https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Son kez oraya gittiğimiz zamanı hatırlıyor musun? Masalar, sandalyeler marangoz işiydi hani. Çok oturunca kıçımız ağrırdı. Hiç konuşmadan, saatlerce oturmuştuk son gecemizde. Birbirimize bakmadığımız anlarda seyretmiştik birbirimizi. Etraftaki masalardan gelen şen kahkahalar gün gibi aklımda hala. Bizim sessizliğimize inat, gökyüzünü çınlatıyordu gülüşmeler. Çok üzgündük. Oysa ki; üzgün olmamız gerekmiyordu. Altı aylık bir ayrılıktı sadece. Demek içimize danmış ayrılığın o gün başlayacağı. Ben yokken, yeni bir aşkın kollarına kendini bırakacağını hissetmişiz demek ki.
Önce telefon konuşmalarımız kısaldı, sonra araya günler girmeye başladı. En sonunda da biri girdi, tamamen ayırdı bizi. Kızgın değilim sana, kırgın da değilim. Aslına bakarsan sana artık hiç bir şey değilim; şairin dediği gibi.
Her gece, her gece tekrar yaşadım; o son gecemizi. Sakiler vızır vızır geçiyordu yanımızdan. Oturduğumuz masalar dip dibeydi. Bacak bacak üstüne atarsak yol kapanıyordu, efendi gibi oturmak zorundaydık. Eskiden tanımadığın arkadaşlarım gelip gitmişti yanımıza. Selam verip, hal hatır sorup bizim zoraki gülümsemelerimizi fark edince uzaklaşmışlardı yanımızdan. İçkilerimizi bitirememiştik. Osman ağbi her yanımızdan geçişinde göz ucuyla bardaklarımızı kontrol ediyordu. Yavaş içtiğimiz için, içinden küfrediyordu belki de. Sigara üstüne sigara yakıyorduk. Ağzımızdan çıkan duman üstümüze yağıyordu, ayrılık kokutuyordu saçlarımızı.
Bir aralık elini uzattın, masanın üzerinde birbirine kavuşmuş ellerimin üzerine. Tuttum elini sımsıkı, avucumda terledi avucun. O an, kısacık bir an; ilk ve son kez değdi gözlerimiz birbirine. Ağzın gülümsüyordu, gözlerindeyse yaşlar vardı. Kirpiklerin ıslanmıştı. Ağlayacağını bilmişsin önceden. Bu kez yanıma gelirken, hep yaptığın gibi sürmelememiştin gözlerini.
Hava soğumaya başlamıştı. Üstümüzdeki açık hava sobasını yaksam iyi olurdu. Ellerini bırakamadım, gözlerimi senden ayırıp sakilerden birine seslenemedim. Sonuna kadar üşüdük şikayet etmeden. Belki de üşümüyorduk, belki de bizi titreten içimize işleyen daha başlamamış hasretin kokusuydu.
Vakit epey ilerlemişti. Dışarıdan evsiz sarhoşların naraları geliyordu kulağımıza. Son otobüse yetişmeye çalışan topuklu ayakkabı tıkırtıları, çakmakçı çocuğun satmaya çalıştığı çakmakları muhtemel müşterilerinin dibinde çakması, kokoş kızın gözünü bile açamadığı halde arkadaşlarına; “iyiyim” diye çemkirmesi, arkamdaki adamın “Osman ağbi, hesap istedik!” diye dayılanması, müzikleri idare eden kızın kapanış vaktinin geldiğini anlatan şarkıları çalmaya başlaması, sarı kedinin boz olanı kovalaması, bizim buluşamayan gözlerimiz. Hepsi vaktin geç olduğunu gösteriyordu. Vakit geç oldu, ayrılık vakti. İçkilerimizi bitirmemiştik oysa. “Kalkalım artık” dediğinde dağıldı bütün büyü. Gerçek hayat; hesabı öde, tuvalete git, mekanda demlenmeye devam eden arkadaşlara “iyi akşamlar” de.
