https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Her sabah sosyal medya hesaplarımı dolaşırken bir kez daha fark ediyorum: Aslında hepimiz şaşılacak derecede benziyoruz. Herkes farklılık peşinde ama aynı topraktan yoğrulmuş, adeta aynı duygularla yüklü olarak doğmuşuz. İçinde kaybolduğumuz zaman ırmağı da bizi aynı su ile yıkadığından farklılaşmaya çalışırken bile benzeşiyoruz.

 

Mesela sosyal medyada önümüze sürekli yeni hesaplar çıkıyor, sayfaları inceleyip harika resimlere aldanıyor, takibe alıyoruz. Ama unuttuğumuz bir nokta var: Artık herkeseiyi resimler çekme şansı veren cep telefonları, onlarca filtre ve düzeltme programları var. Böylece farklı uygulamalardan geçen kötü resimler bile paylaşılır hale geliyor.Dolayısıyla gördüğümüz bizi aldatıp kendine çekse de altında yazılan kelimeler sahibini ele verdiğinden hala iyiyi kötüyü ayırma fırsatı sunuyor. Küp içindekini sızdırıyor ve birkaç güzel resimden sonra boş sözler ya da samimiyetsizlik göze çarpıyorsa, oyunculuk yeteneğini sergilediği gün gibi aşikârsa takip etmek içimizden gelmiyor.

 

Herkes hayatını paylaşıyor görünürde değil mi? Hayır herkes hayatının istediği parçalarını gösteriyor, arada sırada kusurlarından da bahsediyor ki, seçtiği diğer parçaların inandırıcılığı olsun ama aslında onlar da kurgunun bölümleri.

 

Görüntülerde dolaşınca herkes kurtarılmış bölge gibi mamur lakin içte depremler sürüyor.Bunu anlamak da o kadar zor değil. Kimi gözlerinde sakladığını sandığı sevilme isteğiyle,kimi seçtiği sözcüklerle kendini ele veriyor. Amaiçinden kelime nehirleri akan, özlemin sızısını yüreklere vardıranlar bile,yaralarının göstermek istediği kadarını sunuyor. Lakin görünen her şey yine de ideal ölçülerde, kıvamında. Beden olumlama hareketleri dahil, hepsi sevilebilir sevimlilikte.

 

Ya gerçekten içimiz dışımıza çevrilse ne olurdu bunu düşündünüz mü? Aslında herkesin kendinden memnun olmama sebebi içindeki kendini tanıması ve dışına yansıttığı yalan görüntünün ne kadar iyi olsa da içteki ile örtüşmediğinin farkında olması. “Yıkılmadım ayaktayım bak, harikayım” diye etrafta dolaşanların ruhlarıenkazların altında acı çekiyor.

 

Sanırım bizim eski insanlardan bir farkımız da, sevinçli anlarımızı bir fotoğraf karesine sığdırıp evde, dostlarla bir araya gelindiğinde karıştırılan albümler arasında tutmak yerine sosyal medyada depolamamız. Sunduklarımızın çok beğeni alması ve bir daha baktığımızda bize mutluluk veren anlarımızı hatırlatması yanında mutlu olunacak bir durum olduğuna başkalarının onayıyla bizi ikna etmesi.

 

Oysa hayat anlardan ibaret. Akışta kalalım derken bir yıldızın parlayıp kaybolması gibi anlar yaşatıyor hayat ama kayıp gidiyor işte, yaşanıp bitiyor, ardında huzursuzluk bırakıyor.  Çünkü biten her şey insanı üzer.

 

Bir de bu beğenilme isteği alışkanlık yaptığından insanı,yeniden aynı duyguyu yaşatacak güzellikte içerik üretme telaşına sokuyor. Aslında hepsi kendimizin kendimize kurduğu tuzaklar. Çünkü beğenildiğimiz anlar ne kadar çoksa kendimizle karşılaşmamız o kadar gecikiyor, alkışlayanımız oldukça daha çok alkış almak için aynı şeyler tekrar ediliyor.Bu kısır döngü içinde hayat geçiyor.  Görünürde her şey yolunda gidiyor, düşünecek vakit zaten yok çünkü akan bir hayat var ve bunun yanında daha çok koşturmalı ki yeni içerikler üretilebilsin. Kazanılan ilgi ve sevgi kaybedilmesin. Tabi bunun için de planlı programlı, hesaplı olmak gerekiyor.

