https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Füruğ Ferruhzad, 1935 doğumlu İranlı şair, yazar, oyuncu, yönetmen ve ressam. Kısacık bir hayat yaşamış ama 32 senelik ömründe sanatın her alanına dahil olmayı başarmış bir kadın o. Üstelik bütün bunları, imkansızlıklarla dolu yıllarda; bir imkansızlık ülkesinde yapmış. Daha uzun yaşasaydı, muhtemelen tüm dünyaya duyuracaktı adını. Ve herkes bilecekti onun en etkileyici betimlemelerle dolu dokunaklı cümlelerini. Ancak Füruğ, her şeye rağmen, yaşadığı süre boyunca Fars edebiyatının en güzel şiirlerini yazdı; şair oldu, ödüllü bir yönetmen, ressam, eş, anne, aşık oldu. Bu duygulu kadının “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” isimli şiirinden alıntılarla, kısacık bir yaşama neler sığdırdığına bakalım:
İsmi Farsça “Işık” anlamındaki Füruğ

“ve bu benim

yalnız bir kadın

soğuk bir mevsimin eşiğinde,

yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın

başlangıcında

ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu

ve bu beton ellerin güçsüzlüğü”

Füruğ Ferruhzad, kalın siyah kaşları ve iri gözleri ile; bazen mağrur, bazen mağdur, bazen deli deli bakıyor. Bu, çok genç ve çok güzel fotoğraflarından biri yalnızca.Kent soylu orta sınıf bir ailenin yedi çocuğundan üçüncüsü olarak doğdu

“soğuk bir mevsimin eşiğinde

aynaların ağıtı topluluğunda

ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında

ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

gitmekte olan o kimseye böyle

dayançlı

ağır

başıboş

nasıl dur emri verilebilir.

o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
 zaman diri olmadığı.”

Füruğ, 5 Ocak 1935’te orta sınıf bir ailede dünyaya geldi. Subay olan babasının, ordu düzeninde yönettiği bir evde büyüdü. Kız sanat okulunda resim, el sanatları ve dikiş – nakış okudu. Ailede, hep erkek kardeşleri öncelikliydi. Furuğ buna dayanamazdı ve bu kavgası, hırçınlığı ömür boyu sürdü. Askeri bir disiplinle yetiştirildikleri için, sürekli kaçmak arzusu ve isyan duygusu ile dolu bir çocukluk dönemi geçirdi. 16 yaşındayken, kendinden yaşça büyük, aileden tanıdığı Perviz Şapur’a aşık oldu

“ben üşüyorum

ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım

sevgili, ey biricik sevgili, “o şarap meğer kaç

yıllıkmış?”

bak burada

zaman nasıl da ağır

ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar

neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?”

Füruğ küçücük yaşında, aile dostları olan bu adama aşık oldu ve onunla evlendi. Şapur, aydın ve sanat çevrelerinde tanınan entelektüel bir adamdı. Kocasının yanına taşındı. Küçük bir yer olan Ahvaz’da, aykırı kimliği ile Füruğ’u zor bir hayat bekliyordu. Bir erkek çocuğu oldu. İki yıl süren evliliği, 1954 yılında bitti. Şeriat yasalarına göre, boşanma sonrası, çocuğun velayeti babaya verildi. Füruğ çocuğunu bir daha hiç göremedi. Duygusuz, baskıcı ve sevgisiz bir evde geçen çocukluğunun acı ve isyanlarına, bir de evlat hasreti eklendi

“ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık

dünyasından geliyorum

ve bu dünya yılan yuvasına benziyor

ve bu dünya

öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki

seni öpüyorken

kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.”

Yaşadığı tüm bu sıkıntılara şimdi bir de, oğlu Kamyar’ın özlemi katıldı. Ve bundan sonra Füruğ, kendini şiirlerine verdi, Tahran’a geri döndü. 1955 yılında ilk kitabı “Tutsak / Asir” yayımlandı

“sokakta rüzgâr esiyor

bu yıkımın başlangıcıdır

senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu

sevgili yıldızlar

kartondan yapılı sevgili yıldızlar

gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca

artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl sığınılabilir?”

