https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Son tabloyum ben. Bir ressamın bitiremediği, yarım bırakmak zorunda kaldığı son tablo…
Fırça darbelerini tuvale vurduğu anda doğumum başladı. Gözlerimi açtığımda gördüm onu.
Büyük bir hevesle beni yaratmaya çalışan o adamı…Ressamı… Onsuz yetim ve yarım
kalacağımı bilmeden baktık birbirimize…
Tuval darbeleri çoğaldıkça iyice açıldı gözlerim. İlk önce karşıdaki duvarda asılı atların
resmedildiği tabloyla göz göze geldim:
– Hoş geldin aramıza arkadaş!
– Merhaba! Sen doğalı ne kadar oldu?
– Birkaç sene olmuştur, tam bilmiyorum. Bizi ne için yapıyor, biliyor musun? Yeni bir
sergi açacak, ona hazırlanıyor.
– Daha önce de sergiler açtı mı?
– Ooo! Hem de çok… Kişisel, karma, birçok sergi açtı.
Her tarafında boyalar ve tuvallerle dolu bu dağınık odada gözlerimi gezdirdim. Diğer
duvardaki asılı olan kış resmine selam verdim:
– Merhaba!
– Merhaba! Ben de sergi zamanını bekliyorum ama biz ikimizi sergiye götürür mü,
bilmiyorum. Çok beğenmiş olmalı ki atların olduğu tablo ile beni duvarlarına astı. Ben
kaç senedir bu duvarda asılıyım. Baksana bir sürü başka tablo var ama o ikimizi astı.
Odaya bir kere daha göz gezdirdim. Manzara, çiçek, balerin ve at resimleri… Hepsi
sergilenmek üzere bekliyordu. Ressamı düşünerek sordum: kış resmine:
– Bu işler için yaşlı değil mi?
– Hem yaşlı hem de hasta… Eşi ve kızı yardım ediyor. Geçen sergilerde de hep yardım
ettiler. Tek tek fotoğraflarımızı çekip paketliyorlar. Hatta bilgisayara bu çekilen
fotoğrafları atmayı beceremiyor da hep kızı yapıyor o işleri. Birazdan sabah kahvesini
getirir sen de tanışırsın.
Tam o sırada kızı elinde kahve ve limonlu su ile içeri girdi. Onları masaya koyarken, “Bak
suyunu içmeyi unutma sakın,” diye tembih etti. Kış resmi fısıldayarak:
– Su içmiyor da… İçmesi gerek. Kızı sürekli hatırlatıyor ama hep unutuyor, içmiyor.
Bu arada kızı gelip karşımda durdu, bana baktı:
– Renkler çok uyumlu. Güzel bir tablo olacak… Kesin satılır! Ressamımız kahvesini
içerken çalışmasına ara verip televizyonu açtı. Birden siyasi bir tartışma programı
kapladı bütün odayı. Çiçek tablolarından biri:
– Bu seslere alış. Neredeyse bütün gün böyle programlar dinler, hatta bazen eşi de gelir.
Birlikte siyasi konuları konuşurlar. Bayılıyorlar politika konuşmaya.
Bir diğer çiçek tablosu:

– Günlük rutini böyle, ne yapsın adam? Hastalıklarından dışarı da çıkamıyor uzun
zamandır. Kendini böyle şeylerle oyalıyor işte. Geçen gün konuşurlarken duydum, bu
aralar bayağı kötüymüş yürümesinde de iyice zorluklar başlamış.
Balerin kız tablolarından biri:
– Görmüyor musunuz? Bacakları nasıl da şiş… Kızı, oğlu, gelini… Sürekli doktorlara
götürüyorlar. Bir sürü ilaç da kullanmaya başladı. Kızı gelip iğnelerini yapıyor. Kanser
atlatmış, kalp hastasıymış… Şimdi bir de vücudunda pıhtı mı ne varmış, bunun içinmiş
bu iğneler…
Kırmızı gül tablosu lafa girdi:
– Hatta geçen gün şekeri o kadar çok düşmüş ki komaya girmiş. Bağıra bağıra ambulans
geldi. Kızı çok ağladı. Hep seslerini duyduk ama göremedik. Neredeyse ölüyormuş,
öyle söylediler. Neyse ki sonra iyileşti. Şimdi çok daha iyi…
Balerinlerin olduğu başka bir tablo:
– Her gün kardeşiyle konuşuyor telefonda. ‘Çocuklar beni sürekli doktorlara
götürüyorlar,’ diye şikâyet ettiğine de bakma. Aslında çocukları bu kadar ilgili ve
sevgi dolu olduğu için çok mutlu.
O zamana kadar kendini tutan manzara resimlerinden biri fısıldayarak:
– Geçenlerde kızı geldi, sarıldı babasına. Bir arkadaşının babası ölmüş sanırım, çok
ağladı. ‘Beni bırakıp gitmek yok, tamam mı?’ diye pazarlık yaptı babasıyla. Gülerek,
‘Niyetim yok, merak etme,’ dedi bizimki. Çaktırmıyor ama maalesef gitgide kötüye
gidiyor durumu…
Utana sıkıla içimi kemiren o soruyu sordum:
– Beni bitirebilecek mi acaba?
Güllerin olduğu tablo:
– Bir sürü hastalık geçirmiş, ameliyatlar olmuş. Yine de ayağa kalkmayı başarmış.
Merak etme seni de bitirir.
Ertesi sabah öğlene kadar bekledik ama odamıza hiç gelmedi ressamımız. Bütün tablolar bir
ağızdan konuşmaya başladık. Sonra birden hepimiz sustuk, evde bir telaş vardı. Ambulans
sesini duyduk ve bir anda konuşmayı kestik.
O giderken hepimiz bir ağızdan bağırdık:
– Dön, lütfen dön evine! Yine!… Seni tam burada bekleyeceğiz.
Uzun bir süre bekledik. Kapımız sıkı sıkı kapalıydı. Sonra bir gün ağlama sesleri duyduk. O
an anladık… Geri dönmeyecekti!
Odamızın kapısı açıldı. Eşi ve çocukları girdiler. Ağlaya ağlaya tüm odayı topladılar ama beni
kenara ayırdılar. Diğer tüm tabloları sarıp sarmalayıp kaldırdılar. Beni bir şövaleye koyup
öylece beklettiler. İşleri tamamen bittiğinde kızı karşıma geldi, uzunca bir süre bana bakarak
ağladı.

Sonra benimle dertleşmeye başladı:
– Biliyor musun, bir daha asla baba diyemeyeceğim. Sonsuza kadar silindi bu sözcük
lügatimden. Sen bizim için çok kıymetlisin. Babamın ellerinin dokunduğu son tablosun.
Yarım da kalsan, çok güzelsin bizim için. Diğer tüm tablolarını sergileyeceğiz bir gün.
Babam için… Sen daima bizimle olacaksın.
O gün bugündür o şövalenin üstünde duruyorum ben. Arada kızı gelip beni seyrediyor. Belki
de bana bakarken babasını yanında hissediyor. Birlikte yetim kaldık…
Son tabloyum ben. Bir ressamın bitiremediği, yarım bırakmak zorunda kaldığı son tablo…