https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Kış aylarının son günleriydi. Hava bahara nazlanıyordu. Nazına aheste aheste eşlik ediyordu. Denizden gelen yosun kokusu ciğerlerine doluyordu. Martılar, bahar şarkılarını mırıldanıyordu. Denizin olduğu şehirlerde camekân seyirciliğini pek sevmese de ahesteliğinden bir camekânın önünde durdu. Camekândan ayrılan gözleri, mekânın kitabevi olduğunu anlar anlamaz içeriye daldı. Kitaplar da deniz değil miydi sayfalarına dalınan… Burası kutu gibi bir mekândı. Kitapların boydan boya uzandığı bir raf, yazar ve şairlerin sözleriyle süslenmiş bir duvar, içecek-yiyecek servisinin yapıldığı bir bölüm ve 3-5 masa. Kitap rafları bölümlere ayrılıyordu: yerli edebiyat: şiir, öykü; çeviri edebiyat: şiir, öykü; fantastik-bilim kurgu.  İkinci el kitapların yer aldığı başka bir bölüm de vardı. Raftan bir kitap aldı sayfalarını karıştırmaya başladı. Karıştırırken karşısına iki sinema bileti çıktı, âşık bir çift karesi canlandı gözlerinde. Adam, kadına şiir kitabını uzattı; kadın biletleri kitabın içine koydu ve film başladı. Filmden sahneler sahaf sahaf dolaştıktan sonra yolu bu kitapçıya düşmüştü belki de. Kitabın son sayfasında “An’lar hatırlanırsa maziye dönüşür” notu düşülmüştü. Bir ses düşüncelerini böldü, kitap okurken bir şeyler içer misiniz? Bir çay içerim, dedi. Kitapçı, çayı getirdiğinde gözlerine baktı. Yeni tanış olduğu insanlarda iki şey dikkatini çekerdi: gözler ve ses tonu. İkisi de bir insanda değişmeyecek yegâne şeylerdi. Gözleri kehribar rengindeydi ve sesinden şiirler dinlenirdi.

 

Kitapçıyla sohbet etmeye başladı. Kitapçı, bir kitaptan bahsederken can alıcı noktaları vurgularcasına konuşuyordu. O da can alıcı noktaların altını çizdiğini belli edercesine gözlerine bakıyordu. Gözlerinin elindeki eski kitaba kaydığını fark eden kitapçı, eski kitaplar neden ilginizi çekiyor diye sordu. Elini kitabın kapağında gezdirerek içlerine düşülen notlarda ve altı çizili satırlarda bir yaşanmışlık olduğu için dedi. Hım diyerek raftan rastgele bir kitap çekti. Kitabın ilk sayfasına düşülmüş notu okudu: “ Beni güzel hatırla…” Peki, deyip gülümseyecekken gözüne bahşiş kutusu ilişti. Şaşırdı, kutuyu incelemeye başladı. Siyah küçük bir kutuydu. Üzerinde beyaz renklerde kuru kafa simgesi, örümcek, kedi, bal kabağı motifleri vardı. İçine para atılmasaydı, ürperebilirdi. Kitabevinde bahşiş kutusunun ne işi vardı diye düşünürken daldı. Daldığını fark eden kitapçı, bir çay daha içer misin, dedi o da teşekkür edip alacağı kitabı alamadan kitabevinden çıktı. Vapura binince dalgaların ezgilerini dinlemek düşüncelerini dağıttı. Alamadığı şiir kitabından sevdiği dizelerle ezgilere eşlik etti:“(…) pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı/ Yangelmişim diz boyu sulara / Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum / Hiçbirinizle döğüşemem /… Sizin alınız al inandım / Sizin morunuz mor inandım / Ben tam dünyaya göre / Ben tam kendime göre / Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız.” Sahi adı neydi?

 

Birkaç gün sonra kitabı almak için yeniden kitabevine gitti. Kitabı alıp ücretin ödendiği bölüme ilerledi. Bölüm kitaplardan ayrılan bir yerdeydi. Ücreti ödediği sırada yine gözü bahşiş kutusuna takıldı. Kitapçı, bunu fark edince eski kız arkadaşımın armağanıydı dedi. Eski kız arkadaş… Eski yerine mazi diyebilirdi. Mazide kalan sevgilimin armağanı atmaya kıyamadım demeliydi. Mekânın ruhuna da yakışırdı, o zaman hikâyeyi dinlemek bile isteyebilirdi. Kulaklarına “Mazi kalbimde yaradır.” Şarkısı çalınır, kitapçı anlatır dinlerdi. Eski deyince eski mekânları, eşyaları,  kitapları düşündü. Eski bir sahaf dükkânında, eski sallanan bir koltukta oturuyordu kitapçı. Eski kitaplar üzerine konuşuyordu. Eski kitapların mazisi vardır yaşanmışlık kokar diyordu. Bahşiş kutusu mazi kutusuna dönüşmeliydi, geçmişi anılardan karelerle canlanmalıydı, olmadı. Sevgilinin bakışı, gülüşü, dokunuşu, kokusu siline siline kayboldu. Maziye dönüş(e)meyen hatıralar, eskirdi ve unutulurdu.