https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Biyografiler insanın kıyafetleri ve düğmeleridir. Adamın biyografisi yazılmaz.”

Yetmiş beş senelik ömre neler sığabilir? Başarısızlıklar, başarılar; terk edilişler, kavuşmalar; acılar, mutluluklar; kahkahalar, gözyaşları…

Büyük ustaların “büyük” unvanları, ömürleri ne kadar olursa olsun-ki bu göreceli bir kavram- birçok şeyi hayatlarına sığdırmalarından geliyor. Samuel Longhorne Clemens de onlardan sadece biri… Hayatının her döneminde sıkıntı çekmiş, maddi açıdan bir düstura oturamamış, belli bir refah seviyesine ulaşamamış, erken gençliğinden ölümüne kadar çalışmak zorunda kalmış,anlamı denizcilikte “İki kulaç” olan hepimizin rahatlıkla anlayabileceği adıyla, Mark Twain…

 

“O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar.”

 

ABD’nin Florida eyaletinde, 30 Kasım 1835’te tek yumurta ikizi olarak dünyaya geldi “Büyük Usta”. İki odalı küçük bir kulübede, toplam sekiz kişi yaşıyorlardı. Kulübede ailesi dışında bir de köle kız vardı. Fakirliğin beraberinde getirdiği yeterli ve dengeli beslenememe yüzünden bebekliğinde sarı, hastalıklı ve zayıftı. Hatta herkes onun hayata tutunamayacağını düşünüyor, anne babası ne zaman ölecek diye çaresizce bekliyordu.O ise tam tersine, öleceği düşünülürken hayata tutundu…

 

Bir röportaj esnasında ikiz kardeşini soran gazeteciye önce, ölenin kendisi mi yoksa kardeşi mi olduğunu bilmediğini söylemiş, ardından gazetecinin şaşkın bakışlarına bir sorun vermek için,Bakınız, ikimizde küçük, zayıf bebeklerdik. Bizi yıkamak için bir banyoya koydular. Birimiz boğuldu. Ölenin ben mi yoksa William mı olduğunu kimse anlayamadı.”diye açıklama yapmıştır.

 

1939 yılında 4 yaşındayken ailesiyle birlikte Hannibal’a göç eden “Büyük Usta”,yaklaşık 14 yıl burada yaşamış ve neredeyse tüm çocukluğunu ve gençliğini bu kasabada geçirmiştir. Hannibal’da yaşadığı yıllarda, on bir yaşındayken babasını zatürreden kaybetmiş ve maddi imkânsızlıklar nedeniyle eğitim hayatını noktalamak zorunda kalmıştır…

 

Aslında burada “eğitim hayatı” demek yerine “okul hayatı” demek daha doğru olur.

 

“Hiçbir zaman okulumun, eğitimimi engellemesine izin vermedim!”

 

Okulun özgürlüğünü kısıtladığını düşünür ve bu yüzden sık sık okuldan kaçıp, soluğu nehir kıyısından alırdı. Nehirde yaptığı sal gezintileri ve mağara keşifleri yüzünden birkaç kez boğulma tehlikesi atlattı, ama yine de vazgeçmedi Samuel, nehirden ve özgürlüğünden.

 

Tarihe iz vuran, hayatında başarı elde etmiş kişilerin birçoğunun okulun kısıtlayıcı olduğunu düşünmesi, zorlu çocukluk yollarından geçmesi tesadüf olabilir mi?

 

 “Zeki doğmuştum. Beni eğitim mahvetti.”

 

Okul ve eğitimi birbirinden ayırabilen Samuel’in aslında en başından beri zorlu bir hayatı vardı. Bu zorluklar, iş hayatına atılınca daha da ağırlaştı. Önceleri bir matbaa da çırak olarak çalışmaya başladı. Çıraklığı, abisinin Hannibal’de yerel bir gazete çıkarmasına kadar devam etti. Abisinin çıkardığı gazeteye geçip, orada mürettiplik (dizgicilik) yapmaya başladı. Yedi yıl mürettiplik yaptı. Dizgicilik işinde başarılarından dolayı ailesi, her zaman dizgicilikten emekli olacağını düşündü. Gazetede çalışırken bir çok şehri görme fırsatı yakaladı. Araştırmalarım sonucunda gezgin bir ruha sahip olduğunu düşündüğüm Samuel’e bu durağan iş de yetmedi.

