https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

John Ronald Reuel Tolkien‘in yazdığı Yüzüklerin Efendisi (İngilizce: The Lord of the Rings) adlı Fantastik Edebiyat serisinden uyarlanarak çekilmiş Peter Jackson imzalı bir film üçlemesidir.
Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule
Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü
Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği (İngilizce: The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring), Peter Jackson‘ın yönettiği Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin birinci filmidir ve 2001 yılında gösterime girmiştir. J. R. R. Tolkien‘in aynı adlı fantezi roman üçlemesinin birinci kitabından uyarlanmış olan film, üçlemenin sırasıyla diğer iki filmi olan İki Kule ve Kralın Dönüşü filmleri ile eş zamanlı olarak, Yeni Zelanda‘da çekilmiştir. Filmlerin çekimleri 15 ay, çekim sonrası aşamaları da yaklaşık bir yıl sürmüştür. Kitapta çok sevilen Tom Bombadil karakterinin Yüzük Kardeşliği filmine aktarılmayışı Yüzüklerin Efendisi hayranlarını üzmüştür.
Filmin Konusu: Çok eski çağlarda Elf demircileri, güç yüzüklerini sihirli ustalıklarıyla yapmış ve Karanlıkların Efendisi Sauron, bu yüzükleri işleyip kendi gücüyle doldurmuştur. Daha sonra kendisinden çalınan, diğer tüm yüzüklere hükmeden, Tek Yüzüğü bütün gücüyle tüm Orta Dünya’da aramasına rağmen bulamamıştır.
Yüzük, Shire Bölgesi’nde yaşayan Frodo Baggins adlı bir hobbitte bulunmaktadır. Ancak çok büyük bir güce sahip bu yüzüğü yok etmek gerekmektedir. Frodo ve arkadaşları, diğer ırklardan gelen arkadaşlarıyla birlikte yüzük kardeşliğini oluşturur ve hepsi bu yolculukta büyücü Gri Gandalf’ı izler. Çok uzun ve çetin geçecek olan yolculuk başlar. Orta Dünya’nın kaderi, bu insanların ellerindedir.
 
Serinin ikinci filmi; . İki Kule – Yüzük Kardeşliği’nde parçalanan ve dağılan orta dünya insanları, Sauron ordularına karşı verilen korkunç bir savaşta yine bir araya geliyorlar. İki Kule, orta dünya halklarının savaşına kadar da kahramanlarımızın farklı diyarlarda geçen hikayeleriyle sürüyor. Gollum’un peşinden giderken de perde kararıyor İki Kule’de.

İki Kule ilk ve son film arasında bir köprü ve bir savaş hazırlığı aslında. Dağılan Hobbitler, farklı gruplarla kendi kişisel yolculuklarını yaşıyorlar. Döndükleri zaman anlatınca kimsenin inanmayacağı deneyimler bunlar…
Frodo ve Sam, filmin ilgi çekici dijital karakteri Gollum’un kılavuzluğunda Mordor’a doğru ilerliyorlar. Yeni bir hesaplaşma da bu yolculukta kendisini belli etmeye başlıyor. Güven veren, kararlı ve güçlü Frodo yüzüğün etkisiyle değişmeye başlıyor. Taşıdığı emanetin gücünü iliklerine kadar hissetmeye başlayan sevimli Hobbit, yoldaşı Sam’i bile düşündürmeye başlıyor. Kendi içindeki iyi ve kötü arasında gidip gelen tuhaf Gollum’a duyduğu bağlılık, Sam’i sık sık kontrolü alma noktasına getirip geri döndürüyor. 

