https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Belki bir gün neye ağladığımı,

Dizlerimin üzerinde neden yalvardığımı öğrenirsin;

O köpeğin evlatlarına.

O gece çığlık attım; dağlarda yankılandı

İnsanlarsa gülüyorlardı

O gece beni tuttular,

O gece şiddeti gördüm

Şu anda şarkı söyleyen bu kadını o gece tuttular, şiddeti gösterdiler

Elleriyle ve penisleriyle

Kızımın içimde olanları görüyor olmasından hiç utanmadılar

O acıyla bağırdım: Öldürün beni! Kocam Josefo’yla beraber gömün!

 

Acının Sütü (La Teta Asustada), Perulu yönetmen Claudia Llosa’nın yönettiği 2009 yapımı Peru-İspanya ortak yapımı film. İspanyolca konuşulan ülkelerdeki ticari beklentileryüksek, ancak böylesine kasvetli hatta bazen durağan bir filmin ABD’li bir dağıtımcı tarafından alınması pek olası görünmüyor. Yine de filmin festival devresinde aktif bir vizyonu olmuş.

Film, 2009 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülüne layık görüldü. Genellikle önemli festivallerde verilen FIPRESCI ödülünü de aldı. Meksiko’da yapılan 24. Uluslararası Guadalajara Film Festivali’nde de en iyi film ödülünü aldı. Film Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a da aday gösterildi ve Oscar’a aday gösterilen ilk Peru filmi oldu.

“Peru’dan büyülü gerçekçi bir film” olarak lanse ediliyor ama aslında bundan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu “büyülü gerçekçi”yakıştırmasını tam olarak anlayabilmek için bu filmin, türün daha fantastik örneklerinden nasıl ayrıldığını incelemek gerekiyor. Llosa, izleyiciyi korkunç canavarlar ve peri tozuyla şaşırtmak yerine, filmin başlığındaki “Acı Süt”mitine götürüyor.

La TetaAsustada filmi, tıbbi antropolog KimberlyTheidon tarafından yazılan Entreprójimos: El clashoarmadointerno y la política de la reconciliación en el Perúadlı metinden esinlenmiş. Theidon bu çalışmasında, ülkedeki yoğun siyasi ve ekonomik çalkantı döneminde devrimci grupların üyeleri ve Peru ordusu tarafından cinsel saldırıya uğrayan bir grup yerli kadının tanıklıklarını derliyor. Llosa, filmdeki tanıklıkların özünü ve travmanın izini açık şiddeti tasvir etmeden, oldukça şiirsel bir anlatı ve estetik aracılığıyla yeniden yorumluyor. Bu çalışma, filmde anne sütünün önemini, kahramanın vücudunu işgal eden korkuyu ve şarkı söylemenin bir baskı katalizörü olarak kullanıldığını vurguluyor.

Walter Benjamin’in “fantazmagori”si, bireysel ve kolektif bilinçdışında saklı olan sıkıntıyla ilişkili fiziksel kalıpları incelemek için kullanılan bir merkezi teorik kavramdır. Patates bitkisi, kurak manzara ve yüksek metaforik anlam taşıyan eski aristokrasi kalıntıları bu teorik çerçeve kullanılarak tartışılırken, aynı zamanda Llosa’nın travmanın özünü sivillere yönelik şiddetin bir sonucu olarak tasvir etmedeki görsel inceliğinin etkililiği vurgulanıyor.

Filmin ilk sahnesi oldukça kasvetli. Karanlığın içinde, yaşlı bir kadının akortsuz bir tür ninni söylediğini duyuyoruz. 1980’lerde Peru’yu sarsan şiddet döneminde tecavüz, işkence, aşağılama gibi tacizlerin nakaratını okumaya başlıyor. Tüm yaptıklarında özellikle sessiz ve gösterişsiz olduğunu kanıtlayan bir film için bu aşırı derecede “büyük” bir açılış ve kumardır, ancak filmin parametrelerini hatasız terimlerle belirleme erdemine sahiptir: Bu, geçmiş travmaların şimdiyi nasıl yutabileceğinin hikâyesidir.

Bu hikâyenin doğruluğuna dair bariz sonuçlar yok, gördüğümüzü, bize verilen hikâyenin ışığında yorumlamak zorundayız.

Bu tema, yalnızca olay örgüsünde değil (ki olay örgüsü zaten çok minimal), karakterlerin kim olduğuna dair temel gerçeklerde daha da fazla ortaya çıkıyor. Filmi başlatan ıstırap nakaratını ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadın söylüyor ve tüm hayatı boyunca bu hikâyeleri dinlediğini hemen anladığımız yetişkin kızı Fausta (MagalySolier) tarafından duyuluyor. Bu, genç kadına her şeyin cehennem ve sefalet olduğuna ikna olması için iyi bir bahane vermek için yeterli oluyor.

Açılış sahnesi üzücü: Travmayı ve yası katlanılabilir kılan bir yüzey kaplaması olarak şarkı. Yine de bu hüzünlü bir film değil; ya da tamamen değil. Aynı zamanda neşeli ve esprili. Film özünde “Yaşam mı Ölüm mü?’” diyor. Ve hayatı olduğu gibi yansıtıyor.