 

On dört yaşında, Hannibal sokaklarında gezerken, tesadüf eseri bulduğu o kitap sayfası hayatını değiştirmesine sebep oldu. Bulduğu sayfa Jeanne D’arc’ın biyografisindendi. D’arc’ın tutsaklık günlerinden bahseden sayfa, Twain’ın D’arc’la alakalı tüm yazıtları okumasına neden oldu. D’arc’ın uğradığı haksızlıklara üzülen mizahi yazar, yaklaşık kırk altı yıl sonra yazdığı D’arc’la alakalı kitabına mizahi sanılmasın diye kendi adını vermedi.

 

Bu olay, “Büyük Usta”nın hayatının dönüm noktalarından biridir.

 

“Her zaman doğruyu söyle, ne dediğini hatırlamak zorunda kalmazsın.”

 

Seyahatlerin en iyi öğrenim şekli olduğunu düşünen yazar, bu konuda “Öğrenmek istiyorsan seyahat etmelisin.” demiştir. On sekiz yaşına geldiğinde dünyayı ve hayatı keşfetme arzusuyla önce New York’a oradan da ABD’nin çeşitli eyaletlerine gitti. Bu süreçte yaptığı gözlemler ve kazanımlarını “Ön yargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisi seyahattir.” sözleriyle özetler. Gezilerinde oluşan mesleki dolgunluğunu yazılarına yansıtan Samuel, yazarlığa adım atana kadar ve yazarlıktan sonrasında da birçok işle ilgilendi. En çok takıntılı olduğu konu kısa yoldan zengin olmaktı. Mümkünse hiçbir iş yapmadan, hatta mesleğini yani yazarlığı bile yapmadan parayı bulma konusunda oldukça takıntılıydı. Bunlardan biri de demirciliktir. Kısa bir süre demircilik yapmıştır. Zengin olma hevesiyle birçok işe giren ama hüsrana uğrayan yazarın, Amazon’a gitmek için MississippiNehri’ne yeniden yolu düştü. İşlerin planladığı gibi gitmemesi ve gemi kaptanı olan Horace Bixby ile tanışması fikrini değiştirmesine neden oldu. Bir kitaptan etkilenen yazar, Amazon’a gidip orada kakao ticareti yapmak istedi fakat kaptanın yönlendirmesiyle nehri öğrenmeye başladı. Kaptanlık sınavında başarılı olabilmek için kardeşi Henry ile iki sene boyunca MississippiNehri’ni karış karış dolaştı. Nehri’n her yerini öğrenme arzusu ve mekânları tanıma yeteneği, romanlarındaki ve öykülerindeki temeli oluşturur. En çok bilinen öyküsü Tom Sawyer’ın Maceraları’da Mississippi Nehri’nde geçer.

 

“Suların hikâyesi zaman içinde harika bir romana dönüştü. Eğitimsiz bir yolcu için ölü bir dili andıran, ancak bana hiçbir gizini saklamadan, gelmişini geçmişini anlatan bir sesti bu. Okunup da bir tarafa atılacak bir kitap değil, yediveren gülü gibi her gün başka bir yüzünü gösteren masal… 

            Amerika’da Halley kuyruklu yıldızının gökyüzünde görüldüğü gün doğmuşum. Ölümüm de Halley kuyruklu yıldızının yeniden göründüğü gün olacak.”

