https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Klasik olarak kendinizden bahseder misiniz? Yasemin pulat kimdir diye sormak istemiyorum. Biliyorum ki kendinizi anlatmayı seven birisi değilsiniz. Ben direk giriş yaparak, Edebiyat ile tanışmanız nereye dayanıyor? Hangi yıllara? Hangi kitaplara?

Yazmak, benim kendimi bilme, tanıma biçimim. Yazdıkça anlıyorum kendimi, yazdıkça biliyorum. Ne kadar değiştim, neye dönüştüm, şu anda kimim, bundan önce kimdim, yaza yaza öğrendim. Ve hala ben buyum diyemiyorum. İnsanın yolculuğu, kendini bulmak ve bilmek adına. Kendine yürüdüğün bir yol hayat. O yüzden kesin bir tarifim yok kendimle ilgili. Her gün yeniden doğuyorum. Her gün yeni kararlar alıyorum. Her gün öğreniyorum. Her gün değişiyorum. Yazar olmaya gelince; yazar olmak mümkün değil. Yazar doğmaktan başka bir şansınız yok. Ve eğer bir yazar olarak doğduysanız, o sizi zaten yakalıyor doğal bir şekilde.. Karşı koyamadığım bir dürtüydü yazmak. Sanki elim, ayağım gibi bir parçamdı. Sanki olmasa, sakat kalırdım. Bir karar almadım yazar olmakla ilgili. Yazar doğdum.

Evet yazmalıyım dediğiniz nokta?

Evet, yazmalıyım demedim hiç. Yazmak bir yaşama şekli. Kendiliğinden oluyor. Kahvaltı etmek gibi, su içmek gibi bir şey. Kalbinden cümleler yükseliyorsa yazıyorsun. Yükselmiyorsa yapacak hiçbir şey yok. İstediğin kadar yazmalıyım de, sessizlikten başka bir şey gelmez elinden. Ki ben, proje yazarı değilim. Planlayarak, düşünerek, kurgulayarak yazamam. Bir iç meselesi benimki.

Mekân kavramı yazarken sizin için ne kadar önemli? Özel ortamlar arıyor musunuz yoksa “Nerede olsa yazarım” mı önemlidir?

Önemli. Sessizliğe ve tek başınalığa ihtiyacım var. Evim, atölyem bu yüzden. Konumu, baktığı yer, etrafındaki her şey, masanın üzerindeki objeler, renkler, sehpanın üzerindeki örtüye kadar, yazmak için seçiliyor benim hayatımda. Sevdiğim mekanlar da var. Beni rahat ettiren, ilham veren yerler.. açık havada yazmayı da severim. Bahçeler, dağlar, deniz kenarları.. Ama evim, mabedim.

Aklınızdaki imgeleri tamamıyla yazılara dökebildiğinize inanıyor musunuz? Hayal ettiğinizin hepsi sözcüklerle buluşabiliyor mu?

Çok iyi anlattığımda oluyor, şimdi ben bunu nasıl anlatabilirim ki dediğimde. Hayal gücüme gelirsek, sanırım bir çocuğun hayal gücüyle yarışabilirim?Bu yüzden hepsini yazıya dökmek pek mümkün olmuyor. Hala bana deli derler endişesi taşıyorum. Bir de tabii, bazı duyguların kelime karşılığı yok gibi. Alfabe yetmiyor bazen anlatmaya. Sadece hissetmekle yetindiğim anlar oluyor.

Edebiyat ve felsefenin buluşması kaçınılmaz mıdır?

