https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Nuri İyem’in resimlerinde gördüğümüz Anadolu insanı figürleri,aynı Anadolu toprağından yapılmış kilden heykellerin türkü gözlü alegosidir adeta. Onun alegorileri Gustav Klimt’in Heykel Alegorisi isimli resmindeki sembolist-sentetik şiirsellikten farklı olarak, köklerini topraktan alanve bu yüzden daha organik ve toplumsal-gerçekçi diyebileceğimiz şiirsellikte alegorilerdir. Resimlerine baktığımızda hissettiğimiz doygunluk ve lezzetin sebebi işte bu sözünü ettiğimiz organikliktir.

Onun resimlerine hayran olan Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Nuri İyem için “Yaradılış mucizesi” ifadesini kullanmıştır. İyem’in şiirsel resimleri ne kadar sade olurlarsa olsunlar sonuçta birer resimdir. Ve diğer tüm resimler gibi birtakım sırlar barındırırlar. Peki resim sanatındaki yapıtların sırrının kaynağı nedir? Çerçevenin içindeki kompozisyon bizim o resme baktığımız uzamın dışındadır. Dolayısıyla kendi zamanını ve mekanını yaratmıştır. Bizim olduğumuz zaman-mekan boyutu ile resmin olduğu zaman-mekan boyutu arasındaki uçurum çerçevenin içindeki kompozisyonun bize koyduğu mesafedir. Bu mesafe ise hem ulaşılamaz hem de kat edilemez gizemli bir yol gibidir. Resimler kendi sırlarını sözünü ettiğimiz bu gizemli bölgede saklarlar. Üstelik bu sırları sonsuza kadar da açık etmezler. Sırların bilinmezliği resmi çekici yapan unsurlardan biridir, belki de en önde gelenidir.
İşte tam da bu sebepten ister barok, ister modern, ister minimal tarzda döşenmiş olsun şık bir odanın duvarına asılı bir saat ile aynı odanın duvarına asılı tabloların estetik de olsa bir ironi içinde olduğunu düşünürüm. Saat odanın içinde dönüp duran zamanın düzenli adımlarını hiç sekmeden sayarken odanın içindeki mekaniğive şeffaflığı temsil eder. Tabloya  baktığımızda ise zamanın o çerçevenin içinde müphem bir sessizlikle donmuş olduğunu görürüz. O yüzden tablo o odadaki tinselliği ve sırları temsil eder. Tablo, sanki odanın içindeki bu mekanik döngüye nazire yaparcasına kendi tinsel florasını oluşturmuştur.

İyem’in resimleri kendi ulaşılmaz sırlarını saklamakla birlikte bir yönüyle de son derece açık sözlü ve alçak gönüllü anlatımlara sahiptir.  Bu büyük ressamın resimlerine her bakışımızda çerçevenin içindeki sadeliğin alçak gönüllü kükreyişini duyarız. Anadolu’nun sesidir bu evcil kükreyiş. Haşmeti ve ikna gücü  sanatın şiddetli etkisini yansıtırken, abartısız ifadesi sanat ile toplum arasında kurulan narin ilişkinin tertemiz hammaddesidir. Ekspresyonist (dışavurumcu) ifade bile onun resimlerinde bir amaç değil araçtır. Keza konturleri ve konturlerin oluşturduğu hacmi ortaya çıkarırken kimi zaman formları bozan bir yapı görünür resimlerde. Ancak bu form bozma ekspresyonist bir biçimcilikten ziyade, resme aşık bir ressamın izleyicisi ile iletişim kurma çabasıdır. Onun ekspresyonizmi bu bağlamda amaç değil bir araçtır. Örnek vermek gerekirse tarlada çalışan kadınların elleri olması gerekenden büyüktür ve Anadolu kadınının emek odaklı yaşam mücadelesi imler. Kimi resimlerinde evin erkeği diğerlerinden boyca çok daha uzun, cüsse olarak çok daha iridir. Erkeğin bu yapısı rasyonel ifadenin dışına çıkar ve Anadolu erkeğinin aileyi maddi olarak ayakta tutan misyonuna atıf yapar. Akılalmaz boyutlara ulaşan tasvir gücünün sırlarından biri de yine ekspresyonist ifadenin verdiği renk kullanma serbestliğini kullanma biçimidir. Ve kendine has ekspresyonizminin en etkili yönlerinden biri olarak çerçevenin içinde vücut bulur. Bu bağlamda rengini topraktan alan armoni onun resimlerinde insan tenine kadar nüfuz eder ve yazımın başında ifade ettiğim şiirsel alegorinin rengi haline gelir.

