https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Şehrin eski tarihi merkezinin ortasından geçen geniş ana caddeye dik bağlanan bir yokuşun üzerinde, semtten adını alan ilkokulun hemen karşısındaki apartmanda yaşıyorduk. Kendimi bildim bileli o mahallede yaşamıştım ben. O ilkokulda okumuş, o mahallede büyümüş, yine o mahalleye evlenmiştim. Şimdilerde sırayla zahireci, terzi, eczane, kırtasiye, karşısında da bir emekliler lokali, emlakçı ve yufkacının sıralandığı o yokuşu inip çıkmış, o mahallenin esnafından alışveriş yapmıştım. Köşe başındaki fırından ekmeğimi, karşısındaki kasaptan etimi almış, arka sokaktaki kuaförde saçımı kestirmiş, okulun yanındaki eczaneden ilaçlarımı temin etmiştim. Yıllar içinde apartman sayılarının artmasıyla kalabalıklaşan bölgede, evlerin sakinleri ve esnaf değişime uğramıştı ama yine de mahalle havasını korumaya çalışan bir yerdi burası. Mahalleli çoğunlukla birbirini tanır, selamlaşır, konuşur; mahallenin gencine, yaşlısına, engellisine, sokak hayvanına, ağaçlara, evlere, arabalara göz kulak olunurdu. Bu birliktelik ve dayanışma mahalle hayatının en güzel yanıydı.

 

Hanelerden dışarı taşan iyi kötü sesler tanınır, balkondan balkona komşuların muhabbetlerine kulak misafiri olunur, evlere giren çıkan göz ucuyla takip edilirdi. Ancak insanların birbiriyle yoğun bir iletişim ve etkileşim halinde olması, beraberinde ilgi, merak doğurur bu da dedikodu çarklarının dönmesi anlamı taşırdı. Kimin çocuğu okulda kavga etmiş, kimin kızı eve geç gelmiş, kimin borçları birikmiş, kim boşanma arifesinde, kim alkolü çoğaltmış, kim hangi hastalıktan muzdarip, mahallede bilinirdi. Gerek konu komşu arasında, gerek kısa süreli alışveriş anlarında ya da esnafın kapı önü tabure muhabbetlerinde, çay sigara molalarında, tavla partilerinde fısıltı gazetesi dolaşır dururdu. Bu da küçük mahalle hayatının kötü yanıydı!

 

Eczanenin üst katında kızıyla yaşayan Sevgi Hanım’ın tekstil mühendisliği üçüncü sınıfta okuyan kızı Sedef,  nisan ortasında bir gece saat on bire doğru, evlerinin önüne yanaşan beyaz renkli lüks bir arabadan indi, kırklı yaşlarda olduğu sanılan sürücüye el sallayıp evine girdi. O gece nöbetçi olan eczanenin kalfası Ali, Sedef’in arabadan inip eve girişini gördü. Uzaktan uzağa beğendiği ama kendisinin ve ilgisinin farkına varmayan bu alımlı kumral genç kızı merak, umut ve biraz da kırgınlıkla takip eden Ali’nin kafasında art niyetli bir soru işareti oluştu.

 

Ertesi sabah Sedef okula gitmek üzere evden çıktığında Ali, kapının önünde dükkân komşuları olan kırtasiyeci Haluk’la çay içmekteydi ve Sedef’in yanından geçip yokuştan aşağı yürüyüp gidişini izledi arkasından ve Haluk’a, genç kızın gece yarısı eve lüks bir arabayla geldiğini söyledi laf arasında. Bunu söylerken dudağının kenarına şüpheci bir kıvrım yerleşmişti.

 

O öğlen karşı apartmanda oturan Ayşen Hanım kırtasiyeye zarf almak üzere gelmişti. Sevgi Hanım’ın telaşlı bir şekilde dükkânının önünden geçtiğini gördüklerinde Haluk, başını ‘olmaz böyle şey der’ gibi salladı, Ayşen Hanım’ın meraklı bakışına, üzüntülü ve ayıplar bir tonda karşılık vererek, Sedef’in dün gece yarısı, lüks bir arabadan alkollü olarak indiğini söyledi. “Ah be Sedef! “dedi Ayşen, “o cefakâr anneye bu yapılır mı?” Sevgi hanım kim bilir nasıl kızgın ve çaresizdi!

 

Ayşen hanım akşama börek yapmaya karar vermişti, yufkacı Figen’e uğradı. Sedef’le ilgili duyduklarını Figen’e aktarırken,  Sedef’in kendinden yaşça büyük bir sevgilisi olduğunun kulağına çalındığını, geceleri sarhoş eve geldiğini, annesinin perişan olduğunu söyledi. Figen kaygılı bir iç çekişle üç kere tahtalara vurdu. Kendinin de o yaşlarda kızı vardı. “Allah akıl fikir versin inşallah” dedi.

 

Figen’in terzi Nuran’a tadilat için bıraktığı pantolonunu alması gerekiyordu. Bir araya geldiklerinde terzi dükkânında bir de çay içip sohbet eden iki kadın, Sevgi hanımın kulağını çınlattılar. Kocası ölünce ne zorluklarla, fedakârlıklarla büyütmüştü kızını. Sedef ne yapmıştı? Zengin evli bir adamın sevgilisi yapmıştı kendini. Yazık! Zaten büyük kavga etmişlerdi, kızını evden kovmuştu dün gece Sevgi Hanım. Zavallı kadının yüreğine inecekti maazallah!

