https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Toplumun şekillendirdiği insanların birey olabilme sancısı çektikleri, kimliklerini bulmaya çalışırken ne istediklerinden emin olmalarına rağmen alışılageldik bir anlayışla kendi seslerine kulak vermek yerine çoğunluğun onaylayacağı biçimde davranmak zorunda kalmalarının yarattığı çatışmalar resmedilir Nurhan Suerdem’in Maruzatım Var’ında. Özellikle kadının dünyasından aktarılır bu yok sayılmaya kafa tutuşlar. Bu kadın kimi zaman ailesinin tercihleriyle hayatına müdahale edilen biriyken kimi zaman da ilişkilerdeki bütün sorumlulukları üstlenen bir kişi olur. İronik bir üslubu benimseyen yazar, insanın özellikle kadının iç dünyasını, kuruntularını, söylenişlerini, endişelerini ortaya koyar. Öykülerindeki kadınların iç seslerindeki isyankâr tutum Nezihe Meriç’ in öykülerindeki kadınları hatırlatır. Nezihe Meriç’ teki kadına dair kabulleri umursamayan, eleştiren ama aklından geçenleri bir türlü sese dökemeyen kadınları Maruzatım Var’da da görürüz.

Namus kavramının kadınlar üzerinden tanımlanması, kadının bekâretinin kutsanması ve tabu haline getirilmesi, kız çocuklarının bu anlamda uyarılar alarak büyümesi ve aslında psikolojik olarak istismar edilmesi durumu, Asliye Hukuk Hâkimliği’ne adlı öyküsünde ironik şekilde eleştirilmiştir. “İffet” isminin gölgesinde büyümüş, bütün isteklerine gem vurmuş bir kızın yaşını doldurur doldurmaz isim değişikliği için mahkemeye başvurmasının hikâyesidir. İçinde yetiştiği köhne anlayışı ortadan kaldırmak istercesine bir isim talep eder: Mavi.

Kadına dair herkesin kendini söz sahibi gördüğü bir başka mesele de kadının medeni durumudur. Sabah Sesi ve Talih Kuşu öykülerinde ise bekâr kadınların çevreden gördükleri baş göz etme çabalarına itiraz vardır. Bu baskıya maruz kalan kadınların çevreden gelecek telkinlerin hangi sırayla, nasıl bir tonda ilerleyeceğine dair tahminleri, benzer sorulara maruz kalmaları kendilerini ayrık otu olarak görmelerine neden olur. Bu dayatma karşısında kendilerinde mücadele edecek gücü bulamazlar ve geçiştirmek için tekdüze, kısa yanıtlarla diyaloğu kapatma yoluna giderler.

Anne olduklarında ise sorumlulukları daha da katlanır. Fedakâr olmaları beklenir.  Ve bu beklenti her türlü olumsuzluğu görmezden gelebilmeyi, mutsuz bir hayat sürmeyi ama mutlu görünmeyi, değersiz hissettirilmeyi içerebilir. İyi anne olmanın kadının fedakârlığıyla ölçüldüğü anlayış Tenes’in Baltası’nda mutsuz bir evliliği sürdürmeyi reddetmiş ve mutlu olduğu yere gitmeyi tercih etmiş bir kadının eşiyle ayrılığı sonrası çocuklarından da koparılmasının temelinde yattığı bir hikâye anlatılır. Bu geçmiş, kardeşiyle ilişkisini, evliliğini problem haline getirmiş, kahramanımız Haluk’u yalnızlığa itmiştir. Annesine nefret geliştirse de onun gibi resme ilgi duymuştur. Yaptığı resimde dahi annesine dair hissettiği acı somut bir hale bürünür. Bülent ise toplumun anneden beklediği  “her şeye rağmen” algısının karşısında, annesinin mutlu olma isteğine anlayış gösteren ve bunun kendilerine olan sevgiyi değiştirmediğini düşünen yazarın itirazını dile getirdiği kahramandır.

Bir başka fedakâr anne Koş Sevil Koş öyküsündeki Sevil’dir. Kızı, babası, evin bekleyen işleri, apartman… Yapılacakları düşünmekten uykuya dahi dalamaz. Yaşlı babası alzheimerdır. Ve yaşlılığın getirdiği ağır hareketler, hastalığın getirdiği unutkanlıkla her isteğine cevap vermek zorunda oluşu Sevil’i yorar. Abisi olmasına rağmen babasının sorumluluğunu tek başına üstlenmiştir. Evde bekleyen tamirat işleri, apartman yöneticisi olması sebebiyle komşularının beklentileri, kızının doğum yapacak olması ve ona yetişme telaşı içindeki yıpranmışlığı, kafasındaki karmaşayla ortaya konur. Bütün mücadelesini kimseden destek almadan tek başına sürdürür.