Ben edebiyatçı değilim. Bu soruyu edebiyatçılara sormak lazım. Yazar olmak, yazmak benim için yeterli. Yazarken felsefe yapıyorsam, doğal olarak yapıyorumdur. Zaten sormayan, anlam aramayan, hayatı ters yüz etmeyen biri yazar olmazdı diye düşünüyorum. Gider gazete-ci, dış politika-cı, iç politika-cı, züccaciye-ci,falan olurdu.
Sadece kitaplarınızla değil söz yazarlığı, köşe yazarlığı’ da yapıyorsunuz. Yazamadığınız dönemler oluyor mu? Kalemi fırlattığınız ya da fırlatmadan masaya yavaşça koyduğunuz?
Kalemi ısırdığım, yediğim, sayfaları yırttığım, yaktığım bile oluyor. Çok tutkuluyum yazarken ve yazamazken. Perdeleri indirip, tabakları kırdığım bile olmuştur. Kendimi kulelere kapattığım, herkese küstüğüm zamanlarım oluyor yazamadığımda. Hayatın bir anlamı yokmuş, kalmamış, ben de zaten ölmüşüm çoktan gibi hissediyorum.

Bir cümle, bir ritim, bir ses, bir anı, bir olay içinizde yazma talebi oluşturuyor mu?

Yazmak.., içindeki suların yükselip alçalması gibi. Neye yükseliyor ya da alçalıyorsan onu yazıyorsun. Durağansan yazamıyorsun. Bazen bahçemdeki lavanta ağacı, başımın üzerinden geçen kuş sürüsü, bazen evde ölü bulduğum bir kelebek bile aşka düşürüyor beni. Bazen hiçbir şey..

Neden aşk?

Aşka zaafı olmayan biriyim. Birini hayatıma kabul etmem zor ve karmaşık bir süreç. Her şeyden önce sıradan şeyler yaşamayı reddeden bir ruhum var. Aşk, güçlü bir kalp gerektirir. Kalbi benim kalbimden daha güçlü olan biriyle karşılaşmadım henüz. O yüzden evet, aşk buydu, diyebileceğim bir yaşanmışlığım yok. Hep eksik kaldılar bana. Hep yarım kaldılar. Benim gücüm karşısında güçsüz kaldılar. Hep derim, ben hep aşklaşmayı yazdım. Henüz aşkı yazmadım diye. Eğer birine aşık olacaksam, bunu hak eden biri olmalı. Ben de hak etmeliyim. Aşkın içinde korku, güvensizlik, soru, düşünce, acaba olmaz. Aşk, onu bulduğunda, hiç korkmadığın, kendiliğinden güvendiğin, soru soramadığın, şüphe edemediğin, karşı koyamadığın ve teslim olduğun duygudur. Diğer taraftan, bana her şey aşk. Hayata ve onu yaratana duyduğum derin bir bağlılığım ve birine hissedilebileceklerin çok ötesinde duygularım var.

Ben bu cümleden pek hoşlanmıyorum ama ‘’Keşke’’ leriniz?

Bazen var, bazen yok. Yani bazen keşke şöyle yapsaydım dediğim şeylere, amaaan, iyi ki öyle yapmışım dediğim oluyor. Hayatı pek ciddiye almıyorum bu ve benzeri durumlarda. Gelgit akıllıyım tam olarak.

Dönüp geriye baktığınız zaman ilk kitabınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani.. Bilmem.. Başarısızdı sanırım. Satmadı zaten. İkinci kitabım itibariyle kitapları satan bir yazar oldum.

Şu an okuduğunuz bir kitap var mı? Ya da bir an önce okumak istediğiniz?

Bazen, dünyadaki bütün kitapları okumak istiyorum. Buna yetecek kadar vaktim olmasını istiyorum. Bu konuda kendimi çok telaşlı hissediyorum. Bazen de, hayatı okumanın kitaplardan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Doğa, beni çok şaşırtıyor. Aklımı başımdan alıyor. Çiçekler, böcekler, ağaçlar, hayvanlar, her şey.. Doğayla uyumlu yaşamaya başladığında insan, kitaplardan öğrendiklerinin çok ötesinde bir eğitimin içinde buluyor kendini. Evet, diyorum o zaman, dünyadaki bütün kitapları okumama gerek yok. Şu anda, “Mutlu Prens”i okuyorum, Oscar Wilde.

Olmayan sevgili kitabının hazırlanış süreci nasıl oldu? Ne kadar sürdü? Neler yaptınız süreç içerisinde?

