https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Türk sanatçılarının ilham perisi İstanbul’a, Ernest Hemingway’den Pierre Loti’ye dünya edebiyatının önemli isimleri de eserlerinde yer verdi.
Kimi kahvehaneleri tasvir etti, kimi onu ele geçirmek gibi ütopik hayaller kurdu, kimiyse büyük şeyleri anlatmak için arada mesafe olması gerektiğini savundu. Dünya edebiyatında İstanbul nasıl yer aldı? İşte cevabı;

1- Edmondo De Amicis

Bizden biri gibi
İtalyan yazar Edmondo De Amicis, ‘İstanbul’ kitabında, 1874 yılının şehrini şöyle anlatır: “Abdülaziz hazretlerinin, karşılığında Anadolu’da bir vilayeti ödül olarak bana vermeyi teklif etse bile, bu imparatorluğun başkenti hakkında 10 satırı bile bir araya getirmeyi beceremezdim; büyük şeyleri anlatmak için arada mesafe olması gerektiği ne kadar doğrudur! Onları daha iyi hatırlamak için, önce unutmanız gerekir. Dahası insan, penceresinden Boğaziçi’ni, Üsküdar’ı ve Olimpos Tepesi’ni gördüğü odada nasıl yazı yazabilir ki?”

 *“Mısır Çarşısı’ndan çıkınca yol, gürültülü bakırcıların, havayı tiksindirici kokularla dolduran meyhanelerin, bir yığın isimsiz objenin üretildiği, loş, kuytu ve hücreye benzeyen binlerce dükkanın sıralandığı bir sokaktan geçip Kapalıçarşı’ya ulaşır. Ancak çarşıya ulaşmadan üzerinize çullanmaya başlarlar; kendinizi korumak zorunda kalırsınız. Büyük giriş kapılarına 100 adımlık mesafede, haydutları andıran tüccarların tellalları, tellalların tellalları durmaktadır. Yabancıları hemen tanırlar, çarşıya ilk kez geldiğini anlamaları yetmezmiş gibi, genelde hangi ülkeden geldiği konusunda da doğru tahminde bulunurlar; kullanacakları dili seçerken yanıldıkları görülmez. Fesleri ellerinde, yaklaşır ve gülümseyerek emrinizde olduklarını söylerler.”

* “Evlilik hayatının şartları, kocanın gelir düzeyine bağlı olarak farklılık gösterir. Zengin adam, evinde karısından ayrı ve kendi düşünceleriyle yaşar. Çünkü hem sadece karısının kullanacağı bir daire açmaya gücü yeter, hem de dostlarını, misafirlerini, dalkavuklarını, eşleri görülmeden ve rahatsız edilmeden ağırlamak istediği için, ayrı konuta ihtiyacı vardır. Orta sınıf Türkler, ekonomik nedenlerden karısıyla yakın yaşar ve onu sık görür. İlişkileri dostanedir. Son olarak, fakir Türkler vardır ki, onlar eşlerinin ve çocuklarının yanında yer, içer ve zamanlarının büyük kısmını aileleriyle geçirirler. Yani servet insanları uzaklaştırırken, fakirlik birleştir.”

 *“Bizler için dinlenmek sadece işe ara vermek demektir; onlar içinse çalışmak dinlenmeyi askıya almaktır. Ne pahasına olursa olsun, en önemli şey günün büyük kısmında pineklemek, hayal kurmak ve tütün içmek, geriye kalan zamanda hayatlarını kazanmak için bir şeyler yapmaktır.”

 2- Dostoyevski

“Dünyanın en önemli yeri…”
Dünya edebiyatının hep gerçeği arayan ismi Dostoyevski, her ne kadar Türkler için “Salyangoz millet” demişse de, Türk atasözlerine değer vermiş bir yazar. 1895’de yazdığı ‘Bir Yazarın Günlüğü’ kitabında Slavların “İstanbul er ya da geç bizim olacaktır” söylemini savunan yazar, İstanbul’u Ortodoksluğun merkezi olabilecek bir kent olarak görür. Bunu, ‘Ütopik Tarih Anlayışı’ başlığı altında şöyle dile getirir: “İstanbul ve Haliç, dünyanın en önemli siyasi merkezidir. O zamanlar Petro, Petersburg kentini kurmak yerine, İstanbul’u ele geçirmeyi düşünseydi, bana öyle geliyor ki, sultanı darmadağın edecek kadar gücü olsaydı bile, kimi nedenlerden bu düşüncesinden vazgeçerdi, çünkü zamanı değildi ve Rusya’nın yıkımıyla sonuçlanabilirdi.”