İki Kule’nin en şaşırtıcı karakterlerinden biri de kesinlikle Gollum. Acılarla dolu eski Hobbit, orta dünyanın üzerinde sallandığı hassas iyi-kötü dengesini içinde hisseden bir karakter. 
Sam, Frodo ve Gollum’un yolculuğu uçsuz bucaksız bataklıklara geldiğinde Peter Jackson’ın vahşi şiirsel anlatımı doruk noktalarından birini buluyor. Suyun altına gömülü ölüler, Frodo’nun bir binanın tepesinden kendisini bırakır gibi suya düşmesiyle kendi yüzlerini gösteriyorlar kafası karışık Hobbit’e.
Paralelde gerçekleşen diğer ilgi çekici bir yolculuk ise, Merry ve Pippin’in Fangorn ormanlarına girmesiyle başlıyor. Akıllı ağaçların ormanında, Ağaçsakal’ın dallarında gerçekleştirdikleri yolculuk, filmin karanlık havasına masalsılık katan öğelerden biri. Sauron’un kalabalık ordularına karşı verilen savaş başladığında, ikili Ağaçsakal’ın önderliğinde yeni yandaşlar buluyorlar.
İki Kule’nin esas kahramanı ise Aragorn. Savaşın katalizörü, umudun kaynağı yakışıklı savaşçı, Kralın kızı Eown’in bakışlarına rağmen Arwen’i anımsamaktan kendini alıkoyamıyor. İki Kule eğer bir ara film olarak büyük savaşların filmiyse, Aragorn’da orta dünya halklarını kamçılayan büyük savaşçı. Peter Jackson’un film için yaratılmış bir program aracılığı ile tasarladığı dehşet savaş, Sauron’un ordularının yenilgisine dönüştüğü anda çok çabuk bir zafer sarhoşluğuna girer gibi olsa da, savaşın düşündüğünden daha uzun süreceğini biliyor.
İki Kule pek çok yönüyle, oldukça başarılı olan ilk filmi bile aşıyor. Sonlara doğru patlak veren uzun savaşın epik anlatımıyla birlikte daha şiirsel bir filme imza atmış Jackson. Filmi bir savaş filmi olmaktan çıkarıp daha ötelere taşıyan da bu! 

Yüzüklerin Efendisi gerçekten de yönetmenin sineması açısından üzerine uzun bir süre yeni bir şey ekleyemeyeceği son nokta, bir sentez. Braindead ve Bad Taste gibi filmlerinden aldığı korkunç zevk’le birlikte, Cennetlik Yaratıklar ile ulaştığı şiirsel zevkleri de son projesine fazlasıyla taşıyor yönetmen. Üstelik sinemasını zenginleştirdiği gibi tür’e de estetik ve derinlik kazandırıyor.
İki Kule her anlamda karanlık bir film. Orta dünyanın güzel diyarlarının uzağında, tehlikeli bölgelerde geçiyor. Yüzüklerin Efendisi’nin yaşadığımız dünyayla alakası olmayan bir başka-orta-dünyada geçtiği gerçeği, ilk filme göre daha fazla belli ediyor kendisini. Karakterlerin yüzüğün etkisiyle yaşadıkları hesaplaşmadan kaynaklanan psikolojik derinliğin dışında, Peter Jackson’un yüzümüze üflediği dumanın etkisiyle sisler arasında kaybolup gitmek de çok güzel, o bile yeter aslında!
Serinin Son Filmi Kralın Dönüşü; Matrix’in görevini tamamlayıp çekilmesinin ardından, Yüzüklerin Efendisi de son halkasıyla huzurlarımıza çıkıyor ve üçlemeler döneminin en ilginç iki örneği sinema tarihindeki yerini almaya hazırlanıyor. Bundan sonra hayatın daha sıkıcı olacağına hiç şüphe yok!

Peter Jackson, henüz İki Kule’nin sinemalarda yerini aldığı dönemde, en çok sevdiği LOTR filminin Kral’ın Dönüşü olduğunu söylüyordu. Artık izleyicilerin yakından tanıdığı karakterlerin yolculuklarının sona erip amaçlarını gerçekleştirmek üzere büyük bir mücadeleye girecekleri son film yani. Halbuki filmin fanları henüz son filmi bile izlemeden, sinema sanatının Yüzüklerin Efendisi için yaratıldığını söyleyerek, bağlılıklarını çoktan ortaya koymuşlardı. Şüphesiz böyle bir tez, sinema tarihinden pek çok film için söylenebilir. Fakat bir konu gayet açık, Yüzüklerin Efendisi serisi, Kralın Dönüşü için çekildi. Bu, ilk iki filmdeki gelişmelerin nihayet üçüncü filmde sonuçlanmasıyla ilgili olduğu kadar, yönetmenin neredeyse üç buçuk saat boyunca öncüllerini bile aşan bir sinema deneyimi ortaya koymasıyla da ilgili.

