https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Üniversitenin ilk yılında, 26 puan almaya doyamadığım halde severek dinlediğim bir felsefe dersim vardı. Derslerin birinde özgürlüğü tartıştığımızı hatırlıyorum. Kararlarını alırken ve seçim yaparken kısaca hayatta her anlamda ve her alanda özgür olduklarını iddia eden ruhu firarilere karşı, Aysun hocanın şahane bir tespiti vardı. Bizler gerçekte seçim yaparken zaten bizim için önceden belirlenmiş olan şıkların içinde özgürce seçim yaptığımızı sanıyorduk ama zaten şıkları biz belirlemediğimiz için gerçekte özgür bir eylemden de bahsetmek mümkün olmuyordu. Yani biz hepimiz, üniversiteye geçiş sınavındaki soruları çözerken, 5 şık içinde istediğimizi işaretlemek konusunda ne kadar özgürdüysek gerçek anlamda da o kadar özgürdük. Çünkü aslında bize sunulan yollardan istediğimize gidebilmemiz, gerçekte şartların bizi getirdiği noktadaki sonuçların seçeneklerinden ibaretti ve bizler sadece şartların bizi getirdiği noktadaki sonuçları arasında birer seçim yapıyorduk. 

Peki gerçekten seçim yapabiliyor muyduk? İşlerin kötüye gittiğini hissettiğim zamanlarda içimde çözemediğim tuhaf bir karmaşa olur, gerçekte neyi ne kadar doğru yaptığımdan dahi asla emin olamam. Çünkü seçimlerim, şartların beni ulaştırdığı yerde mecburiyetlerimin bir sonucu mu yoksa gerçekte kalpten olmasını istediğim şeylerin bir çıktısı olarak mı var olduğunu asla bilemem. Çünkü insanın içi gerçekten üzgün olduğunda bazen olması gereken şeyle oldurmak istediği şey arasında sınırsız bir seçenekler türevi oluşabilir. Ve biz de böyle zamanlarda bir seçeneğe tutunup, gittiğimiz yolların gerçekte tüm bencilliklerini bir yana koyup, katıksız özgürlükten geçtiğine inandığımız esas bencil yollardan geçiyor olabiliriz. Yani kafamız karışıkken de, üzgünken de, kızgın ve sinirliyken de elimizde tutabildiğimiz bir özgürlük varsa, biz de özümüz için en doğru olacak o şeye koşabilecek güçte hissederiz kendimizi.

Gerçekte ne kadar özgürüz peki? Nerede ve nasıl özgürüz? Bazen bir şeye karar verirken üzerimde beni baskılayan gizili güçlerin olduğu hissine kapılıyorum. Çünkü gideceğim yolları ben seçiyor da olsam aslında bugün olduğum kişinin köklerinden kurtulamadıkça bilinçdışımın da beni fevkalade yönlendirmesini inkâr etmem pek de mümkün olmuyor. Çünkü beni o yola iten yaşımın, cinsiyetimin, nereden geldiğimin, kim olduğumun, ırkımın, dinimin, eğitimimin, annemin, babamın ve hatta yaşadığım coğrafyanın izlerini üzerimden atıp soyunmuş bir zihinle gerçekte bir karara varabilmem imkânsız. İnsanın kökünün ne olduğunu unutarak istediği meyveyi vermesi beklenebilir mi? Yani elbette aslım neyse neslim de daima o oluyor bu yüzden ve geri kalan her şey sanrımın bir sancısı olarak var olmaya devam ediyor. 
Bugün geçtiğim yolları, seyrettiğim filmleri, sevdiğim kalpleri, unutmak istediğim anları, var oluşuma bulduğum sebepleri, sonuçları, her şeyi, herkesi, tüm hikâyeyi binlerce yılın içine sıkışmış seçimler mekanizmasının bir ürünü olarak, bugün durduğum yerde, pekâlâ tüm inanmışlığımla özgürlüğümün bir sonucu olarak bulunduğumu söyleyebilirim. Ve bu söylemimin özünde bu dünyadaki hiçbir şeyi değiştirmeye gücüm yetmez. Ben yine olmayı istediğim yerde, seçimlerimin bir ürünü olarak kendi halimde yaşar giderim. Yaşarken de hiçbir kavramın aslında ne olduğunu sormadan, dilime tutturduğum bir türkü gibi takılmasını da önemsemem açıkçası. Neden önemseyeyim ki? Zaten insanlığın özgürce yaşama çılgınlığını, yaşamın her alanına her anlamda özgürce eylemde bulunabilme dürtüsüyle saldırdığı bugünlerde gerçekte özgürlüğün ne olduğunu bilmek hayatımda neyi değiştirir?

Yıllarca kandırdığım benliğimi bir süre daha kendi tutsaklığında oyalamamın kime ne zararı olabilir? 
Olmadığına inanalım. Çünkü gözlerimizi kapatmaya, bize söyleneni harfi harfine aklımızda tutmaya, süregelen her şeye ve herkese yol vermeye öyle alışık ki bedenlerimiz, varsın yaşamak için bir tutamağa da özgürlük adıyla dolasın kollarını tüm insanlık. 

Sakın gerçeği bilmeyelim olur mu? Sakın kuaförde hangi saç renginin bize daha çok yakışacağı konusundaki zevkimizle değil, işimizin ne olduğu, yaşımızın kaçı bulduğunu düşünerek seçim yapmaya devam edelim. Hangi mekân da olmak istediğimize inancımızla, hangi kitabı okumak istediğimize eğitimimizle, hangi şarkıyı söyleyeceğimize kültürümüzle karar verelim. Sormadan, sorgulamadan varsın birkaç seçenek arasından öylece özgürce karar veriyormuş gibi yapalım, buna inanalım ve olmayan seçeneklerin peşine düşmeyelim asla. Düşsek ne olacak ki? Zaten özgürüz! Kendince özgür olmayı deneyen kuşlar gibi. Hani Füruğ’un da eskiden çok eskiden dediği gibi zaten;

 “Teldeki bir kuş gibi, bir gece yarısı korosundaki sarhoş gibi kendimce denedim özgür olmayı.”