 * “Şimdi Rusya, İstanbul’un başkenti olamayacağını anlıyor, oysa Petro 200 yıl önce İstanbul’u ele geçirdikten sonra başkenti mutlaka buraya taşırdı ve bu Rusya’nın felaketiyle sonuçlanırdı! Çünkü İstanbul Rusya’da değildi, Rusya olamazdı. Eğer Petro bu yanlışa düşseydi, yakın ardılları kesinlikle ayakta kalamazdı. (…)

* “İstanbul’un Yunanların mirası olduğunu kabul etmek mümkün değil. Dünyanın en önemli yeri İstanbul, sadece Yunanlara bırakılamaz; ayrıca onlara büyük gelir.”

* “Yeri gelmişken, ne olur ne olmaz diye, burada bir Türk atasözünü aktaracağım: ‘Eğer hedefine doğru giderken yolda durup sana her havlayan köpeğe taş fırlatırsan, hiçbir zaman hedefine varamazsın!’”

3- Ernest Hemingway

“Rakı o kadar sert ki mezesiz içmek olanaksız”
Ernest Hemingway’in notlarının bir araya toplanmasıyla oluşturulan ‘İşgal İstanbul’u’ isimli kitabı, savaşın nedenleri, sonuçları ve sonrasına ait gözlemlerini barındırır.

* Hemingway, 30 Eylül 1922’de ‘The Toronto Daily Star’ gazetesine gönderdiği yazıya, İstanbul’u kaldırım kahvelerinde nargile içenlerden balıklı rakı sofralarına, sokaklardaki başıboş köpeklerden gece kulüplerinin kaçta açılıp kapandığına kadar anlatarak giriş yapar.

 * 30 Eylül 1922’de kaleme alınan satırlarsa şöyledir: “İstanbul’da kaç kişinin yaşadığını kimse bilmiyor. Şimdiye kadar sayım yapılmamış. 1.5 milyon insanın yaşadığı sanılıyor. Yağmur yağmadığı zaman o kadar toz oluyor ki, köpeklerin ayaklarından sanki havaya toz bulutu yükseliyor. İnsanlar da ayak bileklerine kadar toza batıyor ve rüzgar esti mi, arada bulut oluşuyor.”

 *  “Türkler günün her saati dar yolların kenarlarındaki kahvelerde oturup nargile fokurdatıyorlar, bir yandan da insanların midesini yakıp kavuran rakılarıyla yudum yudum demleniyorlar. Bu içki o kadar sert ki, yanında meze olmadan içmek olanaksız gibi bir şey.”

4- Pierre Loti
Batıya karşı Türkleri savundu
Fransız yazar Pierre Loti, İstanbul’da kaldığı yıllarda başına fesini takıp Eyüp’teki kahveye gelir, saatlerce oturur ve nargile içerdi. ‘Aziyade’ romanını da burada yazan Pierre Loti, bugün o kahveye ismini veren büyük bir yazar. ‘Can Çekişen Türkiye’ isimli kitabında, Avrupa’da Türkler hakkındaki “Kıyıcı ve barbar millet” iftirasını yıkmaya, yok etmeye gayret etmişti yazar. İstanbul’da 1911’deki yangından mahvolan insanları gösterip öfkesini dile getiriyordu: “Hıristiyan milletlerin hiçbiri ‘Yeter, acıyın! Yapmayın!’ diyerek ortaya çıkmayacak. Anlaşmaları, sözleri çiğneyerek hepsi avın üzerine saldırmaya bakıyor. Gür sesle “İnsaf edin!” diye bağıran yok. Bir tek kişi bile yok. Utansınlar! Avrupa utansın, sözde Hıristiyanlığı utansın!” Türk dostu yazar ayrıca, yazışmalarında Ermeni soykırımı iddialarına karşı Türkiye’nin tezini savunuyor. Azınlıkların, Batılı devletler tarafından kışkırtıldığını söylüyor, cemiyetlerin aldığı dış yardım ve yönlendirmelerle ayaklanma çıkardığını vurguluyor.