https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

İstanbul’un tüm semtlerinde trafik kilitlenmiş,yoğunluğu yüzde yetmiş beşeulaşmış. Ofisten çıkmadan radyodan dinliyorsun gizlice. Trafik, keşmekeş, kaos seni bekliyor yine. Yılgınlık tepeden tırnağa sarıyor bedenini. Kurtlu bir elma gibi ta içinden çürüdüğünün farkındasın, sana benzeyen milyonların doldurduğu koca bir şehirle birlikte.En kötüsü bu, demiştin bir defasında. Bu çılgın sürüden kurtulmak istiyorsun ama, hiçbir çaban yok.Umarsızsın.
Arabanın koltuğuna oturdun, motoru çalıştırdın. İsteksizlik, görünmez bir illet gibi elini kolunu oynatmana engel oluyor. Bedenini ağrılar sarıyor, fiziki bir temeli olmayan ağrılar. İnsanın ruhu da ağrır mı? İlaçların dozunu biraz arttıralım demişti psikiyatr, bunu sorduğunda. Xanax’ı yarım alıyordun değil mi, günde bire tamamlayalım.
Camları açacaksın. Soğuk hava belki biraz kendine getirebilir. Kara yatsan ne değişir, diyor içindeki ses, bir türlü susturamıyorsun.Ne istediğini kimsenin anlayamadığı sürekli ağlayan arsız bir çocuk gibi iç sesin. Tek istediğin gözlerini kapamak. İçinde kocanla birlikte barındığın yere ışınlanmak. Evlilik anonim şirketinin biricik kutsal mekanına. İlk fırsatta kendine, odana kapanmak sonra. Ne için, sorusuna verecek bir cevabın yok. Ev denen yere her akşam gidilmesi gerekiyor,istikrar şart.En başından biliyordun bunu.Ya bu deve ya da hendek, demişti kocan, ilk kavganızdan hemen sonra. Deve kim, diye sorduğunda, çarpıp çıktığı kapının sesi; kulak zarındaki ilk çınlama. Kulaklarınızda bir şey yok demişti kulak burun boğaz uzmanı. Oysa her gün başka bir uzvun hastalanıyordu.Evlilik ortaklıktır, demişti, bilge bir dost. Hatırlıyorsun. Yutkunamadın. İri bir lokma gibi boğazına takılıp kalıyor hatırladıkların.
Avrupa’dan Anadolu’ya geçmen gerek şimdi.Yolun uzun.İlk akşam. Hem yağmur var hem de kasvet. Kış. Cep telefonuna indirdiğin yönlendirme programına bakıyorsun bir umut; bir kaçış yoluvar mı? Yok. Tüm seçenekler kıpkırmızı. Gözlerin gibi.Yorgunsun ve bezmiş. Yol da büyüyor gözünde, yorgunluğunda. Akşamın ilk ışıkları. Solgun, iç karartıcı. Yatılı okul günlerini anımsatıyor sana. Bitmek tükenmek bilmeyen akşam etütleri. Kitap sayfalarına damlayan göz yaşlarının kabarttığı kelimeler. Araç farlarıyla büyüyen gözbebeklerine bir tavşan ürkekliği yansıyor. Tutturmaya çalıştığın çizgilerin tam ortasına. Bir kadeh içsen şimdi, iyi gelir belki. Seni bu saatte içerken görürlerse.Hem böyle yalnız. Bir derdi olmak bile çevrende merak uyandırabilir, bilirsin. Üstelik evlisin. Yine de ilk sapaktan sapacaksın. Umursamıyorsun. “Her şeyin kıyısında,” olmaya çok yakınım diyorsun, sesin kendine yabancılaşıyor.
Ofisin semtin barlarına çok yakın, herhangi biri, fark etmeyecek. Oyalanmaya çalışacaksın. Rahatlasın trafik. Bir kadeh. Rahatlamadın.İkinci.Yine rahatlamadın. İki kadehten sonrası elli promili geçer, bunu hatırlaman lazım. Üçüncüyü yarıda bırakıyorsun, bedenine, eteğinin yırtmacına, ten göstermeyen simsiyah çorapla kaplanmış bacaklarına yapışan arsız bakışları da. Ne kadar umursamaz görünsen dekorkarsın sen. Çevirmelerden. Çevirenlerden.Hafızanda eski kayıtları silmen mümkün olsa keşke. Dövmeleri bile sildirebiliyor artık insanlar, demiştin yıllar sonra. Ama bir tek korku; işte onun izi hiç silinmiyor insan yüreğinden. Böyle yazmıştın günlüğüne. Genç ölülerden birinin anmasından döndüğün gün, günlüğüne.