 

Kardeşi Henry ile yaptıkları yolculuklar esnasında bir gece gördüğü rüya ve sonrasında rüyasının gerçekleşmesinden sonra Samuel parapsikolojiyle de ilgilendi. Rüyasında kardeşinin çalıştığı vapurun yandığını ve kardeşinin ölümünü gördü. Rüyası 1858’de tam da aynı şekilde yaşandığında kendisini bir miktar suçlu hissetti. Söylediği “Tarih kendini tekrar etmez ama kafiye yapar.” sözüne uygun olarak kardeşinin vefatından bir yıl sonra, yirmi dört yaşında kaptanlık ehliyetini aldı ve Mississippi Nehri’ndeki gemilerde, üstelik kendi gemisinde çalışmaya başladı. Dört yıl boyunca kaptanlık yapan yazar, en sevdiği mesleğinden Amerika iç savaşı başlayıp, nehir turları yasaklanınca ayrılmak zorunda kaldı. Verdiği bir röportajda: “Öyle sanıyordum ve umuyordum ki hayatımı dümen başında, nehri izleyerek tamamlayacağım.” demiştir.

 

Twain’in eserlerinin başarılı olmasının bir nedeni de insan psikolojisinden iyi anlamaktır. Twain, bu eğitimi nehir üzerinde almıştı. “Bu kısa ama etken öğrenim döneminde, edebiyatın her dalıyla; roman, biyografya, ve tarihte rastlayabileceğiniz her türlü insan tipi ile karşılaştım, içli dışlı oldum. Bir eserde iyi çizilmiş bir karakter buldum mu, ona sıkı ilgi duyarım. Çünkü onunla muhakkak nehir üzerinde karşılaşmışımdır.” diyerek seyahat öğretilerine ve özlü sözlerine bir yenisini ekledi. Kaptanlık mesleğine veda ettikten sonra bir dönem gönüllü olarak savaşa katıldı. Aldığı on dört günlük askeri eğitimden sonra ordudan ayrılıp Nevada’da vali olan kardeşinin yanına giderek, yedi yıl orada kaldı. Bu süreçte, Nevada’da zengin olma hayalleriyle bir dönem altın madenciliği yaptı. Bu işten de hüsranla ayrılan yazar, abisiyle Batı’ya göç etti. Burada gazete muhabirliği yapmaya başladı ve kalemi eline alıp düzenli yazılar yazmaya başladı. Mark Twain adını ilk kez kullanarak, mizahi bir seyahat yazısı yayımladı.1866 yılında bir gazetenin isteği üzerine Hawaii’ye gidip oradan gazeteye yazılar gönderdi.

 

Bu süreçte editörüyle sürekli atışan yazar, yazılarını gönderdiğinde editörüne, “Sayın Editörüm, bu yazımda noktalama işaretlerini koyamadım. Siz koyarsınız.” şeklinde notlar gönderir. Bu işi yapmaktan usanan editör,“Sevgili yazarım, siz noktalama işaretlerini koyun, biz yazınızı yazarız.” Şeklinde yanıtlar. Yazmaktan başka çaresi olmayan Twain, tesadüf eseri San Francisco’da Bret Harte ile tanışır. İlk kitabını yazmaya başlar ve Twain’in ilk kitabı, “Calaveras İlçesinin Ünlü Sıçrayan Kurbağası”1867’de yayımlanır. Bu kitap sayesinde Twain, döneme damgasını vurur ve Amerika’da hatırı sayılır bir üne sahip olmaya başlar.

 

Çıktığı Hawaii macerası iki sene süren “Büyük Usta”,iki sene sonunda başka bir gazetenin isteği üzerine Tayvan, Mısır, Filistin ve Avrupa’yı içeren bir geziye çıktı. Bu gezisinde İzmir ve İstanbul’a da uğradı. Yolculuğunda yazdığı yazılarını 1869 yılında “Yurt Dışındaki Masumlar” adlı kitabında topladı. Bu kitabı ile ülkesinde güldürü yazarı olarak ünlendi. Kitap, kapıya teslim sistemiyle satışa sunuldu. Kitabın yakaladığı ticari başarı, Twain’in gerçekten iyi bir yazar olduğunu yeniden kanıtladı. Bu kitabının da getirdiği sesten sonra 1870 yılında Brooklyn Express gazetesinin başyazarı oldu. “İnsan Nedir” (Kabalah) kitabı da tıpkı “Yurt Dışındaki Masumlar” gibi abonelik sistemine dayanarak satıldı. Bu kitap da Amerika halkının, popülerliğe verdiği önemi gösteren satış rakamlarına ulaştı. Bu kitabından önceki eserlerinde “duygusalcı” olan Twain’in kalemi ve tarzı gerçekçiliğe kaymaya başladı.

