https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Gün, henüz ağarmak üzereydi.  Geceyi kesik uykularla geçirmiştim. Yoğun iş temposunun yorgunluğu üzerime sinmiş gibiydi. Havaların ısınması, mevsim değişimleri her yıl üzerime ayrı bir ruh hali yüklerdi. Haftalarca bedenim bu değişimlere alışmaya çalışır ama bir türlü eksenini doğru yörüngeye çevirmeyi başaramaz, sarhoş misali ayılıp bayılıp  evin bir köşesine  kamp kurardım.  Yatağımda doğrulup derin bir nefes aldım.Gözlerimi bahçeye açılan verandaya sabitledim.Hava yeni yeni aydınlanmak üzeydi. Sendeleyerek kalktım yatağımdan, doğru banyonun yolunu tuttum. Ilık bir duş ferahlamaya yeterdi beklide.
Tenime dokunan her damla yenilenmişlik hissi yaratıyor gecenin kasvetini, uykusuzluğunuyok ediyordu. Yarım saat sonra tazelenmiş bir şekilde, verandadaki geçen gün eskiciden alıp henüz yüzletmeye vakit bulamadığım sandalyeme kuruldum. Elimde sıcak kahvem, henüz kirlenmemiş havayı soluyordum kuşların cıvıltısında. Islaksaçlarım, esmeye başlayan meltemden naibini almış, yavaşça yüzüme doğru bırakıyordunemini. Tenimde güneşin izi…İçerigeçip saçlarımı havlu ile kurutup ensemde topladım.  Üzerime beyaz bir badi ve siyah bir tayt geçirip, yürüyüş için hazırlandım.  Güne yürüyüşle başlamak küçüklüğümden kalma bir alışkanlık, annem ve babamla geçirdiğim en keyifli anlarımdı.  Onların yokluğunda ne zaman bu verandanın merdivenlerinden ormanın içine doğru adımlasamtoprağı, onlarında ayak izleri benimkilerin yanısıra eşlik eder.
 
Bu evi, yıpranmışlığına rağmen hala elden çıkartamayışım ya da dostlarımın ”yenile bari artık şu evi” zırvalıklarına kulak asmayışım, değişen her kösede her yenilikte bir anıyı siliyor olma korkumdan başkası değil.  Eskimişlik; yaşanmışlıktır, hayatta bırakılan izdir. Anımsamak yerine, baktığın her yerde sevdiklerinin varlığını o ilk günkü gibi görmek, bulmak; aynı tatta, lezzette yaşmaktır. Yüzümde kocaman bir gülüşle annemle babamın ayak izlerini de benimkilerin yanına alarak ormanın derinliklerine doğru yolaldım.  Bir elimde annem bir elimde babam, tıpkı eskiden oluğu gibi kulaklarımda tatlı sohbetleri, nehrin kenarına varmıştım. Sessizliğin, huzurun simgesi gibi ışıldıyordu sakın suları güneşin altında. Banka oturdum. Meltem hafifhafif esiyordu. Saçlarımın esirliğine bir son verip, gözlerim kapalı sol elimle tokanın düğümünü çözdüm. Küçüldüm bir anda. Ayaklarım yerden kesildi ve bir el yüzümde sıcacık, yumuşacık. Annemin elleri… Sonra bir dokunuş sağ yanağımda babamın şefkat dolu öpücüğü… 
 
Çocukluğuma değildi bu özlem. Bir bütünün,  bir sevginin parçası olma ihtiyacıydı. Sevebilme, sevilmenin verdiği güvene duyulan ihtiyaçtı. Aylar olmuştu gelmeyeli buraya işlerimin yoğun trafiğinden dolayı. Anlık bir kararla iyi ki izne ayrılıp,yazlığa atmıştım kendimi. Gerçi bu mevsim geçişlerimde kimseler ayak basmazdı buraya ama bazen sessizlikte anılarla baş başa kalmakkadar haz verici bir şey yoktur. Zihnimde güzel anlardan arkası arkasına seyir eden geçit töreni, nehrin sakin akan ışıltılı berraklığında yaklaşık bir saat kadar oturdum. Artık, gitme vaktiydi. Yarın sabah yeni anılar eşliğinde tekrar bu saatlerde burada olurdum nasıl olsa.
 
Eve doğru yürümeye başlamıştım ki, ağlama sesine benzeyen bir ses dikkatimi çekti. Kimseler yoktu ki burada diye geçirdim içimden.  Birkaç adım attım tekrardan, yine o ağlamaya benzeyen  ses… Kuş sesi böyle olmazdı, çocuk desem henüz hiçbir aile bu mevsimde yazlıklara adım atmazdı. Dönüp etrafıma baktım olduğum yerde. Bir sağa, bir sola döndüm. Ne biri vardı ne de her herhangi bir şey.  Ayak bileğimde bir acı hissettim aniden. Bu da neyin nesiydi. Arkama döndüm o acıyla, gözlerim yere doğru kaydığında, acının sebebini ve o ağlamaya benzeyen sesin ne olduğunu keşfetmiştim. Bir çift küçük göz ve bir çift beyaz patiyle…Demek ki, sesini duyuramayınca minik bir ısırık almayı denemişti bu pamuk yumağı köpekçik. Nerden çıkmıştı ya da nerden gelmişti? O kadar küçüktü ki nasıl tutmam gerektiğini bilemedim önce yanına doğru eğilirken,  ama o zaten çoktan hazırdı kollarıma gelmeye. Kucağıma aldım. Göğsüme dayadım. Sıcaklığımı hissederse daha güvenilir bulur diye ellerim tüylerinde konuşarak eve yöneldim.  Tek başıma gittiğim yolu şimdi bu şirin arkadaşımla adımlıyordum. Vücudumun sıcaklığından mı yoksa kendini güvende hissettiğinden midir bilmem ama yolun yarısında gözlerini kapatmış kollarımın arasına gömülmüştü. Ne yapacaktım bu minikle, nasıl bakacaktım?
 
Onu verandadaki sandalyenin üzerine bıraktım. Sonra içeri girdim babamdan kalma eski ahşap masanın üzerine bıraktığım bilgisayarımı açtım. Araştırmaya koyuldum. Eğer ona bakacaksam, onunla ilgili bilgiler edinmeli doğru adımlarla ilerlemeliydim. Saatlerce süren araştırmalardan sonra  küçük dostum hakkında  nerdeyse her şeyi öğrenmiştim. ilk başlarda biraz zorlanacak olsam da bu işin üstesinden gelirim diye birazcık cesaretlendirdim kendimi, o ise masanın altındapatileriyle  uyandığının sinyallerini  veriyordu.  Bugünlük kendim için hazırladığım yemeğimi onunla paylaşabilirdim. Yarın içinse  şehreinip önce veterinere sonra da onun için gerekli malzemeleri almak için  petshopların yolunu tutabilirdim gönül rahatlığı ile. Alacaklarımın listesini yapıp küçük bir yere not ettikten sonra miniğimin yemeği hazırlayıp, verandaya ilerledim. Gecenin güzelliğini onunla paylaşmak, ilk gecemiz için harika olacaktı. O yemeğini yerken bende sandalyemde geriye doğru yaslandım. Gökyüzünü yıldızlar süslemişti. Gelişimizi, tanışmamızı kutlar gibiydiler. Eski eşyaların nemli kokusu, verandada annemle babamın ayak izleri, yıldızların gelişimizi kutlaması, avuçlarımda minik ve heyecanlı patiler…  Bu eski, anılarla dolu evde, yeniden  başlangıçyapmaya yetecekti.