Adım adım ilerleyen trafik. Dur, kalk. Durupkalkamayan onlarcası, kaputları açık. Dondurucu soğuğa rağmen hararet yapmış yepyeni otomobiller. Olasılık, her akşam tekrarladığın mekanik cümleleri yine kuracaksın. Her gün trafik var ama, bugün başka.Olağanüstü bir şey olmalı.Maç vardır. Kaza olmuştur. Yolu kesmişlerdir. Önemli birigeçecektir.
Emniyet şeridi dördüncü şerit olmuş yine. Sirenler, ambulanslar ve hemen onların ardından şeride giren fırsatçılar. Sadece kendine yol açançakarlı araçlar. Çakacak hiçbir şeyi olmayanlar. Trafik nedeniyle bozulan sinirler. Kavgalar. İtişmeler. Küfürler. Hepsinin bir araba öne geçebilmek için olduğunu bilmek utandırıyor seni.Bir de zigzag yapanlar, onlara hiç dayanamıyorsun. Bıyıklı, sakallı adamlar. Son model,yol şeritlerine sığmayan ciplerinsiyah filmle kaplanmışcamlarını bir karış aralıyorlar, sadece parlak, mühim, kel başları görünüyor. Dışarı çıkardıkları ellerinden sarkan sigaralar; küllerini asfalta silkeliyorlar. Taşlı, simgeliyüzükler olmalı parmaklarında. Karanlık. Göremesen de hissedebiliyorsun o yüzükleri taktıklarını. Şimdilerde çok moda; Osmanlı motifleri. Batı cephesinde yeni bir şey yok, diye mırıldanacaksın belki. Klişelerden espri üretmeyi sevenlerdensin. Her şey olması gerektiği gibi aslında. Zor, hoyrat, yorucu.    
Bu yol böyle bitmez, kendinle konuşmaya başlayacaksın.Derin bir nefes alıp, camlarını da sımsıkı kapatmayı dene. Bir sığınak yap kendine. Altında asfalt var, üstünde gökyüzü. Önce içindeki trafiği dinginleştirmelisin, bu en zoru biliyorsun. Sonra çok istersen arabanın tavanını görmezden gelmeyi başarabilirsin belki. Arada bir gözlerini kapayıp hayal kurabilirsin. Tampon tampona gidiyorsun zaten. Korkma. Korkunun ecele faydası yok,en çok söylediklerinden biri, tekrarları seviyorsun. Hataların gibi.
Müzik albümlerini karıştırabilirsin belki, sağ elinle. Konsolun gözüne özenle dizmiştin. Hepsini gözden geçiriyorsun. Yok. Hiçbirini dinlemek gelmiyor içinden. Biraz değişiklik yapmalı. Yeni albümler almalı, diye not yazıyorsun zihnine. Telefon etsen, eşi dostu arasan. Yok. İçinde eş kelimesi geçen cümleler bile sana iyi gelmeyecek. Hem kimi arayacaksın ki. Kimden, hangisinden gerçek bir avuntu bulabilirsin. Kelin ilacı olsa. Mırıldanıyorsun. Radyoyu açıyorsun. Bir sürü haber kanalı. İçin zaten kararmış. Yüreğin dar. Dinlemek istemiyorsun. Bir elin direksiyonda, diğeri radyonun tuşlarında. Dikkat etmelisin ama. Direksiyon bu. Şakaya gelmez. Bunu biliyorsun da bilmediğinbir kanalıarıyorsun sadece.
Nostaljik kayıtları çalan bir istasyon varmış. Çok övmüşlerdi, Mutlaka dinlemen lazım, demişlerdi. Epeyce uğraşıp buluyorsun, sonra takılıp dinlemeye başlıyorsun. Bakalım ne varmış bu kadar övdükleri. İlkin, sunucunun ses tonundan hoşlanmıyorsun. Taklit. Birisiymiş gibi konuşmaya çalışıyor. Başarılı bir taklit ama yine de taklit, diyeceksin. Dinledikçe sempatik geliyor sonra. Program ilgini çekmeye başlıyor. Fazlasıyla ortalamaya yönelik olduğunu fark etmen egonu biraz rahatsız edebilir. Aldırmıyorsun, sen de beğeniyorsun çünkü. İhtiyacın olan tek şey bu belki, eleştirmeden anlamsızca gülüp dinleyebileceğin bir şeyler. Kafa boşaltmak için, diye günah çıkarıyorsun kendi kendine. Dinleyen binlercesinin aynı cümleyi kurduğunu da biliyorsun elbet. Bilmediğin yine bir klişeye sığındığın.
