https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

‘’Öykünün temel taşlarından biri, okurlara karanlıkları göstermesidir’’ cümlesiyle çıktığım ‘’Öykülerin Sesi’’ yolculuğuma, Şengül Can‘ ın Devamsız adlı kitabındaki ‘’Hayatımdaki Kurabiye’’ adlı öyküsü ile devam etmek istiyorum. Devamsız, yazarın uzun bir aradan sonra çıkardığı ikinci öykü kitabı. Aslında, kitapta bu isimde bir öykü yok. Kitabın ilk sayfalarında,  Devamsıza karşılık gelen anlamlar açıklanmış. ‘’Çok ve münasebetsiz konuşan, dik sözlü’’ anlamının yanı sıra ‘’Parçalı, kopuk’’ ve ‘’Okuldan Kaçan Kimse’’ gibi anlamlara sahip bu kelimenin kitabın adı olması öykülerin tamamına baktığımızda oldukça doğru bir tercih. Tutunamayan karakterlerden oluşan öyküler, delirmenin eşiğindeki çeşitli sosyal sınıflardaki öykü kahramanlarından oluşuyor.

Şengül Can meselesi olan bir yazar. Bu meselesini farklı bir dil ve şiirsellikle metne aktarıyor ve güçlü karakterler yaratıyor. Öykülerdeki en önemli karakterlerden biri, bir kadın tarafından pişirilen ve kaplumbağa kalıbı ile şekillendirilen bir kurabiye. Öykü bildiğimiz kurabiyenin ete kemiğe bürünüp bir anti karaktere dönüşmüş hali. Ana kahramanımız ise hayata tutunmaya çalışan yarı deli diyebileceğimiz bir kadın.

Hepimiz zaman zaman kaçma hayalleri kurar ya da bizi içine sıkıştığımız hayattan çekip çıkaracak birinin gelmesini bekleriz. İçimizde bir şey vardır. O şeyi gören ya da gördüğünü zannettiğimiz kişileri hayatımıza dâhil ederiz. Aslında yaşadığımız hayal kırıklıklarının çoğunun nedeni içimizdeki şeyi göremeyen insanları hayatımıza dâhil etmemizden kaynaklanmaktadır.

Öykü; ‘’İçimdeki o şeye’’ diye başlıyor ve ilk paragraf boyunca bilinç akışı ile devam ediyor. Bu paragraf zihni karışık bir karakterle ile karşı karşıya olduğunu daha ilk cümlelerde fark ettiriyor okura. Ben dili ile ve yer yer bilinç akışı, yer yer iç monolog ile devam eden öyküde,  kararsız anlatıcıyı tanımaya başlıyoruz yavaş yavaş. Edebiyat öğretmeni olan öykümüzün isimsiz kahramanı, bir gün istifa edeceği ya da yurtdışına yerleşeceği hayalini kuran ertesi gün kafe açmak isteyen, her gün yeni hayaller peşinde koşan bir kadın. Gün geçtikçe hayaller yerini beklemeye bırakıyor. Beklemenin bilinmezliği içinde sıkışıp kalan kahramanımız dışarısının sonsuzluğundan ürkmeye başlıyor.‘’Kendimi odaya kapattığımda en azından hapishanemin sınırlarını biliyordum. Ne kadar da yanılmışım. ‘’ (Sayfa-92)

Sonunda kurabiye kursuna yazılmaya karar veriyor. İsmi dillendirilmeyen bu kahramanın kadın olduğunu tahmin ediyoruz. Oysa cinsiyet belirleyici herhangi bir isim yok öyküde. Bunun nedeni büyük ihtimal algılarımızdır. Kadına toplumda biçilen rollerin öyküde sıralanmış olması ve anti kahramanın beklentileri, ana karakterimizin kadın olduğuna dair izlenimimizi güçlendiriyor. Şehirli, obsesif bir kadın olan bu karakter, kurabiye kursuna başladığı günü kendisi için bir milat olarak görür. Karar vermenin, yeni bir şeye başlamanın o bilgelik haliyle eksik malzemelerini tamamlamak için markete giderken, gel-git duygularla savaşır ve obsesif aklı, kilitli kapılara takılır. ’Hay Allah, balkon kapısını kapattım mı? Kapıyı bir kere kilitledim, iki kere kontrol ettim. Markete gittim.’’ (Sayfa-94)