1941 tarihinde yapılan Liman Sergisi Nuri İyem’in toplumsal gerçekçi olarak ifade ettiğimiz resim anlayışının sergi anlamında ilk basamağıdır. İyem ve arkadaşları bu sergi için resimler yapmaya başlamadan önce balıkçılarla vakit geçiriponlarla empati yapmaya çalışırlar. Ve son derece başarılı sonuçlar elde ederler. Liman Sergisi ve sonrasındaki yenilikçi yaklaşımlar kimi zaman sert biçimde eleştirilir. Ama eleştirilerbu yola baş koymuş Nuri İyem’ive arkadaşlarını aslayolundan geri çeviremez. Zira bir sanat eseri kimi zaman eleştiri aldığı ölçüde değerlidir ve günceldir. Liman sergisini dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de ziyaret eder üstelik. İyem ve arkadaşlarının balıkçılarla vakit geçirmesi resimlerinin gerçekçi yönünü ortaya çıkaracak empatiyi kuvvetlendirme adına dikkate değerdir. Çünkü resim yapılırken eğer izleyiciye bir duygu geçişi olması hedefleniyor ise resmi yapılan figür ile oluşturulan empati ve bu empatinin tuvale yansıtılması hayati önem taşır. Üstelik İyem ve arkadaşlarının yakalamaya çalıştığı bu empatinin geldiği nokta o dönemde Türk resim çevrelerinde hakim olan “d Grubu” ressamlarına ve Akademiye” de bir tepkidir. Hatta bir adım daha öteye gidersek Tolstoy’un süslü fahişelere benzettiği 18. Yüzyıl neoklasisizmine ve sonrasında gelen Akademi Sanat’a üstü kapalı bir tepki olarak da görülebilir kanaatindeyim. Keza Nuri İyem AkademikSanatı sıkıcı bulduğunu açık açık belirtir.

Anlaşılan 19.Yüzyıl’dan, 20.Yüzyıl’a geçiş aşamasında klasik sanatta giderek daha çok artan tasvirselliğin ulaştığı nokta İyem’e yeterli gelmemiştir. Gelmemesi de gayet normaldir çünkü bu anlatım asla organik olmayan ve yazımın başında belirttiğim gibi sentetik şiirsel bir anlatımdır.

Liman sergisinde gölge, renk gibi resim unsurlarının biçimsel kullanımı asla ön planda değildir. O dönemlerde son derece revaçta olan kübizmin tuvali geometrik parçalara ayıran yaklaşımından ise son derece uzaktır bu resimler. Maksat tuvallerin üzerine balıkçıların hayatını anlatan gerçekçi resimler çizmektir. Amaç toplumdur ve resimler insan odaklıdır. Liman sergisi ressamlarından Nuri İyem’in de yakın arkadaşı olan Mümtaz Yener’in sergi ile ilgili sözlerine kulak verelim:

“Sadece güzel renk ve güzel çizgi ile resim sanatı yapılamaz. Bizim gayemiz güzel renk ve çizgi ile cemiyet hayatını canlandırmaktır. Bunun için hep beraber limana gittik. Liman işçisi arasında uzun müddet kaldık. Maksadımız onların yalnız yüzlerine bakmak ve çalışma tarzını görmek değildi. Onların psikolojisini de tetkik ettik.”

