https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Atilla, elindeki bavulları düşürme telaşı ile minibüsün peşinden koşmaya başladı. Araç, henüz yeni hızlanmış fakat Atilla’yı görmemişti. Minibüs çamurlu bir su birikintisinden geçerek dönemeçe geldi. Atilla’nın pantolonu çamur içinde kalmış, ayakları pis bir suya bulanmıştı. Az önce şimşek gibi yağan yağmur yerini rahatsız edici derecede yavaş yağan bir yağmura bıraktı. Atilla,dönemeçte yavaşlayan minibüsü yakaladı ve şoförün kontrolü altında seri bir hamle ile kendini minibüsün içerisine attı. Elleri dolu olduğundan bir süre dengesini sağlamakta zorlandı. Kendinişöforün arka tarafında kalan koltuğa attı. Bavullarını ise minibüsün sağ köşesinde kalan bir boşluğa tıkıştırdı. Ayağını da bavulları düşmesin diye bir dirençle tutturmayı başardı. Ardından Ceketinin sağ cebinden bir mendil çıkararak terini silmeye başladı. Kısa sürede bu kadar fazla terlemesinin normal olup olmadığı sorusunu aklında bir kaç dakika düşündükten sonra bu saçma sorunun aklını neden bu kadar kurcaladığı konusunu da bir süre düşündü. Bu kadar derin düşünmenin sonucunda “Daha çok yolum var” diye kendi kendine iç geçirerek minibüsün buğulu camından dışarıya bakakaldı.

Yaklaşık yarım saat geçmişti. Yolun bitmesine, inip vapura binmesine çok az kalmıştı. Denizi çok özlediğini hissetti. Aylardır bu denize inen yolun hayalini kuruyordu ve sonuç olarak bu basit hayali gerçekleştirmenin zaferini yaşıyordu. Atilla,iskele durağına yaklaşırken sevinçten ne yapacağını bilememezlikle kendi kendine gülüyor, ayakkabısındaki kurumuş çamur parçalarını birbirine sürterek oynuyor ve çevreye bile aldırmadan neşeli bir türkü mırıldanıyordu. Şoför, yol boyunca her vites atıp dikiz aynasına baktığında gözünü Atilla’ya dikiyor, sert bakışlarla onu adeta taciz ediyordu. Atilla, bu durumu daha ilk bakışta fark etmişti fakat bu kabaca davranışa aldırış etmedi.
Minibüs uzunca bir bayırdan aşağı doğru akmaya başladı. Az önceki yağmur ve kasvetli hava yerini ışığı sönmüş lamba gibi bir hal alan güneşe bırakmaya başladı. Deniz, bu uzunca bayırın sonunda sanki kollarını yıllardır görmediği arkadaşını kucaklar gibi açmıştı. Bayırın hemen başında elinde pazar arabası olan yaşlı bir kadın minibüse bindi. Atilla, görev bilinci ile hemen ayağa kalkarak hanımefendiye yer verdi. Otururken bavulları ayağı ile tutmuş olması ayağını uyuşturmuştu. Ayağa kalktığında rahatlamış hissetti. Bir eliyle bavulları dengede tutuyor bir eli ile de ineceği yeri kontrol etmek için eğilip minibüsün ön kısmından yolları tarıyordu. Minibüs hayli kalabalıklaştı.
Atilla, ineceği yere yaklaştığından bavullarını indirip hazırlıklarını yaptı. Onunla birlikte inecek iki kişi daha olduğunu fark ederek kapıya doğru yanaştı. Atilla’dan önce bir kadın davranarak inmek istediğini şoföre iletti. Minibüs durdu ve kapı açıldı. Tam bu sırada ön tarafta ayakta duran altmışlı yaşlarında zayıf, sıska ve kısa boylu bir adam bağırmaya başladı.- Hırsız varrr, hırsız!! Kapat kapıları! Çabuk kapat!.
 Aniden içerideki herkes kafasını bu tuhaf adama çevirdi. Şoför dikiz aynasından huzuru bozulmuşcasına söylendi.
– “Ne oldu? Ne bağırıyorsun be adam”
 – Param yok, cebimde emekli maaşım vardı. Şimdi yok, burada çalındı kesin burada, binerken cebimdeydi, minibüste hırsız var!
Şoför aniden minibüsün kapısını kapatarak arabayı sağa çekti. İçeride yolcular arasında fısıldaşmalar başladı. Parası çalınan adam derdini hiddetli bir şekilde hemen önünde koltukta onu azarlayan pazar arabalı teyzeye anlatmaya çalışıyordu. Atilla tüm bu hengamenin içinde biraz boğulmuş hissetti. Ama denizi bir kaç dakika sonra görecek olması morelini hiç mi hiç bozamıyordu.Çok geçmeden hiddetli tartışmalar ve araya giren bir kaç kişinin öznel yorumlarından doğan fikir çatışmalarıyla iyiden iyiye tansiyon yükseldi. Jandarma beklenirken herkesin suratında hafif bir kendinden eminlik vardı. Hele Atilla’nın yanında ayakta duran genç ve gözlüklü adam pişmiş kelle gibi gülüyor, bu hikayenin sonunu çok merak ettiği tavırlarından belli oluyordu. En arka sıradaki dörtlü koltuktaki kızlı erkekli gençler ise kendi aralarında hırsızı belirleme telaşına düşmüş sessiz sessiz gülüyorlardı. Onların önünde ise çocuklu orta yaşlı bir kadın, acelesi olduğunu söyleyip gitmesi gerektiğini şoföre iletti. Bir kaç yolcu ise bu genç kadına destek verdi. Sonuçta çocuklu ve kendi halinde bir kadına benziyordu. Jandarma gelene kadar iktidarı elinde bulunduran şoför, bunun mümkün olmadığını söyleyerek telefonuyla oyalanmaya başladı. Sessiz fısıltılar devam ediyordu.

