https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Arkasını kollayarak hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Karakolu arayıp, destek istedi. Gelmeleri on, on beş dakikayı bulur. Bardan çıktığından beri peşindeki adamın,alt dudağıyla çenesi arasında dikine kısa, ince bir sakal var, dayısının öldüğü yaştaki haline benziyor. Neymiş bardan kız kaldıracakmışım, nah işte, sen anca terörist kaldırırsın.

Birkaç saat önce dolu olan sokaklar boşalmış,restoran çalışanları masaları toplayıpiçeri almış. Sağdan girince işkembeci var, açıktır hâlâ, oraya atabilsem kendimi. Koşmaya başladı, jöleyle yatıştırılmış kızıl saçları diken diken havaya kalktı, bir ayağı belli belirsiz topallıyor. Gün ışımak üzere. Telaştan sokakları karıştırdım. Nasıl da koşuyor pezevenk. Parkayetişemeyeceğim, koşacak takatim kalmadı.

Önüne çıkan ilk pasaja girdi. İçerisi karanlık, dükkanlar kapalı. Kuyumcu vitrininde, pasajın içini farklı açılardan gösteren, beşe bölünmüş bir ekran var. Bölünmüş pencerelerden birinde, kıvrılarak inen bir merdiven gördü. Aşağıda bir kat daha olmalı. Arkasından yaklaşan telaşlı adımlaronu daha da endişelendirdi. Karanlığın içine koşup, merdivenleri buldu, üçer beşer atlayarak alt kata indi. Anasını belleyeceğim pezevengin, gecemi zehir etmenin hesabını soracağım puşta.

Koridorla dükkanların üst cephesine hızlıca göz attı. Üç kamera var. Elektrikçinin önüne boş koliler yığılmış.Kameraların açısı buraya kör, kolilerin arkası saklanmak için en uygun yer. Sesini kısıp, nefesini kontrol etmeye çalıştı. Şerefsiz en ufak hareketimi yukarıdaki ekranda görebilir. Oysa üst kattan ses gelmiyor, belki pasajı geçip koşmaya devam etti. Peşinden gidip, parkta indirmek lazım. Koridorun öte ucunda küçük bir çay ocağı gördü, içeriden sızan ışık ancak kendi önünü aydınlatıyor. Allahıma kitabıma şu gece bir bitsin, iki rekat namaz kılacağım.

Koliler üst üste istiflenmiş, ayağa kalksam bile görünmem. Telefonu çıkartıp sessize aldı, şarj göstergesi yüzde biri gösteriyor.Aklıma tüküreyim, yüzde beşin üstünü ne telefon ne ben görmüş değilim. Az daha koşabilseydi, karakolun göndereceği ekiple Mehmet Akif Park’ında buluşacaktı. Birine bulunduğum yeri haber vermeli. Cinayetten Toy Caner geldi aklına. Caner’e gittiği barda bir teröristin peşine takıldığını yazdı, konumu attı, Yetiş gel, diye ekledi. Sabah ezanı okunmadı, mektep çocuğu nereden uyanıpmesajımı görecek.

Üst katta bir patırtı koptu. Buldu beni, eşşek cennetine gitmem an meselesi. Kolilerin arkasında iyice küçüldü. Ayak sesleri merdivenlere yaklaştı uzaklaştı, birkaç kez devam etti bu.Sanki işini görmeden önce zulüm etmek istiyor melûn. Belindeki silahı yokladı. Polis olduğumu öyle anladı ya, sakal traşım cillop, çakı bulmuş şopar gibi bayram etti. Barın aynasından kesiştiği uzun boylu kıza yanaşmaya karar vermişti o sırada. İlik gibi kız kaçtı elimden.