Ellerimiz sıkı sıkı kavramıştı birbirini, her bir parmak hangi parmağın yanında olacağını bizden iyi biliyordu. Ellerimiz bizden daha çok seviyordu birbirini. Ağır adımlarla çıktık İstiklal’e.
Pazarlık yaparken sinirlenen orospuya acıdık, kulak tırmalayan hoparlörlere bağlı flüt sesinden tiksindik, birbirine küfür eden iki gence baktık, bankanın önüne kusan kızı seyrettik, yanına hiç yakışmayan bir adamın zorla kolundan çekiştirdiği peri kızına üzüldük, spor mağazasının önünde elleriyle yüzünü kapatarak ağlayan adamı gördük. Meydana kadar herkes acıklıydı. Mutlu değildi insanımız. Bir tane gülen yüz yoktu. Hepsi alkolden nemrutlaşmış, içindeki hüznü saklayamaz hale gelmişti. Meydanda otobüs yoktu. Taksiye binecek oldum; “yürüyelim biraz” dedin. Ses etmedim.
Harbiye’ye doğru ilerlerken travestiler sana laf attı. Ben güldüm, sen korktun. Eli sopalı fedailerin, az önceki kavganın kanlarını yüzlerinden silmelerinden tiksinip “vazgeçtim, yürümeyelim” dedin.
Sözde uyumayacaktık, son kez sevişelim istiyorduk. Ne benim belimde o kuvvet vardı, ne de senin dudaklarında o yangın. Sevişmekten de vazgeçtik, sarılıp uyuduk. Son gecemiz.
Hatırlıyor musun son gecemizi? Nasıl da bilmiş ruhlarımız bir daha sevişemeyeceğimizi, nasıl da anlamışız senin beni beklemeyeceğini. Altı ay sonra dönecektim, dönmedim. Dönmek için sebebim yoktu. Seninle karşılaşmaktan korktum. Başka elleri tutan elleri görmekten, başka bir sese gülen dudaklarını görmekten korktum. İyi ki gelmemişim. Dünya burada sensiz. Buradaki kaldırımlarda beraber yürümedik, yemek yemedik lokantalarda, içindeki bitince kahve fincanını ters çevirip üzerine yüzük bırakmadık. Burası hep sensizdi. O yüzden bilmiyor buralar seni, haberi yok senden. Benden önce de yoktun buralarda. Sensizliğimden sıyrılıp seninle dolu şehre gelmekten korktum. Düşünmesi bile acıttı içimi.
Sen benim yerime git; eskiden gittiğimiz yerlere. Eskiden tanımadığın arkadaşlarımla selamlaş, benim dünyamı oluşturan her mekana gir; benim yerime de. Hepsini sana bıraktım. Karşılığında sensiz şehrimde yeni sensizlikler arayacağım. Mesela buraya gelmedik biz seninle. Hiç bilmeyeceksin ne kadar güzel olduğunu, ama ben biliyorum. Buradaki martılar simit bilmiyor, simit yok buralarda.
Ama deniz, aynı deniz. Elimi uzatıyorum suya, ta İstanbul’lardan haberler getiriyor bana. Mutluymuşsun, beni unutmuşsun, acı çekmeye gerek yokmuş, hayat dediğin zaten kısaymış, ne gerek varmış üzülmeye, Allah sağlık versinmiş, gerisi kolaymış. Adım zikredildiğinde anlamazlıktan geliyormuşsun.
Yok, yok iyi böyle. Gelmeyeceğim. Sensiz şehrimde mutluyum ben de. İmzan yok buralardaki masalarda. Hem sandalyeler de çok rahat. Bu memlekette sarhoş olunca kimse kusmuyor mesela. Rezalet çıkarmıyor kadınlar sarhoş olduklarında. Hiç evsiz görmedim. İnsanlar güzel, vefalı burada. Çünkü seni görmediler.