 

Karakteristik özelliği olan zor beğenmesi, rotasında olan İstanbul ve Türkler ile ilgili hiç de gurur duymayacağımız düşüncelerini içerir. Özellikle erkeklerin giyimlerine kafasını takmış olan Twain,“Gördüğüm bir kıyafeti, ikinci bir erkeğin üzerinde görmedim. Hayal edilebilecek tüm kıyafetlerin çılgın bir balosu gibiydi. Sokaklardaki her insan aklını muazzam bir kontrastın manzarası içinde çözünüyordu.” İfadelerini kullanmıştır. Sadece kıyafetlere takılmakla kalmayan Twain, esnaflara, kedilere, tarihi eserlere de olumsuz gözle bakmıştır.

 

Her yerde kedi vardı. Sanki sultan geçse bile kıpırdamayacak şekilde yatıyorlardı.”

 

“Bir sürü cami var, bir sürü kilise var, bir sürü mezarlık var ama ahlak yok. Viski yok.”

 

Türklere neredeyse Zenofobi derecesinde ön yargıyla bakan yazar sadece Türk hamamlarına olumlu gözle bakmış yine de seyahat rehberlerinde yazıldığı kadar abartılı bir durumunun olmadığını vurgulamadan geçmemişti. Türk Kahvesi hakkında da görüşlerini şu şekilde belirtmişti.

 

“Sonra o meşhur, şairlerin kendilerini paralayarak anlattıkları Türk kahvesini önüme koydular. Fincanı, doğunun lüksüne dair yok olan hayallerime son bir umut olması amacıyla kavradım. Ama boş çıktı. Hristiyan olmayan ülkelerde ağzıma koyduğum içecekler arasında Türk kahvesi en kötüsüydü.”

 

Yine 1870 senesinde bir fotoğrafta görüp evlenmeye karar verdiği, bir davette karşılaştıktan sonra bu kararı perçinlediği ve evine giderken uzun süre kalabilmek için kurnazlık yaptığı Olivia Langdon ile evlendi…

 

Bir gün Olivia’nın evine davet mektubu alan yazar, Olivia’yı bir daha göreceğine sevinçliydi. Yalnız, ziyaretinin hanımefendi tarafından tahmin edilen süreden daha fazla olmasını istiyordu. Bunun için yolculuk öncesinde tanıştığı Olivia’nın şoföründen aracın tekerleğinin vidasını çıkarmasını istedi. Böylece araç yola çıkınca, tekerleği fırladı. Araçtan düşen Twain bayıldı ve iki hafta boyunca Olivia’nın evinde bakıldı. Aslında iyi olan yazar, iki haftayı iyi değerlendirmesi gerektiğini biliyordu. Olivia’nın evinde kaldığı süre içerisinde Olivia ile aralarındaki yakınlık sevgiye dönüştü. Olivia ile yaptığı evlilikten kısa bir süre sonra 1872 yılında ailesiyle birlikte Connecticut’ta Hartford’a taşındı. Hayatının en mutlu, en verimli yirmi senesini burada geçirdi. Üç kızı doğdu. En ünlü eserlerini bu süreçte yayımladı. Özellikle 1876 yılında yayımladığı “Tom Sawyer’ın Maceraları” ile edebiyat dünyasının mihenk taşı haline gelen yazar, aynı yıl “Bir Cinayet, Bir Sır ve Bir Evlilik” kitabını da eserleri arasına kattı. Aslında bu dönemde farklı bir hikâye üzerinde çalışıyordu. Yazmayı tasarladığı hikâyede balonla uçmak vardı. Ama aynı dönemde Jules Verne’in çıkardığı “Balonla Beş Hafta” öykü kitabı, Twain’in bu taslağı rafa kaldırmasına sebep oldu. “Bir Cinayet, Bir Sır, Bir Evlilik” kitabı yazarın istediği son noktaya böylece gelememiş oldu. Yazarın ölümünden tam yüz yirmi beş yıl sonra kitaplaştırıldı. Her zamanki gibi sivri dilli, komik, hastalıklı bir öykü oldu. 1883’te Mississippi gezilerinden derlediği “Mississippi’de Yaşam”, 1884’te de “Huckleberry Finn’in Maceraları” kitaplarını yayınladı. Bu üç eser yazarın en ünlü eserlerindendir.