Füruğ’un şiiri kadın, kadınlığı şiirdi. Cümleleri hep çok cesurdu ve bu da kadınlığını görünür kılıyordu. Ancak yaşadığı yerde, görünür olmak erkeklerin ayrıcalığındaydı. Bu yüzden yazdıkları ile, hayatındaki ve çevresindeki erkeklerin öfkesine uğradı. O yıl, bir süre psikiyatri kliniğinde kaldı. Böyle bir kadın, olsa olsa deli olurdu.1958 yılında, ünlü yazar ve yönetmen İbrahim Gülistan ile yaşadığı aşk, hayatının önemli bir parçası oldu

“acaba saçlarımı yeniden

rüzgârda tarayacak mıyım?

acaba bahçelere menekşe ekecek miyim

ve sardunyaları

pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?

dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?

kapı zili acaba beni

yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?”

Füruğ hayatında ikinci kez, evli ve iki çocuk babası, yönetmen bir adam olan Gülistan’a aşık oldu. Ve onunla dokuz aylığına bir Avrupa seyahatine çıktı. Şiiri hiç bırakmadı, o dönemde hızla iki kitabını daha piyasaya sürdü. Bunlardan ilki Duvar ve diğeri de İsyan’dır. Füruğ ve Gülistan, Füruğ’un ölümüne kadar birlikte çalştılar; ilişkileri de hep dedikodu ve eleştirilere maruz kaldı. 1950’li yılların dünyasında, bu dünyanın İran’ın da “kadın şair” oluyordu

“ve ben o küçük kadınla karşılaştım

gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi

baldırlarının kımıltısında giderken sanki

benim görkemli düşümün kızlığını

kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.”

Şiirlerindeki ve doludizgin hayatındaki kadın cinselliğini, dizeleriyle açıkça ortaya koyabilecek kadar cesurdu. Boşanmış ve özgürce yaşayan ve aynı özgürlükte yazan bir kadın olarak, dikkatler hep üzerindeydi. Şiddetli tartışma ve eleştirilere konu oldu, bazı şiirleri erotik bulundu, sansüre uğradı. Şiiri değersizleştirilmeye çalışıldı.

“Babalar, kocalar, mollalar gözünde” değersiz de olsa; artık şiirinin gücünü herkese kabul ettirmişti
“sözü neden sesli söylediler?

bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler

neden okşayışı

kızoğlankız saçların arına götürdüler?

bak burada nasıl

sözle konuşanın

bakışla okşayanın

ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı

sanı direklerinde

çarmıha gerilmiştir.

ve gerçeğin beş harfi olan

senin beş parmağının dalı

onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!”

1962 yılında yaptığı belgesel filmiyle İtalya’da, 1963 yılında cüzzamlılar hakkında çektiği “Kara Ev” filmi ile Almanya Oberhausen Film Festivali’nde ödül kazandı. 1963 yılında UNESCO, daha sonra Bernardo Bertolucci, Furuğ hakkında belgesel film yaptı ve yayınladı. Bu arada “Kara Ev” çekimleri sırasında Cüzzamlılar Evi’nde birlikte yaşadığı anne babası cüzzamlı Hüseyin’i evlat edindi. Kamyar’ın özlemi bir yana, Hüseyin’i de çok sevdi. Furuğ’un ölümü de, arka arkaya sığdırdığı kitaplar, aşklar, travmalar ve filmler gibi seri bir şekilde oldu.
“suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?

suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka

ben susuyorum fakat serçelerin dili

doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir

serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar.

serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem.

serçelerin dili fabrikada ölüyor.”

1967 yılının Şubat ayında, kendi kullandığı araç ile giderken, başka bir araçla kaza yapmamak için duvara çarpınca, araçtan dışarı fırladı ve başını kaldırıma vurdu. Henüz otuz iki yaşındaydı. Son kitabı “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” yarım kaldı.Mollalar cenaze namazını kılmak istemediği için, cenazesi iki gün bekledi

“ben nereden geliyorum?

ben nereden geliyorum?

böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?

mezarımın toprağı tazedir hâlâ

o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum…”

Füruğ, eril zihniyeti çıldırtan her şeydi, “ahlaksız”dı. “Günah” şiirinden sonra, zaten baba evinden de reddedilmişti. Mollalar cenaze namazını kılmak istemeyince, namazı bir yazar kıldırdı…

Kaynak: http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1043