
Fatih Turanlı’nın Orada Değildim adlı romanı, askerlik deneyimini yalnızca bir bireysel tecrübe değil, aynı zamanda sosyo-politik bir travma ve varoluşsal bir sınav olarak ele alır. Metin, yüzeyde askeri bir taburun gündelik hayatını anlatıyor gibi görünse de, gerçekte modern insanın iktidar ilişkileri, aidiyet sorunları ve ölümle kurduğu çarpık ilişkiyi açığa çıkaran güçlü bir alegori olarak okunabilir.
Romanın merkezinde, askerlik kurumunun gündelik yaşama sirayet eden disiplin rejimi vardır. Nail’in koğuşta kısa dönemlere uyguladığı baskı, emir-komuta zincirinin bireyler arasında nasıl yeniden üretildiğini gözler önüne serer. Askerî hiyerarşi yalnızca üstlerden gelen emirlerle değil, eşdeğer konumdaki askerler arasında da içselleştirilir ve yeniden sahnelenir. Böylece Michel Foucault’nun tarif ettiği “mikro iktidar” mekanizmaları roman boyunca somutlaşır: bir yastığın nasıl çekileceği, horlamanın nasıl susturulacağı, şınavın kaç kez yapılacağı gibi ayrıntılar bile iktidarın bedeni kuşatmasının göstergeleridir.
Metin, şehit haberlerinin olağanlaşmasını ve ölüme dair duyarsızlaşmayı çok katmanlı biçimde işler. Ölüm, varoluşçu felsefenin altını çizdiği gibi bireysel bir son değil, kitlesel bir istatistiğe dönüşür. Nail’in annesinin ölüm haberini alışı ise bu kitlesel kayıpların bireysel trajediyle çarpıştığı andır. Annesinin ölümü, askeri disiplinin ortasında beklenmedik bir kırılma yaratır; bireysel yas ile kolektif görev arasındaki çatışma metnin duygusal zirvesini oluşturur.
Romanın başlığı bile, aidiyet sorununa dair ironik bir tavırdır. “Orada değildim” ifadesi, hem bireyin kendi yaşadığı şiddete yabancılaşmasını hem de tarihin en kritik anlarında öznenin kayıtsız kalışını simgeler. Nail, askeri disiplinin tam ortasında bulunmasına rağmen, kendini sürekli dışarıda konumlandırır: ya sivillere dönme hayaliyle ya da geçmişin anılarıyla. Ancak bu “olmama” hali, bir kaçış değil, sürekli bir iç sıkışmaya dönüşür. Yani roman, varlık ve yokluk arasında sallanan bir bilinç halini, Sartre’ın bulantı kavramına benzer bir varoluşsal yabancılaşmayı görünür kılar.
Turanlı’nın dili doğrudan, keskin ve gündelik küfürlerle örülüdür. Bu sert dil, yalnızca bir “askerlik jargonu” değil, aynı zamanda militarizmin bireyin ruhuna nasıl sindiğinin göstergesidir. Küfür, aşağılama ve emir kipleri, bireyler arası iletişimin neredeyse tek formuna dönüşür. Ancak bu sertliğin arasına serpiştirilen anılar –örneğin Nail’in çocukluğunda annesiyle çekilmiş fotoğrafı– dilde dramatik bir çatallanma yaratır. Okur, bir yandan baskının sıradanlığına tanık olurken, diğer yandan insanın en kırılgan yanıyla yüzleşir.
Orada Değildim, Türk edebiyatında askerlik anlatıları geleneğine eklemlense de, yalnızca otobiyografik bir askerlik hikâyesi olarak okunamaz. Metin, Latife Tekin’in gündelik dili büyülü gerçeklikle dönüştüren tavrından farklı olarak, sert realizmin ve psikolojik çözümlemenin kesişiminde durur. Aynı zamanda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki yabancılaşma hissiyle, Sevgi Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ndaki tahakküm ve beden politikalarıyla akrabalık kurar.
Roman, bireyin askerlik sürecinde yaşadığı sıkışmayı yalnızca bir dönemsel deneyim değil, modern toplumun bütününe yayılmış bir tahakküm alegorisi olarak sunar. Nail’in hikâyesi, askerlikten kurtulduğunda sona ermeyecek; “orada olmama” hali, tüm yaşamına sirayet edecek bir yabancılaşmanın habercisidir. Bu açıdan eser, yalnızca bir askeri roman değil, modern insanın iktidar, aidiyet ve ölüm karşısındaki trajik varoluşunu irdeleyen felsefi bir metin olarak da değerlendirilebilir.