 

“ İyi edebiyat, yıllanmış şarap gibidir.

Benimki sadece sudur ama herkes su içer.”

 

Yazdığı güçlü eserleriyle çocukluğunu, gençliğini, yaşadığı yerleri harmanlayan, kitleleri peşinden sürükleyen Twain, daktiloyu ilk kez satın alan ve daktiloyla ilk kez kitap yazan yazar olarak da bilinir. Yalnız, daktilosuyla yazdığı ilk kitabının, bazı yazarlara göre Amerikan edebiyatının başı kabul edilen “Tom Sawyer’ın Maceraları” mı yoksa, tamamlayıcı nitelikte olan “Mississippi’de Hayat” mı olduğu tam olarak bilinmiyor. Yazdığı kitaplarıyla Amerikan edebiyatının başı olarak kabul edilmesini ünlü yazar William Faulkner, Twain için, “İlk gerçek Amerikalı yazardı ve biz hepimiz onun varisleriyiz.” diyerek“Büyük Usta”yı onurlandırır. Ülkesinde ünlendikten, ölümüne kadar kısa ve öz konuşmalarıyla ününü perçinledi. Hayattayken popüler bir insandı.

 

“Tutkularınızın peşinden koşmanızı küçümseyen insanlardan daima uzak durun. Küçük insanlar hep böyle yapar. Ancak büyük insanlar sizin de büyük olabileceğinizi hissettirir.”

 

Tutkularının peşinden koşmaktan vazgeçmeyen yazar, 1885 yılında yayınevi kurdu. Bu yayınevi 1894 yılında iflas etti. Oldukça fazla borçlanan yazarın kişiliği, iflasını açıklayıp borçlarından kurtulmasına imkân vermiyordu. Bu sayede seminer, konuşmalar yapmak için yeniden seyahatlere başladı. Bu konuşmalardan kazandığı paralarla, borçlarının tamamını kapattı.

 

“Hepimiz, prensiplerimiz diye adlandırdığımız korkaklıklarımızın koruması altında yaşarız.”

 

“Gök gürültüsü iyidir, gök gürültüsü korkutur fakat asıl işi yapan şimşektir.”

 