Silahı eline aldı. Merdivenlerde gözüktüğü an, indireceğim sülcan sikliyi. Çay ocağında kimse var mı acaba, yoksa çıkarken lambalardan birini söndürmeyi mi unuttular. Belki kimsesiz bir çırak kalıyordur, ortaya çıkarsa, kim vurduya gider. Pat diye bir ses geldi yukarıdan, hemen sonra gülüşen kızlarla oğlanların sesi. Mum sıçtım Allahıma. Bir dalgametre düşürdüler yere demek. Bunca zaman boşuna üç buçuk atmışım.

Telefonunu çıkarıp siyah ekrana baktı. Şarj cartayı çekmiş. On dakika geçmiştirherhâlde, saat de yok yanımda. Gelen giden yok, fos bekliyorum burada. Belim ağrıdı iki büklüm. Hafifçe doğruldu. Ayaklarım uyuşmuş. Park iki sokak ötede, koşarak beş dakika. Ya şopar beni gözden kaybettiği yerde, dışarıda bekliyorsa.

Nasıl çişim geldi. Kılık kıyafet, şekil tamdı, kız da bana kesilmişti, yanaşacak cesareti bulayım diye enayi gibi beş bira içtim. Arkasını dönüp elektrikçi dükkanının yanındaki boş  dükkana baktı, kir pas içindeki camlara karşısındaki mescidin görüntüsü yansıyor.Anam der durur, alnın secdeye değmiyor diye. Helâ ta çay ocağının orada olmalı. Mescide gidip güneşe karşı işesem, ne anam ne Allah affeder.

Böyle hırto pasaja kaç kamera yerleştirmişler. Var kuyumcuda bir iş. Aha ezan okunuyor, anam namaza kalkar, odama bakar yokum. Metal bar senin neyine hırt oğlu hırt. Şu andavallar ne anlıyor bu müzikten diye girdin, birayı da ucuz görünce kaldın. Salıcam Allahıma, mescid önü olmasa. Bir ay önce vurulan başka karakolda görevli trafik memurunu düşündü. Puşt oğlu puştun birine denk gelmiş, artık polis indirmekten korkmuyor kavatlar.

Çay ocağını karşıdan gören kameraya, dükkandan yayılan sarı ışığa baktı. Işığa baktıkça namaz kılasım, mescide baktıkça işeyesimgeliyor. Anam sabah namazını kılmış, güneş doğmuştur, olsun. İşrak namazı, güneşin doğuşundan kırk elli dakika sonra kılınırmış, daha vaktim var. Ya kurtulacağım, ya mortoyu çekmeden, eciş bücüş son namazımı kılacağım.

Asayişten Osman nasıl da inanmadı, Sarhoş musun sen, diyor. Ulan bir taraftan koşuyorum, bir taraftan sana laf anlatıyorum. Dut gibi olmasam parlakbebenin tekiyle baş edemeyecek miyim ben. Aynadan ben kıza, bu bana bakıyordu, anladım bir iş var. Tabureden indim, ‘keçinin götüne rakı sürmüşler, hani nerde o kurt gösterin bakalım demiş’, o hesap diklenecektim önüne. Ayağa kalkınca izbandut çıktı götü açık, ipi kırık. Rahmetli dayıma ne çok benziyor. Osman’a boşuna tüketmişim nefesimi, ekip bir iki bakınıp gitmiştir parktan. Cep kapalı, bana ulaşamazlar. Anamın aklı çıkmıştır şimdiye. Bir sıvışabilsem şuradan.

Çay ocağının önündekiaydınlık, bir gaz lambasının düğmesi sonuna kadar açılmış gibi büyüdü, bütün koridoru kapladı. Var bunda bir hikmet. Rahmetli babamın hayaleti elinde bir çay bardağıyla şuradan çıksa şaşırmam. İnsanı deli edesiye kadar kaşığı bardağın içinde çevirir dururdu. İnce bellinin yarısı şeker dolu, üstte çaya bir parmak yer kalır. Ağzında cigara, olur mu, olur. Elindeserum şişesinin durduğu ayaklığı sürmeden onu hayal etmek zor. Belinde bir çiş torbası, ağzında sigara, bağırıyor, Ziftin pekini içtin mi eşşek sıpası.