Yönetmen seriyi takip edenlerin artık gayet yakından tanıdığı karakterlerini üçüncü filmde derinleştirmeye devam ediyor. Yüzüğün etkisi, Gollum üzerinden Frodo ile Sam’in de arasının açılmasına neden olurken, Smeagol’un da geçmişine uzanarak, yüzükle ilişkisinin nasıl başladığını öğreniyoruz. Karaktere hayat veren Andy Serkis’in yüzünü çok fazla göremesek de, Gollum’un yaratılması için gösterdiği çaba gerçekten son derece önemli. Çünkü beklenildiği üzere, Frodo ve Sam’in gelgitli yol arkadaşı bu filmde gerçekten rol çalıyor ve fazlasıyla ön plana çıkıyor. Yüzüğü ele geçirmek için sahibine karşı çıkıp çıkmama konusunda kendi içinde son derece etkileyici bir çatışmaya giren bu karakter, diğerlerinin kolayca iyi ve kötü içinde tanımlanabilen durumlarının aksine kişisel psikolojik bir savaşın kurbanına dönüşüyor. Üstelik onu unutulmaz kılan sadece psikolojik boyutu değil. Her ne kadar artık alışmış olsak da, mimikleri de bir kez daha büyülüyor. Ve gerçekliğini unutturmayı fazlasıyla başarıyor. 

Kralın Dönüşü estetik olarak da, özellikle ikinci filmde kendisini belli eden şiirsel anlatımı neredeyse tüm filme yayıyor. Olağanüstü mekanları müzik eşliğinde uzun uzun gösterdiği ara sahnelerin dışında, slow motion tekniğine de sık sık başvuruyor yönetmen. Fakat yönetmenin savaşları görselleştirme konusundaki becerisinden bahsetmemek de olmaz. Sauron’un uçsuz bucaksız ordularına karşı, orta dünya halklarının verdiği büyük savaş, İki Kule’nin unutulmaz Miğfer Dibi savaşını bile gölgede bırakıyor. Peter Jackson’ın savaşı ürkütücü veya vahşi kılmak gibi bir kaygısı yok. Düşmanın ardı arkası kesilmeyen ordularına karşı, içlerinde bir Kral barındıran direnişçi güçlerin kahramanlığını ön plana çıkarıyor. Fakat bu noktada bile abartıya ya da duygu sömürüsüne başvurmaması ise, filmin en büyük sevabı belki de. 

Hayranlarının dünyayı okuyanlar ve okumayanlar diye ikiye ayırmayı çok sevdiği Yüzüklerin Efendisi, küçük bir yüzük etrafındaki iktidar oyunları, gücü elde etmek isteyenler ile onu top yekün ortadan kaldırmak isteyenler arasındaki savaşı konu etmesi nedeniyle, özellikle 68’lerde muhalif hareketlerin başucu kitaplarından birine dönüşmüştü. Peter Jackson’ın çocukken okuyup etkilendiği ve henüz Hollywood’da ağırlığı olan bir yönetmen bile değilken gerekli desteği alarak çektiği üçlemenin beyazperdedeki doğumu da ilginç bir çağa denk düştü. Dünyanın farklı bölgelerine dağılan kaynakların, tıpkı bir güç yüzüğü gibi bazı ülkelerin ilgisini fazlasıyla çektiği, dünyanın her zamankinden daha fazla karıştığı bir dönemde çekilmiş olması da, kuşkusuz gelecekte sinema tarihçilerinin ilgisini fazlasıyla çekecektir.
Yarattığı büyülü atmosfer nedeniyle yıllar geçtikçe değerine değer katacağına da şüphe yok. Çekim aşamalarını duyduğumuz, okuduğumuz bu seriyi, hafızalarımızdaki tazeliğini yitirir yitirmez, dokuz saat boyunca baştan sonra aralıksız izlemek için şimdiden heyecanlanıyoruz ne de olsa. Kuşkusuz bizi baştan çıkararak, birkaç saatliğine de olsa gündelik hayatımızdan koparıp, bir başka-orta-dünyada olduğumuza inandırmayı başaran Yüzüklerin Efendisi, eskidikçe, yıllandıkça daha da güçlenecek.