Sokaklar yaşanmışlık dolu, az ilerideki çöp tenekesinin orada Nazan’ı bıçaklamıştı satıcısı, yine karlı bir gündü, incecik bedenine o kadar kanı nasıl sığdırmıştı gariban, sokaklara karla karışık kan yağmıştı.
Bütün koğuş uykuda. Sultan hariç. Topal Meliha’nın çıkardığı uzun soluklu gazları, Artist Cansel’in koğuşun duvarlarına çarpan horlaması dışında çıt yok.
Kuşlar uzaklardan, soğuk diyarlarda buluşup Yıldız’ın, Köse’nin, Çamlıbel’in tepesindendönerek sıcacık şehir topraklarına indiler. Balkon iplerine, pencere pervazlarına, cami avlularına, pazar tahtalarına kondular.
Sabahın beşi, yatağında bir sağa bir sola dönüyor adeta debeleniyordu Hasan. Bir soğuk ter boşalıyordu boynundan sırtına doğru, ince erimiş bir buz gibi.
Hangimiz kaybolmaya daha elverişliydi bilmiyorum. Tanrı’nın eşim Müjgan’ı aldığı gün için şükran duydum. Bu günü bir doğum günü gibi minnetle anarım.
İstanbul’un tüm semtlerinde trafik kilitlenmiş,yoğunluğu yüzde yetmiş beşeulaşmış. Ofisten çıkmadan radyodan dinliyorsun gizlice. Trafik, keşmekeş, kaos seni bekliyor yine. Yılgınlık tepeden tırnağa sarıyor bedenini.
Kapı önündeki kalabalık dağılınca ince, uzun ışık sızdı içeriye. Derisi kabuk kabuk kalkmış kafasında turuncuya çalan saçları parıldadı Nezaket’in. Şimdi, dedi Mezatçı. Şimdi bizim Nezaketin kilerde sıra.
Özenerek baktı yıldızlara. Çocukken de onları izlemek güzeldi. Bir yıldız olup gökyüzünde asılı kalabilmeyi hayal ederdi. Belki de bu acımasız yeryüzünde saklanmanın bu kadar zor olabileceğini ta o günlerde görmüştü.
Vay lele’ler… Boğuk sesli bir kadının söylediği yakıcı bir uzun hava sokağa düşen… Dilan küf kokulu odada yalnız, ayna karşısında Dilan yabancı, pencerenin kıyısında mahzun, kapı önlerinde oturan Mardin kokulu kızlardan biri Dilan.
Aahh! Harika, demek haberi almışlar, dedi Zeynep kendi kendine. Mahkemeden dul bir kadın olarak ayrılalı bir buçuk saat olmuştu.