Fausta’yı annesinin cesedini gömülmek üzere köyüne geri götürme çabaları içinde takip ediyoruz. Aynı zamanda Fausta’nın kuzeni hamile ve evlenmek üzere,onun düğün hazırlıklarını ve kutlamalarını takip ediyoruz, bazıları oldukça sevimsiz – deyim yerindeyse ucuz ve neşeli. Aslında film boyunca sevimsizlikte bir tür neşe var.

Fausta’nın şarkısı (ya da en azından bir tanesi, bir denizkızıyla ilgili olanı) ondan Aida (SusiSanchez) tarafından çalınır ve böylece, filmin bir teması da kültürel sahiplenme olur. Yerli halkın büyük ölçüde yoksulluk içinde yaşadığı günümüz Perusunda, bu göz ardı edilemez.

Fausta, kuzeninin düğününün olduğu gün, yorgun bir şekilde uyur. Bu sırada bazı ellerin ağzını ve burnunukapattığını anlayınca onunla mücadele etmeye başlar: Biri onu boğarak öldürmeye mi çalışıyordur? Ancak bu sırada amcası ellerini kızın ağzından çeker ve “Nasıl nefes aldığına bak, yaşamak istiyorsun!” der. Durumu bu sahnede tam olarak kavrarız. Bu, dokunaklı sahne filmin en anlamlı sahnesidir.

Mesele şu ki, Fausta’nın annesi kızını bir ikilem içinde bırakarak ölür: Oysa annesinin cesedini gömemeyecek kadar fakirdir ve dünyanın içine girilemeyecek kadar ahlaksız, kokuşmuş bir yer olduğuna ikna olmuştur.

La TetaAsustadaklostrofobik tarafsızlığı ve karakterleri alenen “ele alma” eksikliği açısından Yeni-Gerçekçiliğe çok yakın. Yönetmen ClaudiaLlosa, kamerayı, karakterleri ve onları içeren durumu nasıl okumamız gerektiğini çok net bir şekilde göstererek – bazı durumlarda çok çok net bir şekilde – kurabilme konusundaki becerisini gösteriyor. Çok net bir estetik tarzı, politik olarak angaje olmuş bir gerçekçilik girişimiyle karıştırmak yeterince ustalık isteyen bir iştir; bunu, karakterlerin yarısının hayalet gibi “Acı Süt”e inandığı ve kahramanın alt bölgelerinde büyüyen patates asmalarını kesmeye devam etmek zorunda kaldığı bir filmde yapmak, bir mucizenin yarısıdır. Llosa’nın kirli mizanseni, görüntü yönetmeni NatashaBraier’in, hiçbir şeyin çok canlı ve sinematik görünmediği, sürekli bulutlu bir dünya izlenimi vermek için kaya gibi sabit renk ve ışık kontrolü, Solier’in korkusuzca sessiz performansı, kusursuz gerçekçi ses kaydı… Ancak bir sepet dolusu entrika içerse de, La Teta Asustada’da yere sağlam basan bir belgesel havası var.

Ve bu özellik iyi çünkü bu çalışma ile abartılı yazarlık fikirlerinin aptalca bir karmaşası olma arasındaki denge çok ince. Açıkça söylemek gerekirse, görsellerin birçoğunda sembolizmle yozlaşmıştır. Düğün hazırlıklarında sürekli ortaya çıkan cafcaflı pembe motif o kadar iyi ki, (Geometrik plakalar, üzerinde ustaca ve rastgele düzenlenmiş pembe kaşıkların üstten çekimi.) uzun süre yanımda taşıyacağım bir görüntü diyebilirim.

Sembolizmin açık olması, aynı zamanda işe yaramayacağı anlamına da gelmez. Diğer sembolizm, pekâlâ çiçek açmaya çalışan ama ifade edilmek yerine içeride tutulduğu için tehlikeli bir şeye dönüşen o vajinadaki patates.

O halde La Teta Asustada’nın en büyük vurgusu, Peru’nun kirli tarihiyle ilişki kurma ihtiyacı hakkında bir köşe yazısına dönüşmeyi istememesi, kişiliğin belirleyici bir unsuru olarak travmaya sarılmayı bırakması. Aldığı övgü, güçlü ve zayıf yönlerinin dengesine kıyasla biraz daha büyük olabilir: Oscar adaylıkları bir film için önemlidir, ancak Berlin’de Herkes Else ve Elly Hakkında’ya karşı birincilik ödülü almak oldukça sorgulanabilir. Bununla birlikte, film, tarihin neredeyse tamamıyla dünya tarafından görülemeyen bir dönemini ustaca seslendiriyor ve bunu, eşit derecede görünmez ana karakterlerine çok fazla olmasa da büyük bir bireysellik sağlarken yapıyor. Filmin değerleri açıkça kusurlarından ağır basıyor.

Llosa’nın önceki filmi Madeinusa (2006) da büyülü gerçekçi-ki bu parantez içine alınır. Gerçekten öyle olup olmadığı, muhtemelen daha geniş bir tartışma konusu olurdu. Neden tüm Güney Amerika kurguları bir tür büyülü gerçekçi sahnenin parçası olarak görülüyor? Belki de daha çok bir eleştirmen klişesidir, tıpkı Fransızların her zaman ‘varoluşçu temalara’ sahip olarak görülmesi gibi.

Küçük eleştirilerime rağmen, film hayal kırıklığına uğratmayacak ve görünüşe göre Claudia Llosa’nın bundan sonraki kariyerinin geri kalanı da hayal kırıklığına uğratmayacaktır.