 

Nuray, zahireciden dükkâna çayla şeker alacaktı. Zahireci Önder’le beş dakikalık alışveriş arasında Nuray, Sedef’in evli ve yaşlı bir adamla beraber olduğunu, üstelik hamile olduğunu öğrenen annesinin onu evden kovduğunu anlattı. Kadının kimsenin yüzüne bakacak hali kalmamıştı. Belki de taşınırdı artık buralardan kadıncağız. Zahireci Önder çok üzülmüştü, Sedef’i çocukluğundan bilirdi. “Vah vah” dedi. “Çok da aklı başında, çalışkan, annesine düşkün bir kızcağızdı. Nasıl böyle oldu ki?” diyerek kafasını salladı.

 

O akşamüstü, emlakçı Gürol’un dükkânının önüne tabureleri atmış tavla oynarlarken, Önder, Sevgi hanımın evi satıp buradan gideceğini haber verdi ve Sedef’le ilgili duyduklarını emlakçıya anlattı. Gürol, yeni esnaflardandı, Sevgi hanımı da kızını da çok tanımazdı. Onu ilgilendiren şey o anda o dairenin kaçtan satılabileceğiydi. Kafasından şöyle bir rayiç biçti, komisyonunu hesapladı. ‘Sevgi Hanım’la bir ara konuşmalıyım’ diye düşündü.

 

Akşama doğru yokuştan yorgun halde çıkan Sevgi Hanım eve çıkmadan eczaneye uğradı. O gün doktor kontrolüne gitmişti, yeni reçetesini uzattı eczacıya “doktor kalp ilaçlarımı yeniledi Metin bey, kalbim sinyal veriyor bu aralar” dedi, eczacı Metin’e. Kalfa Ali ilaçları hazırlarken bir yandan da konuşmaya kulak veriyordu. Söylentileri bilen eczacı da teselli mahiyetinde “siz sağlığınıza bakın, üzmeyin kendinizi Sevgi Hanım. Gençlikte hatalar olur, her şey zamanla yoluna girer. Her şeyin başı sağlık” gibilerinden bir şeyler geveledi. Sevgi Hanım anlamadı ima edilen mevzuu; ama sorma gereği de duymadı, yorgundu, evine çıktı.

 

Hava yeni yeni kararmaya yüz tuttuğunda, esnaf dükkânlarının önünde bahar akşamının ılık havasının keyfini sürer, laflarken, Sedef göründü yokuşun başında. Karşılaştığı aşina yüzlere, tatlı bir gülümsemeyle selam vererek evine doğru yürüyordu genç kız. Elinde manavdan aldığı bir torba erik vardı. Çok severdi eriği, görünce canı çekmiş, dayanamamış almıştı. Çoğunu çocukluğundan tanıdığı mahalle esnafının gözlerini kaçırdıkları, suratlarına anlayamadığı manidar bir ifade yerleştirdikleri, elindeki erik torbasına baktıkları, anlayamadığı fısıltıların arkasından kulağına çalındığı bir yürüyüş oldu bu.

 

Sedef tam evin önüne gelmiş, kaldırımda birini bekler gibi oyalanıyordu ki, korna çalan beyaz lüks bir araba flâşörlerini yakıp kaldırım kenarına yanaştı. Arabayı fark eden genç kız, yüzünde çekingen bir gülümsemeyle hemen arabaya yöneldi. Arabadan inen kırklı yaşlarındaki sürücü, bagajdan iki büyük torba indirip Sedef’in eline tutuşturdu ve eliyle selam verip, arabasına binip uzaklaştı. Üzerindeki bakışların farkına varmayan Sedef, elinde iki büyük torbayla evine girdi.

 

Ertesi sabah Sevgi Hanım tüm mahallenin tanıdık esnafını, yıllardır yakın ilişkiler içinde iyisini kötüsünü paylaştığı komşularını tek tek ziyaret etti. Benim de kapım çalınmıştı. Sevgi Hanım karşımda dururken, tüm söylentileri duyan ama hiçbirine inanmayan biri olmama rağmen, bu dedikodu çarkını durdurmak yönünde de bir şey yapamamış olmanın mahcubiyetini yaşıyordum. Elinde paketlerle dolu büyük bir torba taşıyordu. Hepimize vereceği küçük birer hediyesi vardı. Sesinde gurur ve mutluluk ifadesiyle şunları söyledi: “ Sedef bir tekstil atölyesinde staja başladı bu dönem, bir aile firması. Karı koca birlikte kurmuşlar firmayı. Sedef’i çok seviyor, destekliyorlar sağ olsunlar. Çalışmasını da çok takdir ediyorlar. Hatta geçen akşam geç saate kadar nakışlı havlu siparişi yetiştirmişler de, yalnız dönmesin diye eve kadar arabayla bıraktılar, inanır mısınız? Dün akşam da işledikleri el havlularından bir düzine hediye bıraktı patronu. Sana mesai veremiyoruz, çeyizine havlu verelim bari diye takılmışlar. Sedef de dedi ki, anne bu havluları hediye edelim komşularımıza. Bu mahallenin insanlarının benim üstümde çok hakkı var. Ellerinde büyüdüm sayılır. Yakında mühendis olacağım, hem çalışıyorum da. Onları da ortak edelim sevincimize, jest olsun dedi.”

 

Kendilerine hediye edilen el havlularına çok teşekkür eden mahallemizin insanları, eminim ki duydukları utancı gülümseyen yüzlerinin ardına saklayıp, “bir tanedir Sedefimiz” “ ne mutlu sizin gibi anneye” “maşallah güzel ve akıllı kızımıza” nevinden cümleler sarf ettiler. Yıkayıp pakladıkları ellerini yüzlerini, yirmi bir yaşındaki bir genç kız tarafından ince bir jestle hediye edilen o nakışlı beyaz havlulara sildiler.