Sürekli seyahat etmesi, konuşmalar, seminerler yapması Twain’in birçok dost edinmesini sağladı. Hatta Nikola Tesla ile olan ahbaplığında Tesla, Twain’e sindirim ve bağırsak rahatsızlığını gidersin diye elektrik verdi. Twain’in şimşek ve gökgürültüsüne olan hayranlığı ve Tesla’nın ışıkla istediği gibi oynayabilmesi aralarındaki arkadaşlığın uzun süre devam etmesini sağladı. Buluştukları zamanlarda birbirlerine anlattıkları öykülerde eğlendikleri, yazılı kayıtlarla ispatlanabiliyor. İkilinin dostlukları Tesla’nın tehlikeli birkaç hastalık yüzünden yatalak olduğu dönemde, eline tutuşturulan kitaplarla başlar. Tesla, ilk defa bu tarz kitaplar okumuş ve iyileşeceğine kendini inandırmıştır. O dönemde Twain’in kitapları okyanusu aşıp Tesla’ya gerçekten ulaşmış mıdır emin değilim. Yine de Tesla, Twain’e iyileşme sürecinde borçlu olduğunu düşünürdü. Bunu yazara yaklaşık yirmi dört yıl sonra anlattığında, yazar gözyaşlarına boğulmuş ve Tesla bu duruma şaşırmıştı. Güldürü yeteneği bu kadar yüksek olan birinin ağlamasına inanamamış olsa gerek. Tesla’nın yazara karşı hayranlığının yanı sıra yazar da Tesla’ya hayranlık duyar. Tesla’nın icat etmiş olduğu alternatif akım sistemini hayranlıkla incelemişti. 1894 yılında Tesla bir takım arkadaşlarının yanına Twain’i de laboratuvarına çağırdı. Bu günlerde ilk defa fosforesant ışıktan yararlanılarak fotoğraflar çekildi. Twain’in son romanı olan “The Mysterious Stranger” için Tesla’nın çocukluğundan yararlandığı düşünülür. Bu arkadaşlıktan, teknolojiye olan ilgisinden de bir hayli maddi sıkıntıya düştü. Hiçbir zaman pes eden bir yapısı olmadığı için, bu dönemi de azimli çalışmalarıyla atlattı. Hayatının son dönemlerinde tarihleri ve zamanları karıştıran Tesla, yıllar önce ölmüş olan Twain’e mektup gönderir. Yardımcısının Twain’i bulamadığını öğrendiğindeyse, “Sakın bana Twain ölmüş deme. Daha dün buradaydı ve bir saat sohbet ettik. Bana maddi sıkıntılarından bahsetti. O zarfı ona ulaştır.” demişti. Kendisinin de borç içine ölüğü bilinen Tesla için bu arkadaşlığın önemini anlayabiliriz.

 

Kaybettiklerim arasında en çok aklımı özlüyorum.

Cesaret korkuya, korku yokluğuna karşı direniştir.”

 

Hayatının en pesimist, depresif dönemlerini 1890’larda Avrupa’da yaşadı. Birinci kızının ölümü, ikinci kızının ise ağır hastalığı sonucu girdiği depresif ruh hali o dönem yazdığı yazılarına da yansıdı. Bu süreçten çıkabilmek için yaşları on bir ile on altı arasında değişen bir grup genç kız ile mektuplaşmaya başladı. Bu mektuplaşmalar zamanla ev ziyaretlerine dönüştü. Sık sık bu kızları ağırlayan yazar, yazar kulübünü “Akvaryum”, kulüp üyelerini ise “Maymun balığı” olarak adlandırdı. Yazar bu kulübü kurarak kızları, edebiyat ve sanata yönlendirip kendini de depresif  halden çıkartarak, canlı tuttu.

 

Bugün bile sevilerek okunan yazar, yazma üzerine tavsiyelerine en çok başvurulan kişilerdendi. Dönemin Realist yazarlarından kabul edilen yazarın tavsiyelerinin birçoğu, Postmodernizim yazım tarzına da uymaktadır. Tavsiyelerinden bazıları:

 

  • Önce hakikatlerinizi ele alın, sonra dilediğiniz kadar uzaklaşabillirsiniz.

 

  • Değişiklikler çok lanettir, ama siz her zaman yazma eğilimindesinizdir. Editörünüz birçok şeyi silecektir ve yazı tam da olması gerektiği gibi olacaktır.

 

  • Önce gerçeklerini al, sonra istediğin kadar çarpıtabilirsin.

 

  • Yazınızı yazmaya başlayacağınız doğru zaman, yazma doyumuna ulaştığınız zamandır. Böylelikle mantıklı ve anlaşılır bir çerçevede asıl söylemek istediklerinizi yazarsınız. 

 

Yazar tavsiyelerine yalınlığı da ekler. Kısa ve öz yazmanın zorluğuna değinen yazar, bir gün arkadaşına yazdığı uzun mektubun sonuna şu notu ekler: “Kısa yazacak kadar vaktim olmadığı için üzgünüm.”