Olmayan sevgili en sancılı kitaplarımdan biriydi. Üç yıl sürdü. Yazdım, unuttum, yazdım, unuttum, yazdım, rafa kaldırdım, okudum, yeniden yazdım. Evet, okurken belki kolay yazılmış gibi duruyor. Ama tam bir karın ağrısıydı. Diğer kitaplarımdan farklıydı. Sorduklarında önceki kitaplarımda cümleleri yan yana yazmıştım, bu kitabımda alt alta yazdım diyorum ama bu kadar basit değil tabi. Cümleyi doğru yerden indirmek bile başlı başına bir sanat. Zaten sırf bu yüzden türüne şiir dediler. Oysaki değildi. Sayfalarca şiir olur mu? Lirik bir anlatımı olması şiire gönderme yapsa da, yan yana getirdiğinde koca bir metin.

Neden Olmayan Sevgili?

Olmadığı için. Kalbimin karşılığı bir aşk, bir sevgili olmadığı için. Bir sevgilinin yokluğundan  yakınmıyorum kitapta. Giden bir sevgilinin arkasından da yazmadım. Olanların olmayışını yazdım. Aşk için yeterli olamayışlarını. Beğenemediğimi, uyduramadığımı, olduramadığımı yazdım. Belki de neden yalnız olmayı tercih ettiğimi.. Çünkü, kalbimi derinden sarsmayan, onu yerinden sökmeyen, ateşlere atmayan, hayatımı değiştirmeyen bir aşk yaşayamıyorsam, yalnız olmayı tercih ediyorum. Olduğu kadarla yetinemiyorum.

Kitabınızı okuduğumuzda okuyucu ile güzel samimi bir bağ kuruyorsunuz daha çok bir iç döküş gibi. Arz talep karşılıyor mu? Okuyucu bu halinizden memnun mu?

Bilmiyorum ki. Ben böyle yazıyorum. Başka türlü yazamazdım sanırım. Sosyal hayatımda mesafeli ve uzak biriyim. İnsanlarla kolay bağ kuramam. Yeni insanlar tanımayı sevmem. Çok arkadaşım yoktur bu yüzden. Ama yazarken, sanki herkes arkadaşım, dostum, sevgilim, ailem.. Orada mesafe yok. Korku yok, güvensizlik yok, ayrılık yok. Herkesle ve her şeyle birim sanki. Böyle hissediyorum.

Yazarlık dışında şuanda hazırlanmış olduğunuz projeniz var mı? Yani okuyucu sizi başka yerlerde de görebilecek mi?

İnan bilmiyorum. Her an her şey olabilir hayatımda. Sürprizli yumurta gibiyim bu açıdan. Hiçbir şey yapmayacağım dediğim anda çok şey yapıyor olabilirim. Bir süredir canım hiçbir şey yapmak istemedi. Hayatın şaşasından, işlerinden, güçlerinden, projelerinden, kalabalığından çok sıkılmış buldum kendimi. Ama yazdığım, tamamladığım ya da son bir dokunuşu bekleyen işlerim var. Ne zaman doğru zamansa o zaman..

Bir süredir köşeniz kapalı. Köşe yazılarınıza ne zaman döneceksiniz?

Evet, günlük yazı yazmayı özledim. Ara verdim çünkü yazmam ve okumam gereken kitaplar vardı. Sonrasında, kendimi dinlendirmem, resetlemem için zamana ihtiyacım vardı. Biliyorsun çok uzun yıllar neredeyse ara vermeden yazdım. Yeniden eskisi gibi aşkla ve tutkuyla yazabilmem için biraz özlemeye ihtiyacım vardı. Bu sonbahar-kış döneminde yeniden başlayacağım günlük yazılara. Her yerde yazmayı sevmiyorum. Evim gibi hissetmem lazım yazdığım yeri de. Kendimi özgür ve iyi hissetmem lazım. Şimdi bana diyorlar “bizde yaz.”“Siz kimsiniz diyorum? Benim evim misiniz acaba?” Nerede yazdığım önemli benim için. Kendi evimi kuracağım galiba.

Röportaj: Zeynep Eşin