https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Tarlabaşı’nın puslu tekinsiz saatleri, kar yağmış, buza kesilen sokaklar can alıyordu. Yüzsüz  yıllar geçmesine rağmen soğuğa hala alışamamış, başında zengin semtlerin çöplüklerinden bulunmuş  kürklü şapka, üzerinde güvelerin yediği kürk manto ile elindeki valizi sürükleyerek hızlı adımlarla yürüyordu. Sokaklar yaşanmışlık dolu, az ilerideki çöp tenekesinin orada Nazan’ı bıçaklamıştı satıcısı, yine karlı bir gündü, incecik  bedenine o kadar kanı nasıl sığdırmıştı gariban, sokaklara karla karışık kan yağmıştı. Elini cebine attı, para yerinde, rahatladı. Cılız ışıkları zar zor seçilen, harfleri dökülmüş Requem for a dream oteline girdi. Resepsiyoncu çocuk kim bilir hangi ıslak rüyalarda  lobide uyukluyordu, masadaki zili çaldı. Aniden uyandırılmanın verdiği öfkeyle gözünü açan çocuk Yüzsüz’ü görünce daha da hiddetlendi. ” Bir sen eksiktin bu saatte, off fare leşi gibi kokuyorsun, haydi allah versin, başka kapıya”. Cebindeki dolarları çocuğa uzattı” Sadece bir gece kalacağım, odanın parasını al geriye kalanı senin”. Çocuk ikiletmeden parayı kaparak anahtarı uzattı. Yüzsüz yıllar sonra ilk kez kapalı bir mekanda kalacaktı,  odanın terli, ekşi kokusuna aldırmadan valizini açarak lavanta kokulu sabun ve şampuanı çıkarttı banyoya girdi, bedeninden çamur gibi akan su yavaşça saydamlaşıyordu, tiftiklenmiş saçlarını  taramaya çalıştı,  açılmayınca makası alarak  dibinden kesti. Banyodaki kırık aynada baktı yüzüne “Son saatlerin senin bunlar kızım, ünlü de olup gazetelere çıkacaksın bu halinle, hani şu üçüncü sayfa haberlerinde. Evsiz, yapayalnız, çirkin kadın otelde ölü bulundu. Ah yalnızlık, yazmazlar ki asıl yalnızlık insanlar tarafından terk edilince değil sevildiğini sandıklarının arasında, anlaşılmayınca, aldatılınca,  yaşanıyor”. Tanıdık lavanta kokulu havluya sarınarak, yanında getirdiği çarşafları yatağa serdi.  Kafasının içindeki sesler, yan odalardan gelen hayat kadınlarının, transseksüllerin iniltilerini bastırıyordu, susmuyorlardı. Yatağa uzandı, televizyonu açtı, eski bir Türk filmi oynuyordu, gülümsedi, keşke içinde kaybolacağı bir film olsaydı yaşamı sonu mutlu biten. Yıllardır sokaklardaydı, çöplüklerde kalmış, parklarda yatmış, soğuktan kulağı kopmuş ama yine de yaşamıştı. Üç kadının hikayesini anlatarak karnını doyurmuş, artık kim olduğunu unutmuştu, hangisiydi?, yoksa hiçbiri miydi? ,  ama artık affedilmesi gerektiğini biliyordu. Yanında getirdiği ilaç kutusunu açarak bir avuç ilaç attı ağzına, tek tek kadınlarını çağırdı, hikayelerini son bir kez anlatmaya…

SAHNE 1 /  BEYOĞLU LOKANTASI BAHÇESİ / DIŞ /GÜNDÜZ

ROJİN ( FATMA GİRİK)