 

Kendinizi neşelendirmenizin bir yolu, başkasını neşelendirmektir. “

 

Eserlerinde sürekli olarak mizahi dil kullanan yazarımız, Âdem ile Havva’nın hikayesini esprili bir dille okurlarına 1904 yılında “Âdem ile Havva Güncesi” olarak sunmuştur. Gülmenin insan ruhuna iyi geleceğini düşündü. Hayatının her döneminde gülmeye önem gösterdi.

 

İnsomnia (uykusuzluk hastalığı) ile baş eden yazar tüm eserlerini geceleri yazmıştır. Gündüzleri ise olmadık yerlerde uyuyakalırdı. Seminerlerinde, üniversite söyleşilerinde uykusu geldiği zaman “Bana bir yatak verin, size ölümsüz başyapıtlar vereyim.”dediği bilinir.

 

“İnsana ait her şey zavallıdır. Mizahın kendi gizli kaynağı neşe değil kederdir.

 Cennette mizah yok.”

 

Kederli insanların, neşeli hallerini görünce aklıma hep kederli insanların zırhı, mizahları, gülümsemeleridir diye düşünürüm. Twain’de yaşadığı hayat ve hayata karşı duruşuyla bende bu izlenimi uyandıran yazarlardan. Çünkü gülümsemek direniştir.

 

“Âdem Cennet’te yalnız değildi ve olan biten için tüm takdiri o hak etmiyordu.

Büyük bir kısmı ilk kadın olan Havva’ya ve ilk danışman olan “Şeytan”a aitti.”  

 

Yaşlılığında şiddetle ırkçılığı, sömürgeciliği, kazanç hırsını, dinsel ikiyüzlülüğü, politikacıların ikiyüzlülüğünü ve karısının feminist olması nedeniyle emperyalizmi sert bir dille eleştirdi. 1905 yılında Beyaz Sarayda yetmiş beşinci yaşını kutladı.

 

İlk kızını, hayat arkadaşını ve kardeşini kaybeden yazar, iki kızıyla birlikte Avrupa’dan 1904 yılında Hardford’a geri döndü. Burada kızı Jean için bir çiftlik satın aldı.

Jean ise burada boğularak öldü. 1907 yılında Oxford Üniversitesinde fahri doktorasını vermiş olan yazar, karısını, çocuklarını, edebi başarılarını kaybedince,son yıllarını yalnız ve buhranlı geçirdi. Jean’ın ölümünden tam beş ay sonra, kalp rahatsızlığından vefat etti. 1904 yılında başladığı otobiyografisini tamamlayamamıştı. Vasiyeti üzerine ölümünden yüz sene sonra yayımlanmasını istediği otobiyografisi, 15 Kasım 2010 yılında, yayımlandıktan hemen sonra New York Bestseller listesine girdi. Aslında yazar otobiyografisindeki bazı bölümlerin beş yüz yıl saklanmasını istedi. Beş yüz yıl sonra sesini daha net duyuracağını düşünmüştü.

 

“Ölüm, hepimize eşit muamele eden tek ölümsüzdür; sunduğu merhamet, huzur ve sığınak, temiziyle kirlisiyle, zenginiyle fakiriyle, sevileni ve sevilmeyeniyle herkes içindir”.  

 

 

Mark Twain’in Başlıca eserleri:

  • Jim Simley ve Zıplayan Kurbağa ve Diğer Öyküler (1867)
  • Saflar Yabancı Ülkede (1869)
  • Tom Sawyer’ın Maceraları (1876)
  • Bir Cinayet, Bir Sır, Bir Evlilik (1876)
  • Prens ve Dilenci (1881)
  • Küçük Prens ve Sokak Çocuğu / Prens ve Dilenci / Çalınan Taç (1882)
  • Mississippi’de Yaşam (1883)
  • Huckleberry Finn’in Maceraları (1884)
  • A Connecticut Yankee in King Arthur’s Court (1889)
  • Ekvatorun İzinde (1897)
  • Adem’le Havva’nın Güncesi (1904)