İyem’in sanatının böylesine kabul görmesinde ve Türk insanını resim sanatı ile barıştıracak seviyelere kadar gelmesinde sadece yeteneği etkili değildir tabii. İyem’in resimlerine her baktığımızda estetik mutluluğun yanında kendi hayat hikayemizden de parçalar bulmamızın kök sebebi bir önceki paragrafta sözünü ettiğim empati ve gerçekçiliği tuvale yansıtma gücünde yatar. Anadolu insanın iç çığlığını duyduğumuz bu üstün nitelikli yapıtların oluşmasında İyem’in akademide karşılaştığı hocası Levy’nin de payı büyüktür. Levy Türkiye’ye akademide eğitim vermek için davet edilir. Bunun yapılmasındaki amaç Türk resmini çağdaş seviyelere çekmektir. Bu çağdaşlamanın ise modern sanat akımlarının (kübizmi empresyonizm v.b.) ders programına dahil edilmesi ile mümkün olacağı düşünülmektedir. İşte bu noktada Levy’den sihirli bir dokunuş gelir. Modern sanatların eğitim programına dahil edilmesini şiddetle reddeder. Onun isteği sanatçının kendi içindeki cevheri ve potansiyeli keşfetmesi ve öznelliğini ortaya koymasıdır. Bunu yapmak için öğrencisi olan ressamlara özgürlük tanır. Gerek konu, gerek biçim yönünden tanınan bu özgürlük sanatçının en iyi yaptığı resmi bulmasının ve kendi keşfi doğrultusunda sanat hayatına atılmasının ön koşuludur. Söz konusu özgürlük sayesinde ressamlar akademilerin sınırlayıcı ortamında kalmayıp başlarını kaldırabilecek ve çevre ile hatta toplum ile kimyasal bir bağ kurabileceklerdir. İyem’in toplumsal gerçekçi resminin özünde kendi içsel yolculuğu sonucunda ulaştığı hazinesi yani insan sevgisi vardır. İnsan sevgisi sayesinde insanlarla kimyasal bağ kurabilmiş ve üstün yeteneği ile bu bağı tuvallere yansıtabilmiştir.

Yeniler Grubu ikinci sergisini açar. İyem yine tepkiler ve saldırılarla karşı karşıya kalır. Takip eden süreçlerde nelerle karşılaşmaz ki. Kimi zaman resimleri polis zoru ile sergi salonundan çıkarılır. Kimi zaman kasıtlı şikayetlerle tutuklanır. Kimi zaman da bekçiler onu önceden belirlenmiş binaların içine sokmazlar. Sergiler, sıkıntılar devam ederken beğeniler de devam eder tabii. İyem 1944 yılında Akademi’nin Yüksek Resim Bölümü’nden birincilik ile mezun olur. Birinci olanın Avrupa’ya gideceği haberi onu çok heyecanlandırır. Ancak bu asla gerçekleşmez. Resim ve Heykel Müzesi’ne atanır. Seramik sanatçısı Nasip Özçapan ile hayatını birleştirir. Aynı yıl kızı Müjde dünyaya gelir, altı yıl sonra 1950 de ise oğlu Ümit. Eşi Nasip Hanım’ında yardımı ile sıkıntılı süreçleri birlikte göğüslerler ve sanatın onlara verdiği güçle hepsinin üstesinden gelmeyi başarırlar. İyem bu süreçte hayatını resim yaparak devam ettirmeye karar verir. Bu kararını da ömrü boyunca başarı ile uygular. Bir sonraki yazımızda ‘Yaradılış mucizesi’ Nuri İyem’in bu güzel masalını size dilim döndüğünce anlatmaya devam edeceğim.

Kaynaklar:

  1. Kıymet Giray, Nuri İyem (İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998)