Formatı anlamaya çalışıyorsun önce. Komik geliyor, sunucu eskilerden üç tane şarkı seçiyor. Sonra dinleyiciler telefonla arayıp hangisini dinlemek istediğini seçiyor. Sırasıyla neden seçtiklerini,şarkının kendilerindeki anısını anlatıyorlar. İsteyenler sunucuya sosyal medyadan ulaşabiliyorlar, Facebook’dan, Twitter’dan. İnsanların kendi özelini bu kadar rahat paylaşmasını hastalıklı buluyorsun önce ama, yetişkinlerin çocuksu anılarına dinledikçe katılarak gülmeye başlıyorsun. İlgin içindeki karanlıktan sıyrılıp programa yöneliyor. Yol bir an için de olsa gözünde hafifliyor. İçinde.
İlk etapta, her üç seçenekle ilgili telefonlar sırayla sunucuya bağlanıyor. Sunucu kadın, hiç zorlanmadan özel hayatlarını en ince detayına kadar anlattırmayı başarıyor. Bir kez daha şaşırıyorsun. Bu kadar kolay olmamalı. İnsanlar özelini psikologlara bile güçlükle anlatırken, sunucuya bir çırpıda bunca hevesle anlatmalarını nasıl anlamlandırman gerektiğini bilmiyorsun. Helal olsun, diyorsun içinden. Şimdiye kadar hiç dinleyen olmadı mı bu insanları. Bu denli konuşma arzusu garip geliyor. Sonunda sen de direnmeyi bırakıp eğlenmeye başlıyorsun.
Gazla Gitsin,arayanın karısıyla hayatının şarkısıymış örneğin. Senin bugüne dek hiçduymadığın. Nasıl oluyorsa, diyorsun. Hani romantik filan da değil. Mustafa Sandal’dan, Onun arabası var. Ayrıldığı sevgilisinin arabasıyla gezdiği günleri hatırlatıyormuş genç bir kıza. Şimdi kim bilir kimler oturuyormuş bir zamanlar ona ait olan koltukta.
Öyle işte. Sunucu arada tuzak sorular soruyor. Bu üç alternatif şarkıdan hiç bahsetmeseydim, siz en çok neyi dinlemek isterdiniz, gibi.Kemal Sunal’dan Ayağında Gundura, deyiveriyor biri. Gülümsüyorsun.Elbette sen ondan çok daha fazla şey öğrendin, daha çok şey yaşadın. Bu seni avutacaksa eğer.
Radyoyla avunarak köprüyü geçtin bile, Bostancı sapağına geldin sayılır. Bir aksilik olmazsa, yarım saate kadar evindesin. Sunucu son üç şarkı seçeneğiniaçıklıyor şimdi. Saat, dokuzda   bitiyormuş program. Şimdi sekiz kırk beş. Ne çabuk geçmiş. İçin minnetle doluyor. Ana odaklanıyorsun. İlk defa. Sınırsız bir şimdide hep nefret ettiğin ortalamanın tam dibindesin. Hem sıkılmadan keyif alarak.
Sen de bir şarkı tutuyorsun. Sonuncusu benim olsun bari,mırıldanıyorsun.Hakan Peker’den, Çelik’ten birer şarkı adı söylüyor sunucu ve son seçeneğimiz, Haluk Levent’ten geliyor. Bir yarim olsun isterdim, diyor. Gözleri yeşil.
Artık gülemiyorsun. Bir tel kopuyor içinde bir yerden. Şimdiye dek varlığını fark etmediğin etine kaynamış paslı bir tel. Bugüne dek en kuytunda özenle sakladığın, sakladığını dahi bilmediğin. Bedenini boylam boylamişaretleyen bir fay hattı usulca tetikleniyor. Kalp atışların sıtma tutmuş gibi göğsünü yumrukluyor. İçinde ne varsa kırılıp dökülüyor bir kez daha. Artçılar, sarsıntılar.