Yarım saatin sonunda Jandarma bir ekip aracı ile minibüsün yanına yanaştı. İçeriden kırklı yaşlarının başlarında orta boylu, haddinden fazla esmer ve yapılı bir komutan indi. Yanında ise üç tane er vardı. Şoför, arabadan inerek komutana olayı anlattı ve içeride bir de cezaevinin önünden binen bir adam olduğunu söyleyerek köşesine çekildi. Komutan,şoföre kapıyı açmasını emrederek kapının eşiğinde bağırmaya başladı.

  • Herkes aşağı insin herkes… İnin… İn. Şöyle sağa doğru geçin.

Herkes teker teker aşağı inmeye başladı, sıra Atilla’daydı. Komutan ve şoför göz göze geldi. Şoför “bu, o“ gibisinden bir hareket yaptı.

  • Sen!.. Evet sen… Şöyle arkaya geç bakalım.

Atilla, komutanın dediği gibi diğerlerinden ayrı bir şekilde minibüsün arka kısmına doğru yürüdü. Erler hemen Atilla’nın yanına gelerek üstünü aradı. Atilla, yapılan bu muamele karşısında biraz bozulmuş fakat yine de bir tepki göstermeyerek bu haksız muamelenin suçsuz olduğu anlaşıldıktan sonra bir ders niteliğinde olacağını umaraksesini çıkarmadı. Askerler baştan aşağıya aramışlardı onu. Aralarından biri komutana seslendi;

  • Komutanım bu temiz.

Komutan kendinden emin bir şekilde Atilla’nın yanına geldi. Sert ve tehtidkar bakışlarıyla lafa başladı.

  • Para sendeyseçıkar çabuk. Uğraştırma bizi.
  • Para felan yok Komutanım. Yemin ederim ki yok. Ben çalmadım.
  • Bak, eğer o parayı hemen çıkarırsan işlem yapmayacağım ama eğer ben ararda bulursam seni bitiririm anladın mı!
  • Komutanım dediğim gibi bende para yok. Çalmam ben.