Yaptığı kurabiyelerden birinin -kaplumbağa şeklinde olanının- canlandığını görür. Artık, okur öykü boyunca sürecek gerçeküstü bir dünyaya girmeye başlamıştır. Yavaş yavaş kaplumbağa kurabiye ile yaşamaya alışan kadın, bir süre kurabiye ile keyifli zamanlar geçirir. ‘’Birlikte keyifli zamanlar geçirdik. Yemeğe çıktık, başka kurabiyeler yaptık, dansa gittik. Sarhoş olduk.’’ (Sayfa-94)

Kaplumbağa kurabiye ile kadının mutlu günleri yavaş yavaş yerini çatışmaya bırakır. Kurabiye, kadının özgürlüğünü elinden almaya çalışan, onu baskı altında tutan, kadına eril bakış açısıyla görevler yükleyen bir sevgili ya da bir koca olarak imgelenmiştir. Kaplumbağaya ise çeşitli anlamlar yüklemek mümkündür. Sırtımızda taşımak zorunda olduğumuz evimiz, çok uzun yıllar ağır aksak ilerleyişinden taviz vermeyen toplumsal baskılar, ailemiz ya da daha genel anlamda bakıldığında, kişiye göre değişen sınırlar olarak da algılanabilmesi mümkündür.

Bazen kurduğumuz hayaller gerçekleştiğinde seviniriz ama bir süre sonra fark ederiz ki kurduğumuz hayallerin elinde oyuncak olmuşuz. İşte kadının kendi elleriyle yarattığı kurabiyede onun üzerinde baskı kurmaya onu kuşatmaya başlar. Başlangıçta yolunda giden şeylerin değişmeye başlaması ile kadında değişir ve yavaş yavaş kurabiyenin kişiliğine dönüşür. ‘’Son zamanlarda bakışlarından hoşlanmıyordum. Ama kendime onun gibi bakmaya, kendimi onun beni sevdiği gibi sevmeye başladım. ‘’ (Sayfa-94)

Artık bu ikili ilişkide işler çığırından çıkmaya başlamıştır. Kaplumbağa kurabiye kadını her geçen gün daha fazla kuşatır, onun hiçbir şeyini beğenmez ve kadından kusursuz hizmet beklemeye başlar. Yemek, şefkat, para ve elbette kadının bedenini ister.  ‘’Sonra, ‘’Acıktım,’’ diyordu. Sesi her gün bir ton daha yüksek, daha buyurgan geliyordu. Çın çın ötüyordu kulaklarımda. Her gün bir önceki günden daha çok yemek istiyor, doymak bilmiyordu. Ve hiçbir şeyi beğenmiyordu.’’(Sayfa-94)

Ruh hali değişkendir öykü kahramanın. Uzun uzun susmaya başlar. Kendi kuyusuna çekilir ve Halid Ziya’ nın mensur şiirlerini okur. Bu sayede zaman zaman kurabiyenin varlığını bile unutur.  Burada, öyküye biraz ara verip, mensur şiir hakkında bilgi vermekte fayda olduğunu düşünüyorum. Mensur şiir; sezgi ve hayal dünyasını etkileyebilecek bir konuyu kısa ve etkili bir tarz ile anlatan edebi bir türdür. Adını Fransızca “poem en prosse” -düz yazı- tarzında şiirden alır. Halid Ziya’ nın mensur şiirlerinde “Servet-i Fünûncuların, aşırı duygusal ve karamsar tarzını görmek mümkündür.” Bu nedenle Şengül Can’ ın öykülerindeki şiirsel dile uygun örneklerdir mensur şiirler demek, yanlış olmayacaktır. Tekrar öyküye dönersek, kadın kahramanın okuduğu şiir Halid Ziya’ nın duygusal, sosyal ve kozmik temalı mensureler olarak üçe ayrılan ve duygusal temalı mensurelerinden biri olan Sarı Gül adlı şiirinden alıntılanmıştır.