 

Sonra bir gün bir şey oluyor, ters bir şey; hayat allak bullak… Bunu da canlı yayında paylaşıp destek toplayan çok oluyor ama o kamerayı kapattığında kendinlesin, senin ne olduğunu en iyi bilen kendinle.

 

Aslında rutinin kırıldığı bu anlar insan için şans. Tam acizliğini anlayacağı bir fırsatı yakalayacak, kendine dönüp bakacak, neleri yıkıp nasıl toparlayacağı konusunda kendi üzerinde çalışacakken kolay olanı hatırlıyor ve yine görünme derdine düşüyor.

 

Derinlemesine ilgilenmesi gereken yaralarını günlük beğenilerden oluşan basit pansumanlarla geçiştiriyor. Yaralara zamanında doğru bakım yapılmadığı için derinleşip tedavi edilemez hale geliyorlar.  Sonra da, bütün vücudu sarıyor zaten içten içe çürümüş ruhuyla beraber bedenine de zarar vermeye başlıyor.

 

Bir de az paylaşım yapıp sürekli gözleyenler var. Onlar daha da korkak, ya da kötü görünmeye hiç tahammülleri yok.Çünkü kendilerinden zaten memnun değilken bir başkasının yargısına daha kendini açmak istemiyor. O nedenle havalı görünmek adına az fotoğraf paylaşıyor. Onlarca fotoğraf çekip hangisinin daha iyi olduğuna bir türlü karar veremeyen ya da küçük şeylerle mutlu olunmayacağını düşünüp paylaşım yapmaktan korkan ergenler ve hep ergen kalanların da görünerek kendini saklayanlardan farkı yok aslında. Herkes her şeyin farkında!

 

İçimizin dışımıza çevrileceği gün gelmeden ya da duvara toslamadan bu cesareti kendimiz için kuşanmalıyız. Görünen, göstermeyi seçtiğimiz yanlarımız için alkışları unutup kendimizin gölge yanlarına ne kadar ışık tutabiliriz buna bir bakmalıyız.Yoksa herkesin mutluluk oyunu oynadığını bildiğimiz bu dünyadan kendimizi kandırmış olarak ayrılacağız. Kalbinin kanmadığı, gönlünün tatmin olmadığı kısa mutlulukları huzura tercih etmek hazzı erteleyemeyip elindeki bütün şekerleri bitiren, sonra diğerleri şekerlerini yemeğe başladığında eli boş kalan çocuğun haline düşürür bizi.  Sonu ya içine düşülen kuyuda ruhunu aradığın hastanede ya da bir hışımla vaktinden önce toprakta biter.

 

Zaten bir gün toprak olacağız,o yüzden gitmek için acele etmeye gerek yok. Görünsün ya da görünmesin dengede olmayan herkesin toprağında sorunlar var. Her yanı sarıp bitkileri öldüren mantarlarla mücadele etmeli kimi. Bazısı arzunun akışkanlığı ile bataklığa dönmüş topraklarının ıslahına çalışmalı.

 

Susuzluktan çatlayan, yalnızlıktan kuruyanlarına ferah verecek yağmurlar gelene kadar kendi de sondajlarla gayrette olmalı.

 

İlla bir gün o gönül toprağı, taşları temizlenip kazıp havalandırıldığında, içindeki yer altı kaynakları tespit edilip gizli kalmış sulama kanalları bulunduğunda bereket fışkırtacak hale gelecek.

 

İşte o zaman oradan yarına kalıcı umutlar besletecek fidanlar yetişecek.  Yaşarken toprak olmaya, bereketi bulmaya hala fırsatımız var. Hasatı biz yapamasak, o ağaçların gölgesinde oturup dinlenemesek de en azından gönlümüzü mamur etmenin huzuru ile toprağa karışırız. Görünmeye çalıştığımız ama olmadığımız halimizin iç sıkıntısı ile değil…