Komutan, Atilla’nın yanında duran iki askere kafasıyla işaret verdi. Askerler, Atilla’nın yanında duran iki bavula davrandı.İlk olarak kahverengi, eski ve derisi sökülmüş olan bavul açılmaya başlandı. Bavulun fermuar kısmı tutukluk yaptığından bir süre iki genç er, bavulu açmakla uğraştı. Atilla’nın da yardımıyla ilk bavul açıldı. Askerler mümkün olduğunca bavulun içindeki eşyaları çamurlu ve yağmurlu zemine temas ettirmemek için dikkat ediyor, üniformanın getirdiği gücü kullanmıyorlardı. Minibüsün şoförü ve yolcular ise bir kere bile aranmamış, hatta minibüse binilmeleri gerektiğini komutana ileterek söylenmeyebaşlamışlardı.
İki bavulunda nazikçe aranması sonucu hiçbir şey bulunamamış ve bu durum komutana iletilmişti. Atilla, arabanın sağ arka tekerinin önünde el pençe sessizce duruyordu.Anidenbu muameleyi daha önceden de hatırladığını hissetti. Minibüse ilk bindiğinde şoförün taciz bakışları da bu yüzdendi. Evet, cezaevinden yeni çıkmıştı ama cezasını çekmişti. Kapıların ardında dört duvar içinde on yıl boyunca hayatını asgari şartlarda idame ettirmek bir ceza değil miydi? Yoksa bu dört duvar içinde geçirdiği on yılın, bu dört duvar içinden çıktıktan sonra da peşinden gelmesi mi asıl cezaydı?
Komutan, askerlerin bavulda bir şey bulamamasını hiddet ve biraz da hayretle karşılamıştı. “İş başa düştü” diyerek bavulların içindeki tüm eşyaları sağa sola fırlatarak seri bir şekilde aramaya başladı. Dışarı fırlattığı eşyanın ne olduğuna bakmıyor çıldırmışcasına bavulları boşaltıyordu. Komutanın en son fırlattığı mavili sarılı poşetin içinde cezaevindeyken yiğenlerine yaptığı boncuktan kuşlar vardı. Kendince emek verdiği her şeyin uçup gitmesi onu derinden yaralıyordu. Çamura, yağmura düşen tüm eşyalar, Atilla’nın az önce denizi göreceği için kendi içinde yarattığı tüm mutluluk parçalarını postalla eziyordu.
Minibüs yolcuları, tüm bu olayları yine kendi içlerinde fısıldaşarak fakat bir sonuca ulaştırmayarak izliyordu. Bavulla cebelleşmesi bitmeyen komutan, bir süre sonra bavulun iç kısmındaki fermuarlı yerden 500 lira para buldu.Kendinden emin bir şekildeayağa kalkarak şoföre, yolcuları minibüse bindirmesini emretti. Yolcular, minibüse binerlerken yavaş hareket ediyor, Atilla’nın bu utanç suratını adeta zevkle seyrediyorlardı. Yapılan bir hatanın cezalandırılıyor oluşu belli ki hepsini tatmin etmişti. Suçlu, öyle ya da böyle cezalandırılmak zorundaydı.
Komutan, okkalı bir tokatla Atilla’yı öbür yana savurdu. Atilla yanağında beliren bu soğuk ve ürkünç tokatı hissetmemiş gibiydi. Kafasını kaldırdı, komutana karşı dimdik durmayı tercih etti. Derin bir sessizlik oluştu. Atilla’nın ağlamamak için kendini zor tutan göz bebekleri sonunda,minibüste kendisine acır şekilde bakan insanları görünce sel olup yağdı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Komutan, bu yüzsüze ikinci ve en ağır tokatını vururak bir bok böceği gibi yere indirdi. Erler, komutanın bu sinirli tavrından ürkmüş olsa gerek bir adım geri çekildiler. Komutanın hırsı bitecek gibi görünmüyordu. Yerde Atilla’yı tekmelemeye başladı. Gerekli cezayı verdiğini hissettiği an bırakacaktı. Atilla ise çığlık çığlığa ağlıyor, komutanın tekmelerine direnç göstermiyordu. Bu sırada, içeriden cüzdanın çalındığını iddaa eden sıska ve zayıf adam mahçup şekilde komutanın yanına geldi. Hiç sesini çıkarmadan, paranın sıkıştığı yeleğinin iç cebini göstererek kafasını öne eğdi. Komutan, iç cepteki parayı görünce elini ensesine götürdü.Suçluya karşı içinde duyduğu bu derin öfke sonucu, adamın gösterdiği bu gerçek onu adeta sarsmıştı. Kafasını çevirip yerde, çamurların içindeki Atilla’ya bir süre baktı.

  • Niye söylemiyorsun kendi paran olduğunu he?

Sesinde bir titreme belirmemişti ama yüzü, sesine yansımayan bu azabın bir aynası gibiydi. Komutan, jandarma aracına binerek sağ koltuğa oturdu. Torpidoyu açıp sigara paketinden sigara alarak donuk bir ifadeyle sigarasını yaktı. Önce yerdeki kirlenmiş eşyalarını bavula tıkıştıran Atilla’ya baktı ardından denize çevirdi gözlerini. Ne tuhaf, bu deniz arkasını dönmüş gibi. Bu deniz, alacaklarını bırakıp yolculuğa çıkan bir sevdiği gibi. Bu deniz yerde çamurların içinde oturan Atilla gibi. Son günleriniyaşayan yaşlı bir kuş gibi. Ölecek ama hala uçuyor, hala umutlu.