https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Edward Hopper’ın resimleri Amerikan ruhunun otuzlu, kırklı yıllardaki bezginliğinin ve seyrekliğinin görsel bir imasıdır. İngilizce tanımıyla Busolitude, yani yalnızlık, kalabalıklar içinde tek başına yaşamanın ta kendisidir. Hopper resimlerinde boş cadde köşelerini, barda içen tek tük insanları, geniş boş arazilerin ucundaki evleri, sakin banliyöleri resimler. Anlatımdaki bu sadelik ve sembolizm Amerikan edebiyatının da yararlandığı sık sık gönderme yaptığı temalardır. Raymond Carver her ne kadar bu resimlerden bir 30 sene sonra öyküleriyle ünlense de Amerikan yaşamının bu banliyö yalnızlığı, Carver’ın öyküleriyle sanki Hopper’ın tablolarını ortak bir noktada buluşturur; modern bir sessizlik, modern bir yarılma…
 
Fil işte böyle bir dünyanın o esrik anlatıcısının son eseri, ölmeden önceki son öykü derlemesi. Bir yazarı anlamak için belli basamakların çıkılması gerekiyor bu yüzden belki de ilk başlayanlar için eserdeki anlatım biraz farklı gelebilir. Ama yüzmeyi öğrenmek için denize direk dalmayı tercih edenlerdenseniz; İşte buyurun dişinize göre bir Raymond Carver kitabı…
Yukardaki uyarıyı şu yüzden yaptım: Carver’ın öyküleri her ne kadar yalın ve sinematografik bir anlatıma sahip olsa da bu basitliğin ve yalınlığın altında yatan geniş anlam birikintilerini kaçırmak ve çoğu zaman kendinizi bir öyküyü okuduktan sonra ‘Ee neolmuş?’ derken bulmak tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirsiniz.
İşin diğer bir tarafı da var; Carver’ın bütün külliyatını okuduktan ve yazarın tarzı hakkında yeterli bir kanıya vardıktan sonra da bu soruyu tekrarlayabilirsiniz. Bu tamamen bir zevk meselesi ve okuyucular yazarları istediği gibi harcayabilirler. Sevmemek ve tercih hakkı edebiyatın en acımasız tarafı. Ama ben bir miktarda olsa bu anlam avcılığının bir kenara bırakılmasını öneriyorum. Carver bence Amerikan sıkıntısını en anlaşılır şekilde vermiş bir yazar.
Carver Fil’de uzun öyküleriyle daha önceki eserlerine kıyasla daha duygusal konulara dem vuruyor ve farklı deneyimlere girişmekten çekinmiyor. Kitaptaki toplam yedi öykü de hayatlarındaki dağılmış parçaları bir araya getirmeye çalışan karakterlerle dolu. İlk öykü Kutular bir taşınma hikayesi, aile içi ilişkiler ve yaşlılığın çıkmazlarına ait mesajlar barındırıyor. Öykünün ana odağı sürekli yer değiştirenyaşlı bir kadın ve onunla ilgilenmek zorunda kalan bir oğulun iç hesaplaşması. Anne artık daha rahat bir yere taşınırken aslında tıpkı ölmek için yer seçen ve elinieteğini ortamdan çeken bir kediyi andırır. Bu taşınma ölüme doğru atılan bir adımdırve bir oğul için annenin bu son hamlesi içsel bir çözülmeye neden olur. Ölüm henüz gerçekleşmese de yavaş yavaş ana oğul ilişkisini gölgelemeye başlar. Bir okuyucu olarak bazı kötü şeylerin bir an olup bitse daha hafif atlatılabileceğini düşünmeden edemeyiz. Sevdiklerimiz hakkında aniden alınan kötü bir haberin üzerimizdeki psikolojik etkisi farklıdır ama azar azar bilindik sona giden bir süreci gözlemlemek birçok çapraşık içsel hesaplaşmanın vicdanımızda oluşmasına neden olur. Carver bizzat kendi bireysel deneyiminden, hastalığı sürecinde çevresiyle olan ilişkilerinden yola çıkarak bile bu öyküyü şekillendirmiş olabilir.
İkinci öykü Bu yatakta her kim yatıyorsagerçekten de edebiyatta çok da örneğini göremediğimiz tam bir yatak hikayesi. Bir evli çiftin geceleyin çalan telefonla uykuları bölünür. Telefonun diğer ucunda sarhoş bir kadın ısrarla Bud isminde birinin orada olup olmadığını sorar. Sabaha karşı üçte gelen bu telefonlar gittikçe rahatsız edici bir boyut alırken telefonu açan adam bir süre sonra yanında yatan karısının farklı hallerini tanımaya, onunla değişik bir gece iletişimi geliştirmeye başlar. Telefondaki kadının durumu ise patetik bir hal alır, iş en sonunda telefonun fişini çekmeye kadar gider. Öykünün gelişiminde bu fişi çekme olayıyla yoğun bakımdaki birinin fişinin çekilip ölüme terk edilmesi üzerine bir tartışma başlar. Carver bu öyküde de sık kullandığı bir tekniğe başvurur ve basit olaylar arasındaki benzerlikler ve geçişlerle çok daha önemli kavramları düşünmemiz için farkındalık yaratır.
 
