https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Hangimiz kaybolmaya daha elverişliydi bilmiyorum. Tanrı’nın eşim Müjgan’ı aldığı gün için şükran duydum. Bu günü bir doğum günü gibi minnetle anarım. Koku saçan et ve kemik karışımıydı karşımda duran… O güne kadar ölümlü olduğumu aklıma getirmemiştim, şimdi düşünüyorum. Ruha inanıyorum. Bu inanç beni ölüme karşı hazırlıklı tutuyor. İnanışımı kaybettiğim anda Tanrı kendisini hatırlatacak… Anladım, biliyorum. Eti, kanı terk etmek, ruhu kavramak gerekiyor. Buna kim hazırdır ki? Ben de hazır değildim. Ta ki Müjgan’ın kan akışının artık durduğunu, etlerinin çürüdüğünü, kopup, toprağa karıştığını görünceye kadar… Hastalık beğenilecek bir şey değil. Ölüm beğenilecek bir şey değil. Düşünmediğimiz içindir belki de ölüme ve hastalığa karşı güçlü olduğumuzu zannederiz. Etin, kanın ötesinde bir yerlerde olduğumuzu hissederiz. Oysa, et ve kan, bir ibret gibi oradadır. Yola devam etme gücümüz böyle tazelenir. “Ey Tanrım, sen bize güç ver!” demişim. “Ne?” diye sormuştu Müjgan son nefesinden önce. Her şey saniyeler içinde oldu. O an bütün güçlü madenlerden oluşmuş kat kat kalın duvarlı bir küpün içinde olmayı, Müjgan’ın ruhunu orada tutmayı isterdim. Bu mümkün olmadı. Beden gibi dünyanın en güçlü yapısının içinden çıkan ruha, ne engel olabilirdi ki?.. “Senin kokun seviyorum Müjgan” derdim. Müjgan ise “Duygusal zekâ hamalı sevgilim” derdi, gülümseyerek. O an ruhunu hissettim Müjgan’ın. Bedenini terk eden ruhu artık neredeyse çürümeye yüz tutmuş bedeninden, tanımlayamadığım, muhteşem bir kokuyla çıkıp, belki birkaç salise oyalanmıştı. Ciğerlerim parçalanırcasına içime çektim o kokuyu. Bu Müjgan’ın ruhunun kokusuydu. “Ey Tanrım, sen bize güç ver” diye mırıldandım, nefesimi tutmaya çalışırken. “Amin” diye bir ses geldi.