Annem “Sen uyuyana kadar yanındayım” der ve saçımı okşayarak uyuturdu beni. Elleri, saçlarımın arasında gezinmeye başladığı vakit, aklımın uçsuz bucaksız yemyeşil çimenliğinde de kelebekler uçuşmaya, kuzular otlamaya doğrulurdu.
Evden acele ile çıktım. Evle sokak kapısı arasını kaç saniyede geçip, beni ana caddeye götüren sokağa girdiğimi hatırlamıyorum. Hava yine rüzgarlı, bu rüzgarlı havayı sevmeli mi yoksa ondan nefret mi etmeliyim, bilmiyorum.
Bizim buralara yine memleketin diğer illerinden erken gelen yaz mevsimini yaşadığımız o sabah, tam da Neyran ablalardan dönüyordum. Kestikleri tavuklardan birini de bize vermek için çağırmıştı beni.
Kuytuların susuz gecesi,
Et kalabalıklarında, devinimsel hızla bir sıfır önde aşk
Mürekkebin izini takip eden ihtiyar bir adam vardı. Bulutlardan bir adamdı. Her tarafı yağmurdu. Yanımdan geçti. Her yer nemli bahar toprağı koktu. Her yer çiy ve çim koktu. O bulut adam gitti incir altındaki gölgeye bağdaş oturdu.
son kuşları da vurdular dağlarda,
kasveti düştü ayın toprağa,
ordan suya.
Uyandı gecenin alacasında, uzaklardan gelen davetkar kızıl ışık kamaştırdı gözlerini, yürüdü ışığa, karanlıkta zorla seçilen kedi dolandı ayaklarına, adımları birbirine eş vardılar mağaraya.
Lala Lala!
Bırak kurusun sol elim,
Çarpık bakışlarımla beraber,
Artık ben bir değirmenim,
Çaresizlikle başımı ellerimin arasına aldım. Ağlamak istedim sadece. Belki saatlerce… Yapayalnız bir odada, boğucu bir bunalım ve aradığını bulamama duygusuyla baş başa… Camdan sarkan bir köpek gibi, pencereyi açıp etrafa küfürler savurdum.
Deniz kıyısında tepede güneş etrafa saçılmış kağıtlar ve bacası tüten evin savrulan külleriyle griye boyanmış sayfada bana bakan kediye baktım. Cebimde kalan son paramı da kitaba verdim.