Polis olduğumu görseydin keşke. Yok, iyi oldugörmediğin, polislerisevmezdin. Gözlerini kapattı, babasının görüntüsü kaybolmadı. Serum şişesi yere düştü, ağzındaki sigarayı tükürüp, çay bardağını öfkeyle sıktı, Hiç gelmeseydin eve, niye geldin? Gözlerini açtı, yalnızdı. Keşke eve gidebilseydim, anamın dizinin dibinde peşimdekini unutabilseydim.

İki yıldır semt karakolunda çalışıyor. Bu pasajadenk gelmemişim. Kolilerin arasından terzi, ayakkabı tamircisi, üç boş dükkan görülüyor. Bu tarafın en fiyakalısı arkamdaki elektrikçi. Çay ocağının orada, gümüşçü, antikacı, giyim mağazaları. Elektrikçi dükkanına döndü. Kepenk mepenk yok. Cüzdanı çıkardı,değersiz bir şey ararken eline kredi kartı geldi. Kartı kapı dili ile çerçevesi arasına yerleştirip çerçeveye doğru yasladı. Kartı geriye bükerek dili kapının içine doğru itti, kart çat diye kırıldı. Babasının, Gözüne sıçtığımın firavunu, diyen sesi kulaklarında yankılandı, üstüne fiske yemiş gibi,yüzükızardı, çişi aklına geldi.

Rahmetli,dayım yüzünden kavga ettikleri gün anneme vurduğunda arka odaya kaçmasaydım,havaya kalkan elini tutabilseydim, annem yere yığılmasaydı, babam tüfeğiyle uzaklaşmasaydı.Altıma yapmak üzereyim. Korkmaya gerek yok, ibne,beni dışarıda sokak sokak arıyordur. Sürünme pozisyonuna geçmek için hazırlandı. Sırtını dükkanların vitrinlerine vererek lostrayı, boş dükkanları geçti, terziye ulaştı. Karşıdaki boş dükkanın üstüne konuşlanmışkamera lostrayı ve terzi dükkanının bir ucunu görüyor. Merdivenlere, oradan antikacıya koştu. Antikacı dükkanının vitrini kitaplar, tablolar, altın renkli saatlerle doldurulmuştu. Merdivenlerin bu taraftaki ucunasağlı sollu yerleştirilmiş iki kamera antikacıyı pas geçerek, koridorun geri kalanıylaçay ocağını zıt uçlardan kesiyor. W.C. yazan tabelaya koşturdu. Mümkünatı yok dayanamayacağım. Pantolonunun düğmelerini açmaya başladı, ikisi koptu. Büyük bir basınçla dökülen, pisuarda kirli sarı bir havuz oluşturan idrarına baktı. Rahmetli, Akraba akreptir, demişti. Sifona bastı, sarı su döne döne kayboldu, yerini temiz suya bıraktı. Köydeki kuyu geldi aklına, çocukken zaman zaman gidip bakardı.

Polis okuluna girdiğinden beri köye gitmez olmuştu. Silah sesini duyduğunda on bir yaşındaydı. Sesin geldiği yöne koşmuştu,buğday tarlaları, küçük tepeler. Kanlar içinde yerde hareketsiz yatıyordu. Yaklaşamadı, tepesinde asılı uğursuz bulutlar, geri koştu, belli belirsiz topallıyordu. Tarım işletmesinin bekçisini gördüğünde sevindi, ağlamasına engel olamadı. Bekçi jandarmaya haber verdi, çocuğu yanından salmadı. Jandarma yarım saat sonra gelmişti. Dev gibi iki asker, titreyen çocuğu yanlarına aldı. Araba yolundan tarlaları, tepeleri geçtiler. Gösterilen yerde ceset yoktu, sorular sordular, sordukça çocuğun çişi geldi. Dönüş yolunda arka koltuğun üzerine gazete serdiler.