‘’Seni seyrettikçe kalbimde hüzünler hissediyordum. Şu anda hayalhanenin acı acı fikirlerle meşgul olduğundan emin idim.’’(Sayfa:95)

Edebi metinlerde mekân, sahne görevini yerine getirmek için değil, iletiye çeşitli şekillerde yardımcı olmak amacıyla kullanılır. Karakterlerin kişilik özelliklerini anlamamıza yardımcı olması da bu özelliklerden biridir. İşte; ‘’Hayatımdaki Kurabiye’’ adlı öyküdeki mekân tasviri bu görevi yerine getirmekte ve kadının içinde bulunduğu ruh halini anlamamıza yardımcı olmaktadır. ‘’El bezleri, ocağın kirleri, ekmek kırıntıları, fayansın üstünde yürüyen karıncalar, her şey yerli yerindeydi. ‘’ (Sayfa 95) Aynı mekân eve geleceğini düşündüğü emlakçı ve ev sahibi ile ilgili kurduğu hayalde de karşımıza çıkıyor. ‘’Ben bu dağınıklığa alışkınım. ‘’Ay şu elbiseleri de yerlerden alayım, durun durun. Yatağı da kapatayım ayol!’’ derdim. Oradan yukarı yekinip bu terlikler de benimdi, bu kitaplar da çalışırken… işte kafada dağınıktı ya.’’ (Sayfa:97)

Burada öykünün dili ile ilgili bir not düşmekte fayda var. Yöresel kelimeleri bu öyküde olduğu gibi diğer öykülerinde de yer yer kullanmış yazar. –yekinip, ayrılakalmış- gibi.

Kurabiye her geçen gün gücü eline daha fazla geçirir, kadının üzerindeki egemenliğini arttırır ve onu terk etmekle tehdit eder. Öykünün çatışması iki karakter arasında değildir sadece. Kendi kendine de çatışmaya başlamıştır kadın. Neden kaplumbağa kurabiyenin her dediğini yaptığını, güçsüz ve korkak olup olmadığını sorgulamaya başlar. ‘’Zır dedikçe koşuyordum. Yemek verip altını üstünü temizliyordum. Kabuklarını fırçalayıp tırnaklarını kesiyordum. Ne güçsüzdüm ne korkak. Buna neden izin veriyordum.’’ (Sayfa 96)

Kadın yavaş yavaş öykünün başındaki ruh haline bürünmeye başlar. Kaçmak ve her şeye yeniden başlamak ister. Öyle ki Servet-i Fünuncularla Yeni Zelanda’ ya gitmek kadar ileri götürür bu düşüncelerini. Kaplumbağa kurabiyeye karşı çıkmaya başlar ve bu karşı çıkış ilk büyük kavgalarına neden olur. Hayallerinin ürünü olan kendi elleriyle yarattığı can verdiği kurabiyenin kafasına vurur,  evi terk eder ve kendini sokağa atar. Öykünün başında söz ettiği içindeki o şeyi yani onu gören birini arıyordur oysa sadece. Birilerinin onu gördüğünü zanneder ama artık inancını kaybetmiştir. Karşıya geçer ve yola devam eder.

Hayatımdaki Kurabiye, yaptığı kurabiye tarafından esir alınan bir kadının zihinsel yolculuğundan oluşan ve gerçekliğin sınırlarını zorlayan bir öykü. Gerçek ve hayal arasında gidip gelen ana kahramanın zihinsel yolculuğunda,  kurabiyenin ete kemiğe bürünmüş hali bir anti kahraman olarak çıkar okurun karşısına ve kadının varoluş savaşına tanıklık ettirir bizi. Kurgu oldukça etkileyici, fakat dil ve karakter yazarın diğer öykülerinde –genellikle-  olduğu gibi, kurgunun önüne geçmiş diyebiliriz. Öykü, bir taraftan kadının var oluş savaşı olarak da okunabilmektedir. Edebiyatın bir dil sanatı olduğu gerçeğinden yola çıkarak, dilin ses ve anlam özelliklerinden yararlanarak oluşturulan edebi metinlerin gerçek okurun dağarcığında yerini mutlaka bulacağı ve okurun kendi karanlıklarını göstereceği notunu düşerek yazıyı sonlandıralım.

***

Şengül Can, 1985’te Sivas’ın Zara ilçesinde doğdu. Sakarya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Çerçi Sanat adlı e-derginin kurucuları arasında yer aldı. Sarkaç adlı dosyasıyla 2013 yılında Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Bir Evi En Çok Ne zaman Terk Edersin? Adlı oyunu Galata Perform tarafından düzenlenen ‘’Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali 7’’ kapsamında okuma tiyatrosu olarak seyirciyle buluştu (2018). Devamsız yazarın ikinci öykü kitabıdır.