Kadının sorumlulukları her öyküde kadın gözünden de aktarılmıyor. Aziz Bey’de eşi Ferhunde’yi kaybetmiş, çocuklarının da hayatlarını kurmasıyla yalnız kalmış bir adamdan, Aziz Bey’in gözünden okuruz aslında kadından beklentiyi. Yalnızken kahve yapamaz, mutfak işlerinden anlamadığını vurgular kaybettiği eşiyle dertleşirken. “Erkekler kadınların arkasına kalmamalı.” Aziz Bey’ e göre. Kadının erkeğe, çocuklara dair türlü sorumluluklar alması gerektiği bakışıdır Aziz Bey’e böyle düşündüren. Yalnızlığa katlanmakta zorlanır. Liseden arkadaşı Kerim’ le uzun zaman sonra karşılaşır. Yalnızlıktan kurtulacağını umarken arkadaşının karısının felç geçirdiğini öğrenir. Bunun üzerine arkadaşı Kerim’ e dair aklından geçenlerde de Kerim’e duyduğu üzüntüyü okuruz: “Kerim’in yolu da ıstırap tüneline girmiş çıkamıyor. Tünelin ışığı da yok artık.” (s. 67) Elbette öyküde yaşlılığın yalnızlıkla bir araya geldiğinde ne denli çaresizlik hissettirdiği, alışkanlıkların geride kalanın ısrarla tutunmak istediği bir tutamak olduğu da ortaya konur.  Bu anlamda çoğu öyküdeki kahramanlar, yaşlılıkla tanışmış ve kendilerindeki fiziksel ve ruhsal değişikliklerin etkisiyle davranışlarını belirlemeye çalışan kimselerdir.

Toplumun kadın erkek ilişkisindeki kalıp yargıları da Eşik’te ele alınır. Bir kadının yaşça büyük bir erkekle olması normal bir durumken, bir kadının kendisinden küçük bir erkekle olması ayıplanacak bir durumdur. Arada aşk, sevgi gibi duyguları anlamak yerine ilişkiyi sadece şekilsel tanımlayan anlayışın bir kadın üzerindeki baskısı ele alınır. İlişkisini başkalarının neler düşündüğü üzerinden görmeye çalışır. Karşısındaki adamla arasındaki duyguları başkalarının bakışlarından duyduğu rahatsızlık nedeniyle yaşayamaz. Bunu kompleks haline getirerek yaşa bağlı fiziksel değişimlerini yargılamaya kadar gider ve huzursuzluğu rüyalarına kadar uzanır.

Öykülerde politik bir tutum göz önünde olmasa da iki öyküde görülür: Oturan Mavi Bulut’un Eksik Listesi ve Yetişkin Oyunları.  Oturan Mavi Bulut’un Eksik Listesi’nde oğlunu politik mücadele içinde yitirmiş ve bir gün çıkıp geleceğine olan inanca sahip bir anne, bir çocuğun gözünden anlatılmıştır. Yetişkin Oyunları ise politik vurgunun daha keskin olduğu öyküdür. Otobüste vakit geçirmek için kâğıt üstünde adam asmaca oyununu oynayan gençler ve bu gençlerin diyaloğuna tanıklık eden bir gazetecinin geçmişi, darbe sonrası yargılamaları anımsaması anlatılır. Yaşı büyütülerek idam edilmiş Erdal Eren de öyküde anılmıştır.

Nurhan Suerdem’e 31. Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandıran ve ilk kitabı olan Maruzatım Var’daki öyküler hepimizin yanı başında duran kadınların, dışarıdan bakıldığında telaşsız, dingin görünen fakat içindeki karmaşa ve uğultudaki kaybolmuşluğunu açığa çıkaran; samimi, ironik anlatımıyla bir solukta okunabilecek öykülerden oluşmuş.  Üslubuyla “kadın” a dair uçuşan kabullerin havasını kaleminin sivriliğiyle ortadan kaldırıyor adeta.