Samimiyet isimli diğer bir öyküde artık tanınan bir isim olan yazar eski karısını tekrar görmek ister. Öykünün başında, o çevrede olması nedeniyle geçerken uğradım mantığıyla yapılmış bir ziyaret olduğunu söylese de eski eşin yazarın kafasında hala bir hayli yer işgal ettiğini anlamamak mümkün değildir. Kadında bu ziyarete karşı çıkmaz, onu içeri buyur eder. Hayatla ilgili bir iki hoşbeşten sonra konu derinleşir, eski defterler açılır. Bütün konuşmalar içerisinde kadın çok vurucu bir çıkarıma varır; aslında yazar kendisi için duygusal malzeme aramaya gelmiştir. İlginç bir öykü olan Samimiyet, samimi olmaya çalışırken gerçekte bu kelimenin anlamından ne kadar uzak olunabileceğini gösteriyor. Çok ince bir egoizmin ilişkilerde nasıl yıkıcı etkisi olduğunu ustaca kurguluyor.
 
Kitaptaki son öykü Ayak İşi bir çeşit Carver fantezisi olarak değerlendirilebilir. Rus yazar Anton Çehov’un son günlerinden bir kesit sunan öyküyü ancak Carver yazabilirdi çünkü kendisi de Amerika’nın Çehov’u olarak lanse edilmekten hoşlanıyordu. Son kurgusal yaratısını Rus yazara ayırdı ve realist anlatım tekniklerini kullanarak ustanın söylemine yaklaşmaya çalıştı. Aslında sadece onun biçemine yaklaşmakla kalmadı onun kaderine, son nefesini verdiği ortama da yakınlaştı çünkü Carver’da benzer bir şekilde uzun ve ağrılı bir şekilde ölür.
 
Kirli realizm denen bir türün Carver gibi güçlü bir yazara sahip olması bu doğrultuda yazan birçok yazarın doğmasına neden oldu ama belki de hiç biri Carver’ın neredeyse belgeselliğe varan gerçekliğine ulaşamadı. Ya renksiz bir görüntüyü tanımladılar ya da metinlerinde olması gereken samimi itirafı vermeyi başaramadılar. Carver’ı diğerlerinden üstün kılan şey en iyi bildiği ve içinde çoğu zaman kıvrandığı yaşamını anlatmasıydı. Raymond Carver bir yazarın kendisini binlerce parçaya ve karaktere bölerek dürüstçe kağıda dökmesinin en iyi örneklerden biridir, bu yüzden çoğu vakit fark etmediğimiz bizlerizdir ya da karşımızdakidir, sıradandır, üzülür, öfkelenir, sevgisi boşa çıkar ama her zaman gerçektir.
Bunun için Carver öykülerinden sonra bazen ee ne olmuş? deriz çünkü olan çoktan olmuştur, tıpkı sıradan olduğunu düşündüğümüz gerçek hayatın yanı başımızda akıp gitmesi gibi…