Tuvaletten çıktı, pasaj sessiz. Çay ocağının önündeki aydınlığın ortasında durdu. Cam kapının üstünde kırmızı harflerle ‘Trakya Çay Evi,’ yazılı. Kameraları önemsemiyor artık. Hıyar ağası izimi kaybetti besbelli. Kapı kolunu aşağı çevirdi, kapı zorlanmadan açıldı. Küçük dükkana adım atar atmaz bir şangırtı koptu. Ayağı bodur masaya çarpmış, üzerindeki çay tepsisiyle cam kapak yere düşmüştü. Kalp atışları düzeldikten sonra tepsiyi yerine koydu, minik parçalara bölünen cam kapak için yapacak bir şey yok. Üzerinde iki demlik bulunan çay kazanına yöneldi. Sıcakmış ya la, bedava elektrik bulmuş sankişoparlar. Tezgahın üzerindeki gazeteyi kaldırdı, altında otuz kadar çay bardağı, kaşık ve altlığıyla hazır edilmiş. Şeker kavanozunu bardağa boca etti, yarıdan sonrasını çayla doldurdu. Dükkanda alçak bir tabure ile biraz önce devirdiği masadan başka oturacak yer yok.

Az önce devirdiği masayı düzeltip küçük tabureyi yanına çekti. Oturdu, çayı karıştırmaya başladı. Jandarma dükkana geldiğinde babasının eli ayağına dolanmıştı. Jandarmalar çocuğa yöneldiğinde, babası, Lan eşşoğlusu, ne bok yedin, demişti. Çocuk arka koltuğa bu sefer babasıyla bindirilmiş, jandarmanın cesedi bulduğu kuyuya götürülmüştü. Ceset bozulmaya başlamış, kafasında üç delik var. Dudağının altındaki ince sakalı görür görmez tanıdı,Dayım, dedi. Babası, başını öte tarafa çevirip, Kayınbiraderim, dedi. Annesi babasına şahitlik etti, soruşturma kapandı.

Soğuyan çayı kafasına dikti, kaşık elinde. Dayısı ölünce çay ocağı babasına kalmıştı, ama katil zanlısı diye kimse uğramaz oldu. Katil zanlısıydı rahmetli, çay içmeyi de bilmezdi, aha böyle karıştırmayı bilirdi bir tek. Bardağı bıraktı, ayağa kalktı, iki rekatını kılacaktı. Dükkanı aydınlatan ışığın, tavana yakın küçük pencereden sızan güneş ışıkları olduğunu o zaman fark etti. Çay bardaklarının üstündeki gazeteyi alıp yere serdi, kıbleye döndü. İki elini kulaklarının yanına getirdi, niyet ettikten sonra, Allahu Ekber, diyerek namaza başladı. Ellerini karnında birleştirdi, Sübhanekeyi okudu, dizlerinin üzerine eğildi, kalktı, dudakları kıpır kıpır. Alnı secdedeyken bir tıkırtı işitti, ter boşandı sırtından. Belindeki silahı çekip, namluyudoğrulttu.

Pasajın içi aydınlanmış, ana baba günü kalabalık. Dükkanları açmaya başlayan esnaf, polis pasajı kapatmadan her şey yerli yerinde mi diye kontrol etme telaşında. Elektrikçi Mustafa, kapının önünde bulduğu kırık kredi kartını inceliyor.

Mehmet Akif Park’ında bekleyen ekip, yakındaki pasaja ulaşmakta gecikmedi. Komiser Caner uyanıp, telefonundaki mesajı görür görmez yola çıkmıştı. Üzerinde ‘Asayiş’ yazılı yeleklilerle sivil giyimli cinayet ekibiyle, ‘Polis Olay Yeri’ yazılı sarı bantların altından geçerek bodrum kata indi. Caner, gazete kağıtlarının üzerine dağılmış beyin parçalarını görünce çay ocağının önüne kustu. Olay yeri inceleme dükkana saçılan kızıl saç örneklerini toplamaya başlamıştı.