https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Her tarafta buhar var, nemden rengim bozulmaz umarım. Eskiden uzun sarı yumuşacık saçları sarardım. Minik kalplerle süslü bir kutucukta saklardı beni, özel günlerde çıkardım oradan. Bir hafta önce kızı aldı, hiç çıkarmadı saçından. Saçları iyice yağlandı, kokusu rahatsız ediyor. Hem yoruldum da gür buklelerini bir arada tutacağım diye. Hiç dinlendirmeyecek beni. Saçı gibi kendi de inatçı besbelli. Mermer taşın üzerine hala dediği irice kadınla yan yana oturdular. Kadın şefkatle bakıyor kıza, su döküyor biraz üzerine, beni tepemden tutup almaya çalışıyor, kız izin vermiyor. Kadın tekrar usulca su döküyor, kızın saçlarını okşayarak yavaş hareketlerle beni alıp mermerin üzerine koyuyor. “Canım, Rabiam” diyor, “ağlama artık, gözünde yaş kalmadı. Su iyi gelir, üzerindeki ağırlığı kaldırır, hafiflersin.” Rabia cevap vermiyor, işitmiyor. Gözleri etrafındaki hiçbir şeyi görmüyor, sabit bakışları uzakta bir yere kilitlenmiş.

Rabia bir haftadır neredeyse hiç uyumadı. Yastıklara sürtünmekten harap oldum ben de, dişlerimden biri kırıldı kırılacak. Çok yorulmuştum, şimdi kenarda oturmak iyi geldi. Dinlenmek benim de hakkım. Halası sabunluyor onu şimdi, ne iyi etmiş onu buraya getirmekle. Ben rahat değilim yine. Keşke kuru bir yer olsaydı, her taraf ıslak. Su döküldükçe hafifçe yerimden oynuyorum. Etrafımdaki insanları seyrediyorum; hiç erkek yok, herkes yarı çıplak, çoğu şişman. Arkamızdan gürültüler duyuyorum, bir kadın diğerine bağırıyor üzerine su sıçrattı diye. Herkes kavgayla ilgileniyor, bizimkiler aldırmıyor. Rabia bana bakıyor arada, beni okşuyor, hoşuma gitmiyor değil elbette ama ona kızgınlığım daha geçmedi. Beni çok hor kullandı. Annesi Sevda Hanımcığım ise özenle takardı beni saçlarına.  Masaların üzerinde çiçeklerin, nefis yemeklerin, içkilerin olduğu, insanların şık giyindiği, müzikli salonlara giderdik. Kelebek gibi dans ederdi. Öyle yerlere gitmeyeli aylar olmuştu, arada Rabia beni alıp yataktan hiç çıkmayan annesinin iyice seyrelmiş saçlarına tuttururdu. İçinde durduğum kutunun yanında birçok üstü yazılı, kapaklı, ciddi duruşlu kutu fark etmiştim. Oda, eskisi gibi lavanta değil ekşi ter ve ilaç kokmaya başlamıştı. Geçen hafta götürdüler hanımımı evden. İlk günler pek çok kadın geldi. Mırıl mırıl sesler sardı evi, sonra sadece Rabia’nın ağlama sesi kaldı.

Burası bana hiç iyi gelmedi, metallerimin çözüldüğünü hissediyorum. Üzerimdeki gül deseni silinmiştir belki çoktan. Halası, su dökmeye devam ettikçe boğulacak gibi oluyorum. Köpüklü sular üzerime üzerime geliyor, beni sağa sola oynatıyor. Yerimde durmaya çalışıyorum. Suyun kuvveti ile biraz daha uzağa itiliyorum. Buhardan, köpükten göremez oldum, korkuyorum. Dayanacak gücüm kalmadı, aşağıya doğru kayıp düşüyorum sonunda. Canım yanıyor. Taşlarımdan biri yuvarlanıp gidiyor. Her şey bitti mi şimdi, burada kaybolup gidecek miyim diye düşünürken nasırlı bir el avucuna alıyor beni. Dışarı çıkıyoruz. Bu, az önce kavga eden hırçın bakışlı kadınlardan biri. Küf kokulu mantosunun cebine atıyor beni. Peki, şimdi nereye gidiyoruz…