gitmek ve bu esnada oradakilerle iki çift laf etmek gibi dikkatimi dağıtacak bir uğraş buluyordum kendime. Bu yüzden hafta sonları da çalışmaya başladım. Sonraları gün içine yayılmaya ve ağır basmaya başladı boşluk duygusu. Önceleri ondan korkar oldum; gün geçtikçe ona alışmaya başladım. Sonunda da onu sahiplendim.

 

Kaynağında farkındalık vardı bu duygunun. Dünyadaki milyarlarca insandan biri olduğum bilgisi ilk defa teori olmaktan çıkmıştı; bu bilgiyi pratiğe dökülmesiyle birlikte bir “herhangilik” düzleminde yaşadığımı fark ettim. Herhangi bir galaksinin herhangi bir gezegenindeki herhangi bir kıtasının herhangi bir yerinde yaşayan herhangi bir türe ait herhangi bir canlıydım. Kalabalık bir düzlemdi bu ve ben vazgeçilemez değildim. Kimsenin hayatına da dokunmamıştım. Yokluğumun yaratacağı boşluğun yeri kolayca doldurulabilirdi.

Bir sanat eseriyle, bir imparatorluğu yönetmekle, bir keşif ya da buluş yapmak suretiyle dünyaya kazık çakmak geçen yüzyılların işiydi. Böyle bir niyetim de yoktu açıkçası ama ardımdan kısa süreliğine de olsa bir iz bıraksam fena olmazdı hani. Rüzgârı ve yağmuru bol zamanlarda yaşıyordum; böylesi bir hayatta doğanın devinimi olması gerektiğinden fazlaydı, tüm mevsimler, tüm doğa olayları iç içeydi ve iz bıraksam bile -bir renk, bir koku, bana özgü alışkanlıklar, bir bakış yahut bir gülüş kısacası beni hatırlatacak ne varsa- anılmadan ivedilikle kaybolacaktı.

Tütünü insan olan bu dünyanın dumanında zamanı gelince yanacak ve boşluğa karışacaktım. Bundan kurtuluş yoktu. Trajedinin hala bir etkisi olduğunu düşündüğümden olsa gerek hayatıma son vermeye karar verdim. Böylece gizemli yok oluşum çevremdeki insanlar üzerinde istediğim etkiyi bırakabilecek, ardımda bıraktığım iz sayesinde hatırlanabilecektim. Düşünsenize intiharımın insanlar üzerindeki etkisini! Ardımdan konuşulanları şimdiden duyabiliyorum. “Çok dışa dönük biriydi biz de anlamadık.” “Ne derdi vardı acaba?” “İnsanın alacası içinde ama yine de Nalan’dan beklemezdim.” “Cinayet mi acaba? Yok yok otopsi raporunda intihar ettiği yazıyormuş.” “Cenk de mi hiç fark etmemiş kızın durumunu ya?”

Beni bayağı bulabilirsiniz. Sırf insanlar tarafından konuşulmak ve hatırlanmak için kendi hayatına son veren ben bir çoğunuz için zavallı biri olabilirim. Farklı olmanın, fark yaratmanın bin türlü yolu olduğuna inananlarınız da vardır elbet;ölümü seçmem beni korkak ya da  vizyonsuz kılabilir. Biri olarak doğduğum bu dünyadan herhangi biri olarak ayrılmak istememem benim en büyük hakkım ve elimdeki imkanlar yaşama ölüm ile başkaldırmakla sınırlı ne yazık ki!

 

Var olmamakla yok olmanın aynı anlama geldiği bir düzende geç kalınmış bir var olma sancısı benimkisi.