Şimdi siz benden nefret ediyorsunuz ya yoldaş, bir dinleyin beni. Bizim oraların iklimi serttir, acımasızdır, insanı da iklimine benzer. Biz açlıkla, korkuyla büyüdük , kış bir bastırdı mı, aylarca evden çıkamazdık. Ne doktor bildik ne öğretmen, mahsulleri ya dağdakilere vermememiz için asker alırdı ya da dağdakiler, açlık nedir bilir misiniz siz? Annem askeriyenin çöplerine atılan fasulye, nohut yemeklerini toplar, yıkar, tekrar pişirip doyururdu karnımızı .Dokuz kardeştik biz heval, açlıktan, hastalıktan kırıldı yedisi, bir ben kaldım, bir de Berfin’im hüzün gözlü kardeşim. Bir gün dağdan geldiler, onlara katılırsak ailemde doyacaktı bende, bilemedim ne olduğunu içimde bir korku… Gittim dağa üç yıl kaldım , silah kullanmayı da öğrendim, düşmanlığı da, aşkı da. Komşu köydendi, o benim gibi açlıktan değil davası için çıkmıştı dağa,  bakışları ılık ılıktı. Ama sevda yasaktı. Bir gün dediler ki şehre ineceksiniz, ölen kardeşlerinizin intikamını alacaksınız, bu uğurda şehit olacaksınız. Benimki gönüllü oldu, ardından ben. İndik şehire, mitingin olduğu alana yürüyoruz, ışıltılı mağazalar, gözümü alamadım, sanki farklı bir ülkeydi, buradaki insanlar masal diyarında yaşarken benim topraklarımın acı kaderini nasıl da görmezlikten geliyorlardı. Hırslandım. Davamın haklılığına bir kez daha inandım. Oturduk banka bekliyoruz , elinde balonlarla koşan çocukları, sarılan sevgilileri gördüm, ben ne çocuk olabilmiştim ne de genç. Berfin’im geldi aklıma   ah be heval yapamadım,  “vaz geç” dedim,” gel kaçalım” yüzüme düşmanımmış gibi baktı… hızla yanımdan uzaklaştı, başladım bağırmaya “Kaçın, canlı bomba”. Sonrası kocaman bir gümbürtü.  Kendime geldiğimde hastahanedeydim, yüzümün, vücudumun yarısından fazlası yanıktı. O gün kaç can gitti bilmiyorum, ama ben bedelini bu dünyada da diğerinde de ödeyeceğimi biliyorum… Bir tabak daha mı yemek ısmarlayacaksınız, tamam yerim, doymaz zaten benim karnım kolay kolay ha bu arada inanmayacaksınız ama benim çok güzel gözlerim vardı.  

Yüzsüz valizinden siyah kalemi çıkarıp bir et parçasından oluşan sol gözüne çekti, bir avuç ilaç içerek,  

 
SAHNE2 / BEYOĞLU PASTAHANESİ BAHÇESİ / DIŞ /GÜNDÜZ

SEVİLAY ( BELGİN DORUK)

Ne o hanımefendi, burnunuzu tıkayarak, acıyan gözlerle, adımlarınızı hızlandırarak kaçıyorsunuz yanımdan. O elinizdeki çanta var ya ben onu müştemilattakilere bile vermeye utanırdım, kendinize gelin lütfen. Seyfizade’lerin yalısının biricik kızıydım ben, bir yürüdüm mü yollarda kuşlar bile şakımaz bana bakardı. Canım validem erken göçtü aramızdan, babacığımla ben kaldım, koleji bitirdim, Amerika’ya gidecektim, babacığımda göçüverdi erkenden… İyi adamdı, hoş adamdı ama saftı biraz. Miras yerine borçları bıraktı bana. Her şey satıldı, babamın arkadaşı Muhittin amca aşıkmış meğer bana. Ben on sekiz yaşımdayim o altmış sekiz. Düşündüm çalışsam ne kazanacağım, tamam dedim evlendim. Bir dediğimi iki etmedi, benim kadar torunları vardı, evlatlarını bile reddetti. Gündüz her şey güzeldi de gece olunca, ah nasıl anlatsam size, gözlerimi kapatıyorum ama içim kaldırmıyor, üzerimde beyaz beyaz dökülen tüyleri… Bir gece kalbi dayanmadı gidiverdi, otuzumda dul kaldım. Geçen yıların intikamını alırcasına gencecik, her biri birbirinden yakışıklı sevgililerim oldu, yaşım ilerledikçe daha da gençleri seviyordum… Yüzünüzdeki müstehzi gülümsemeyi saklamaya çalışmayın, gördüm ne yani yanınızdaki yerine genç bir adam istemez miydiniz sizde? Neyse efendim, nerede kalmıştık… Bir gün baktım satılacak hiç bir şey kalmamış, son sevgilimde çok masraflıydı. Gittim tefeciden para aldım. Gemiyle Avrupa turuna çıktık, dönüşte tefeciler buldu beni ama verecek bir şey yok. O hırsla yüzüme döktüler kezzabı ,bir yandım ki sormayın, dövmüşler öldü diye çöpe atmışlar, gözümü hastahanede açtım. Muhittin Bey’in ahı mı tuttu ne? ama pişman mıyım diye sorarsanız, yine olsa yine yaparım. Şimdi belli olmuyor ama beyefendi, benim kıpkırmızı öpülesi dudaklarım vardı. Affınıza sığınarak sorsam bir profiterol daha ısmarlar mısınız?  