Tam da günün son etabını atlatmak üzereydin, hepsi geçip gitmiş olacaktı az sonra.Sunucu gelen telefon çağrılarına bağlanıyor. Bildiğin kırık dökük duaları ediyorsun içinden. Onu seçsinler. Biraz önce güldüğün vasat, hatta vasat altı olduğunu düşündüğün insanları yargıladığını fark etmek, üstelik bununla yüzleşmek utandırıyor seni, elin telefona gitmiyor. Yoksa sen de arayacaksın. Anlayamıyorsun sana ne olduğunu. Her şey çok eskidendi oysa. Değil miydi? Gözleri yeşil bile değildi hatta. Tam da bütün fırtınaların çok gerilerde kaldığını düşünürken, hayatının iyice tenhalaştığı bir yerinden karşına çıkıveren eski bir kara delik. Yeniden büyüyor içinde.
Sadece bir şarkı sıyırıveriyor yaranın kabuğunu. Küçümsediğin, güldüğün ortalama program seni de vuruyor tam orta yerinden. Tenhalığın içinden. Pusudaymış meğer.
Bir grup inşaat işçisi arıyor sırayla. Aynı inşaatta çalışıyorlarmış. Sunucuya yakarıyorlar. Ablam, Haluk Levent’i çal,güzel ablam. Bir yarim olsun, yeşil gözlü olsun. Ablam seni çok seviyoruz, kırma bizi ablam. Sunucunun cilvesi dinmiyor, telefonlar bitmeden bir şey diyemezmiş, oyları sayacakmış, ilk defa konuştukları birini hep miböyle hemen severlermiş.
Yeşil gözlü yar, açık ara galip geliyor sonunda. En iyi bildiğibu değil miydi, hep kazanmak.Sıralamada da o kazanıyor. Aşkta da. Kaybedenlerhep aynı, diyorsun.Kaybedenler Kulübü’ne hoş geldiniz. Gözlerin bulutlanıyor.Trafik ışıkları. Kırmızı. Dur. Sarı. Bekle. Öyle uzun bekledin ki gelmeyeceğini bile bile. Yeşil. Geç.Geçmedi. Gözleri. Yemyeşildi.Değildi. Gök gözlünün biriydi. Gözünün değdiği yer iflah olmazdı. Ağlama. Akıp giden tüm renkler bulanıyor önünde. Bir nehir. Bataklık. Çamur. Bataklıkta yüzemeyeceğini biliyor olmalıydın. Trafik akıyor. Plakalar, yol çizgileri, arabalar. Hepsi karışıyor. Son sözünü söylüyor şansına seçtiğin şarkı, Nerden bilirdim, sevenler ağlarmış. Yenice akmaya başlayan trafikte güçlükle sağa çekiyorsun aracını. Vaktiyle hayatından sessizce çekilmeyi becerdiğin gibi. Emniyet şeridindesin. Hayır hiç emniyette olmadın sen.  Ne onunla ne de onsuz. Dörtlüleri yakıyorsun. Kana kana. İçindeki sızıyı avutana kadar.

Şimdi hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmen gerek; evli evine.Bakarsın kocan senden önce gitmiştir belki. Yemekleri ısıtmış, masayı da donatmıştır şimdiye. Belki birer kadeh rakı bile. Öylece çöküyorsun masaya, kalıp gibi. Ellerini bile yıkamadan. Kızarmış gözlerine bakıyor kocan. Sorguluyor. İnceden.Belli belirsiz bir kin, çelik bir bıçak pırıltısı gibiyalazlanıp geçiyor bakışlarından. Soğuk, gri, donuk.Günün nasıl geçti, diyor. Sesi kırgın.Senin için yaptıklarını hep görmezden gelmenden bir gün bile yakınmadı bugüne dek ama sonunda söyleyecek, sadece bir kez. Biliyorsun. Sonra gideceğini de.
Hiç, diyorsun. Sesin o anda olmak istediğin yere çarpıp geri dönüyor. Ruhsuz. Umutsuzca yankılanıyor mutfakta. Ne kadar benzetmeye çalışsan da olmuyor, benzetemiyorsun.Görmek istediğin yüz bu değildi ki. Bu kara kin dolu gözler.
Işık hızıyla akıyor düşüncelerin.Her şeyi başa sarmak isteği tüm vücudunu tutuşturuyor. Bunun artık mümkün olamayacağını kabullendiğin o birkaç saniye, bedenini tüm geçmişini sığdırdığın yanmış, taşlaşmış bir kütüğe dönüştürüyor. Külçe gibi hissediyorsun kendini. Sesin çatallı, omuzların düşük, Her zamanki gibi işte, diyorsun. Çok trafik vardı.