
Bilge Karasu (1930-1995), edebiyata öykü, roman, deneme ve radyo oyunlarıyla katkıda bulunmuştur. Yazmaya 17 yaşında başlamış; bireyin sorunlarına, günlük hayatındaki açmazlarına yoğunlaşan bir yazardır. Her insanın hayatında en az birkaç kez aklından geçirdiği ya da yaşadığı “sevgi, dostluk, yalnızlık, tutku, inanç/inançsızlık, korku ve ölüm” gibi kavramları imgesel bir dille işler. Okuyucu, günlük hayatına tanıklık eden hikâyedeki kahramanda ya da kişilerde kendinden parçalar bulur; böylece kullanılan imgeleri kendi yaşamına göre bilinçaltında şekillendirip yorumlar ve hikâye ile okur arasında güçlü bir bağ kurulur.
Karasu, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunudur. Felsefeyle geçen yılları ve düşünsel birikimi, edebiyatına derinlik ve yoğunluk kazandırmıştır.
Öykücülüğü açısından söylenebilecekler şunlardır: Sözcüklerini özenle seçer, arı Türkçe kullanır; cümle yapılarıyla okuyucuyu metnin içinde tutar ve düşünmeye zorlar.
“Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası, göçmüşlerin bahçesi değildi; göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe baktıkları yerdi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesiydi bu.”
“Göçmüş Kediler Bahçesi”, kitabın adını aldığı ana öyküdür. Kitaptaki öyküler 1968-1977 yılları arasında yazılmış olup kitap toplamda on üç öyküden oluşur.
Öykü, bir satranç piyonunun yönlendirici tarafından vezirliğe doğru sürülmesiyle başlar; olay örgüsü bahçe düzleminde kurulur:
“Yeşiller direniyor, başarıyla sürdürüyorlardı oyunlarını. Usta oyunculardı onlar…”
Yazarın felsefeyle olan yakın bağı dolayısıyla öyküde ölüm temasının çeşitli imgelerle işlendiği görülür. Ölüm, kimi zaman dostla kavuşma arzusunu da içerir; hayatta kalmaktansa ölümde dostla buluşmayı yeğleyen bir “mor” karakter vardır.
Satranç oyunu, yaşam sahnesinde insanların hareketleriyle şekillenen bir oyun metaforu hâline gelir. Piyonun sınırlı hareket alanına rağmen vezirliğe yükselme arzusu, bireyin dönüşüm arayışını simgeler. “Mor” piyon; itaat, sabır ve uyumu temsil ederken; “yeşil” vezir her yöne hareket edebilmesiyle özgürlük, bilinç ve bilgelik sembolüdür. Vezir olmak, kuralları bilen ve onları aşabilen aydınlanmış bireyi temsil eder.
Karasu’nun yazarlık anlayışı, yalnızca hikâye kurmakla sınırlı değildir; yazının dili dönüştürme gücüne olan inancı öne çıkar. Türkçeye duyduğu bağlılığı vurgular, edebiyatı hem bireysel ifade hem de kültürel hafıza aracı olarak görür.
Öyküde bahçe; yaşam ile ölüm arasında bir eşik gibidir. Zamanın durduğu, ölümün sessizce varlık gösterdiği bir alan olarak resmedilir. Kediler ise ölümle özdeşleşmiş, geçmişi ve kayıpları simgeleyen varlıklardır:
“Ağaçların arasında dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile bakmadım.”
Karakterler; “yeşil” vezirler ve “mor” piyonlardır. Mor taşlar oyunun kuralını tam bilmez; kaderleri önceden çizilmiştir. Morun içsel bir sezgiyle oyunu çözerek kaderini belirlemesi öykünün dramatik merkezini oluşturur.
Karasu, bu çatı öyküde zaten “göçmüş” olanların —yani ölmüşlerin— yaşam alanını yeniden kurar. Ölümü bir kez daha “oyun” alegorisiyle anlatır; yaşamla ölüm arasındaki geçişi satranç tahtası üzerinde kurgular.