 
Yüzsüz, valizinden kırmızı ruju alıp yanık dudaklarına sürdü, bir avuç ilaç daha alarak.  

 
SAHNE 3 / BEYOĞLU BAR  BAHÇESİ / DIŞ / GECE

 EVRİM ( ZUHAL OLCAY )

Hişşt, hocam ya bana şarap ısmarlasana, bak bir kadeh şaraba, sana unutulmaz hayat öyküsü anlatırım, çocukluğumdan başlayarak. Annem, babam üniversitede hocaydı benim, gerçi pek sevememişlerdi beni, diğer aileleler gibi değillerdi. Doğum günlerinde diğer çocuklara oyuncak alınırken bana kitaplar alındı hep. Başımın okşanması mı, şevkat mi? yok onları bilmem ben… Aşk, sadakat falan hepsi palavra, hormonlar sadece.  Gençliğimde en çok evli erkekleri sevdim, satranç gibi işte, hamleleri iyi hesapladın mı, eşleri olan piyonlar ilk önce gider ardından şah mat ve kazanan hep ben. Yok yok yanlış anlama üstat, genetik mühendisiydim ben, tanrıcılık oynadım yani, bir sürü de ödül aldım, aldım almasına da babamı bir türlü mutlu edemedim, hep daha fazla başarı istedi benden, o istedikçe ben çalıştım…Aramızda kalsın, bir çocuğum olmasını çok istedim ama korktum, ya kendi ailem gibi sevgisiz olursam, kıyamadım çocuğa, yoksa kıydım mı? Dört aylık olana kadar büyüttüm içimde, elleri, kolları oluştu, tekme atışını bile hissettim,  ilk kez bir varlığı sevdim. Çok önemli bir çalışmamız vardı o esnada, hayvanlar üzerinde deney yapıyorduk, ilacı tam enjekte edecektim ki deneğe , kaçıverince o telaşla elime sapladı… Yaa kader işte dostum, bebeğimi kaybettim o ilaç yüzünden. Sonrası mı? Gece gündüz laboratuvarda çalışmaya devam. Yine sabahladığım bir gecenin ertesiydi, uyandım bir baktım, kafasız insanlar gördüm, ses nereden geliyordu? bilgisayara mı bağlanmışlardı? gözümü hastahanede açtım, her yanım yanık içinde, sözde bütün kafesleri açıp hayvanları salmışım sonra laboratuvarı ateşe vermişim… Neyse bir yıl kaldım akıl hastahanesinde. Sonrası da sokaklar işte. Eee hadi şarabım bitti, hem tuhaftır ama hatırlıyorum benim çok güzel saçlarım  vardı.

 Yüzsüz valizinden, uzun siyah peruğu çıkartıp başına taktı, son bir avuç ilacı daha alarak.  

Parçalanmış yüzü, yozlaşmış ruhuna nasılda uyum sağlamış, bütünleşmişti.  Esirgeyici uyku vücudunu kaplarken,  yatağın üzerinde yürüyen böceği gördü, Samsa geldi aklına gülümsedi, yalnız değildi işte. Çocukluğunun masumiyetinden kalma lavanta kokusunu içine çekti,  son bir gayretle doğrularak valizinden kalem ve kağıdı çıkarttı, kızların kaderi kendisininki gibi olmamalıydı. Titreyen elleriyle boş kağıda mutlu sonlar yazarak kızlarını Havva’nın  günahsız kollarına bıraktı.