https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

İçinde, kendimi tutsak ettiğim bir sokakta öylece kaldırım taşına oturmuş hiçlikle savaşıyordum. Bütün sokak sesliydi ama ben tüm sesleri kısmıştım.Nasıl yapabildiğimi sorma! İşte bu sessizliği bir solukta ta içime çektim. Sanki bütün evrene bu sokağın gözüyle bakıyordum. Gogol’ın hikâye kahramanı Piskarev gibi “Tanrım, acı bana! Acı ve bir an için onun yüzünü göster!” diye inliyordum. Bakışlarımdaki anlamların darmadağınıklığını sanki sokaklardan topluyordum. Ne bu sokağın adını, nede kendi adımı anımsıyordum, ama aklımın içinde bir isim vardı ki, unutamıyordum. Sadece bir isim, yüreğime harfleri kazınıyordu. Acıtıyordu.
Sokakta, solgun mehtabın puslu ışığında parke taşlarını sayarak yürüyordum. Her bir taşa sanki kendimden parçalar bırakıyordum. Yıllarca aradığım ‘anlamı’ denize düşürmüş bir yoksula benziyordum. Hiçbir şeyin benim için bir manası olmadığını, ama yine de her şeye dâhil olduğumu hissediyordum. Sokaklarda öylesine dolaşıyordum.
 Birden uzaklardan gelen hüzünlü bir melodi kulaklarıma değiverdi. Sesin sahibini tanımasam da sesinde bana değen bir şeyler vardı. Bir şarkı ancak bu kadar içten söylenebilirdi.  Ayaklarım ister istemez sese doğru gitmeye başladı. Onları kontrol edemiyordum. Tıpkı sana ait duygularımı kontrol edemediğim gibi… Çok öfkeliydim sana, çok kızgındım,ama yine de seni görmek istiyordum.
Sokağın köşesini dönünce gözleri iri iri açılmış bir adamla burun buruna geldim. Sökülmüş ruhunu arıyor gibi bir hali vardı. Korktum. Yürümemisürdürdüm, ama adamın arkamdan baktığını hissediyordum. Adımlarımı hızlandırarak oradan uzaklaşmaya çalıştım. Başka bir sokağa saptım. Bu sokağın sağı solu barlarla doluydu. Yine o hüzünlü sesi duymaya başladım, bu sefer yakınlardan geliyordu ses… Bir barın önünden geçerken aradığım sesin içerden geldiğini anladım. İçeri girip girmeme konusunda tereddüt ettim ve karşı kaldırıma oturmaya karar verdim. Ben oturur oturmaz şarkı birden bıçak gibi kesildi. Uzun bir süre bekledim ama şarkı tekrar başlamadı. Oturduğum yerden kalkıp, bara girdim. Şarkıyı kimin söylediğini merak ediyordum. Ortam çok kalabalık sayılmazdı. Sahnede şarkı söyleyen kişiye baktığımda, yüzü çok tanıdık geldi. “Nereden anımsıyorum bu yüzü” diye kendi kendime sorular sormaya başladım. Karakteristik özelliği olan yüzleri asla unutmuyordum. Ah birde seni! Şarkıcının yüzünde öyle bir çizgi vardı ki, ona baktığımda nedenini bilmediğim bir sızı oturdu yüreğime.
Arkalarda boş olan bir masaya oturdum. Bir garson yanıma gelip ne içmek istediğimi sordu. “Bira” dedim. Bekliyordum ama bir türlü şarkı söylemiyordu. Makyajı akmıştı ama hala güzel gözüküyordu. Dudaklarının kenarlarındaki çizgiler yorgun yüzüne tutunmaya çalışıyordu. Birden onu geçmişin sayfalarından, bekleyeni olmayan acılı yalnızlığından tutup “Kader” dedim. İkimizi Lisenin bahçesinde bir köşede otururken gördüm. Ağlıyordu. Gözlerinin içi ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. “Ne oldu sana Kader” sorularına cevap vermiyor, ağlamaya devam ediyordu. Yüzünü ellerimin arasına alıp “Ne oldu, anlat” demiştim. Mırıldanır şekilde “Her şey bitti” demiştin. “Ne bitti?” diye sormuştum. Susuyor bir türlü cevap vermiyordun. Birden bana sarıldın.  “Beni yalnız bırakma. Bir gün düşersem beni tutar mısın?” dedin. Ebetteki tutarım, ama sen hiç düşme” dedim. Kulağıma fısıldar gibi “Babam bana dokundu. Bütün bedenim ağlıyor, özellikle dünyaya umutlu çocuklar doğuracak yerim” demiştin.  Nasıl içim acımıştı. Birden gözlerimin önüne babasının salyalı ağzı gelmişti.  Babasının bakışlarında insanı rahatsız hissettiren bir şeyler vardı. Bir baba kızına böyle bir kötülüğü nasıl yapabilmişti? Aklım bir türlü almıyordu.
Akşam eve geldiğimde anneme anlatmıştım. “Onunla bir daha görüşmeni istemiyorum” demişti. Annem ertesi gün Kader’in babasını şikâyet için polis karakoluna gitmişti. Bir saat sonra Kader ile babasını polisler getirmiş. Babası inkâr etmiş. Kader de umutsuz bir yüz ifadesiyle “Babam bana bir şey yapmadı, ben şikâyetçi değilim” demiş. O günden sonra Kader bir daha okula hiç gelmedi. Bazen sokakta karşılaştığımızda, koşarak uzaklaşıyordu benden. Onun durumuna ne kadar üzülsem de bir şeyler yapamıyordum.  Kader’i, babası başından savmak için uzak bir memlekette yaşayan yaşlı bir adama vermişti. Evlendikten sonra Kader’i bir daha hiç görmedim.
Enstrümanlar birden yeniden çalmaya, Kader de söylemeye başladı. Sezen Aksu’dan dinlediğim “Kavaklar” şarkısıydı.
Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala, hala durmadan kanar

Kendi kaderimle yüzleşmeye çalışırken ben, Kader’le bakışlarımız çakıştı ve iki damla yaş yanaklarından sol yanına düştü. Benim sol yanım ıslandı…