https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Zamanın dışında kalan, ebedî suskunluk hâlindeki kadının adıdır Uyuyan Güzel.

Prenses doğduğunda kutlamaya davet edilmeyen perinin yaptığı büyü, masalın belirleyici unsurudur, hatırlayalım. Ülke genelinde her türlü önlem alınmış, tüm yün eğirme tezgâhları, çıkrıklar bir emirle toplatılmış olsa da kendisini bekleyen lanetten kaçamayacaktır henüz uyumayan güzel; kral babasının gücü de yetemeyecektir böylelikle. Prenses, yıllar geçip de güzel bir genç kız olduğunda dokunduğu iğin etkisiyle uzun bir uykuya dalar; üstelik yalnız da değildir, saray halkı da aynı lanetten nasibini alır. Laneti bozacak tek durum:  Gerçek bir AŞK öpücüğü.

Taraflara dair bakışımı paralel yürütmek niyetindeyim. Aksiyon geliştirmeyen, öylece bekleyen prensesi, bir öpücükle uyandıracak olan prens, acaba gerçekten istekli midir? En taze, en güzel hâliyle, gözleri kapalı ve yatağında sere serpe uzanan prenses, belki de sadece bu hâliyle caziptir maviler içindeki yakışıklı prens için, kim bilir?

Allan Poe,  “Kompozisyon’un Felsefesi” isimli yazısında ölmüş güzel bir kadının,  dünyanın en şairane konusu olduğunu söyler. Bu itirafın okumasından hareketle karşı koymayan, ses çıkarmayan kadın figürünün erkek dünyasında anlam bulan potansiyel cazibesini düşünmemek elde değil.

“Uyuyan güzel” metaforunun belki de en sağlam örneği, Yasunari Kawabata’nın Nobel ödüllü  “Uykuda Sevilen Kızlar” romanı olabilir. Yaşlı erkeklere hizmet veren bir genelevde ilaçla uyutulan genç ve bâkire kızlara neredeyse romanı okuyan her okuyucu, imrenerek yaklaşır; yetinmeyerek roman kahramanı altmış yedi yaşındaki Egushi ile özdeşim kurup yatağın bir ucuna da ben ilişsem, diyebilir. İncelikli ressam işçiliğine eşdeğer nitelikte yansıtılan erotizm, yine incelikli, yalın bir dille örtüşür bu romanda. Bununla birlikte Egushi’nin pasif bir tutkuyla yücelttiği uyuyan kızın nesne olmaktan öteye geçemediğini görür,  ağırlıklı olarak kahramanın hayallerine, ailesiyle bağlantılı gençlik anılarına psikolojik tahliller yoluyla tanıklık ederiz. Romanı okuyup bitirdiğimizde ise akıllarda en çok yer eden, genç kız vücutlarının ve bu vücutlardaki güzelliğin baş döndürücü estetiği olur.

Masalımıza geri döndüğümüzde perinin lanetini düz bir okuma ile değerlendirirsek periye haksızlık etmiş oluruz ve verilmek istenen asıl mesaja da uzak kalırız. Zira prenses, en körpe, en güzel hâliyle uyandığında  -hem de bir prensin öpücüğü ile- güzelliği devam edecekse eğer bunun neresi lanet? Değil mi ki zaman durmaz ve akar, uyuyan güzelin bu akışın dışında kalması hariç her şey değişir…

İşte lanetli büyünün sırrı!

Uyuyan güzel, uyanacak uyanmasına; ama zamanın geri durarak etkisini saklı tuttuğu değişimler, bir bir sıraya girecek; prensesimiz, buruşan teni, dökülen dişleri ve ağaran saçları ile gerçek bir  bedel ödeyecek. Zaman, verdiğini mutlaka geri alan en zâlim efendidir çünkü. Tam da burada, Uykuda Sevilen Kızlar romanından bir alıntıyı çok yerinde buluruz: “En güzel kadın bile uykusunda yaşını gizleyemez.” Bu sözün savunusunu gerçek kabul edersek masaldaki prensin olası şaşkınlığını da varın siz düşününün.

Perinin lanetini detaylandırdığımızda görürüz ki mevsimleri doyasıya yaşayamamış, bilgi ve görgü yoksunu, yaş almanın zarafetinden mahrum bir uyanmış güzeldir artık bizim meşhur prensesimiz.

Masallara nazireler yazmayı pek severim ve bu masalın sonu için de isterim ki prensesin bir seçim hakkı olsun: Ne lanet, ne saray halkının beklentisi ne anne- baba hakkı ne de yakışıklı prensin dönüştürücü aşk öpücüğü… Hepsini reddederek kendi iradesi ile uyanamaz mı uyuyan güzel?  Verdiklerinin hesabını hiç şaşmadan tutan zamanın, aldıkları karşısında gözlerini dört açarak hayatla tek başına yüzleşemez mi?

“Uyuyan Güzel” meselesini çoktan halletmiş nice kadına sevgiyle…