https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Lina Yalınçay, yeni kitabı Necati’nin Kamyonu ile edebiyat okurunun dikkatini çeken Beyhan Özer’le derinlikli bir söyleşi gerçekleştirdi. Kamyonlar, yollar, taşınan yükler ve görünmeyen duygular ekseninde ilerleyen bu öykü kitabı, sıradan hayatların içindeki çarpıcı dönüşleri zarif bir dille yakalıyor.

Söyleşi boyunca Özer, yazma sürecinden karakterlerin oluşumuna, taşra ile kent arasındaki gerilimden dilsel tercihlerine kadar pek çok konuda içtenlikle yanıtlar verdi. Lina Yalınçay ise metnin katmanlarını incelikle açarak hem kitabın alt metnini hem de toplumsal bellekteki karşılıklarını gündeme taşıdı.

Kitabın ismi “Necati’nin Kamyonu” oldukça dikkat çekici. Bu ismi, kitaptaki tüm öykülerle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Necati’nin Kamyonu, yenik bir insanın ötesinde eril ve acımasız bir sesin adı. Kaybetmeyi kabullenmiş bir emekçinin durgun, sıradan hayatında güçlüyü hiç unutturmayan bir dinginlik hâkim. Hikâyedeki ana kahramanının ismi Ökkeş. Görevi Necati’nin Kamyonuna ulaşmak… Necati’nin Kamyonu, “Taşlı Toka, Yalnızlık Göğü, Dönüşün Sesi, Güvercin Misali, Öyleyse Masumiyet, Melike, Usuldu Gözlerimdeki Derinlik, Poşetteki Miras, Affet, Sen Yeniden, Kalbimin Usu” öykülerimden farklı bir mücadele betimlemesi hissettiriyor içeriği ve de ismiyle. Basit bir ifadeyle, hafızaya pek çok sahne yerleştirebilecek vurguydu aradığım. Kitaptaki tüm öykülerimin duygu fonu gerçek yaşanmışlıklardır.

Öykülerinizde sıklıkla yaşlı karakterlere yer veriyorsunuz. Bu tercihinizde özel bir sebep var mı?

Bir iki öykümde yaşlı demeyelim de… Yaş almış insanların hatırlayışın karanlığında yılların onlara dayattığı maskelerden kurtulma, yokluğun eşiğine gelindiğinde o hastane odasını ya da nereden geldiği belirsiz bir kokunun geçmişinde zamandan soyutlanmış kimi zaman da kendini saklamış karakterlerin büyümesi olarak tanımlayabiliriz. Terk eden, edilen ve sonrasında kendi olabilmenin nefesini dinliyor her bir kahraman. Bunca kaygılara, gölgelere direnmek senelerin sana kattığı olgunluk. Bu duygular muhteşem ve derin. Sızlanmanın en asil hali yaşlanmak belki de. Bahsetmeye katlanmanın olgunluğu da. Yüreğimden incecik geçen bu hikâyelerde gözlem yapmak fırsatı yakalamanın beni daha çok yazmaya, anlatmaya ittiğini söylemek isterim.

“Poşetteki Miras” ‘da devrimci bir gencin cezaevine düştükten sonra, hayattan ve insandan kopuş hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Elbette son oldukça trajik.

“ Kimi zaman sıcak bir çayın içine bir damla gözyaşı dökülür, birden dalgınlaşıveren gözleriyle yaşayamadıklarını hayal ederdi. Çoğu kez hayal ettikleri abartı gelir, düşüncelerinden kaçmaya çabalar ve gerisin geriye yüreğine çarpardı hissettikleri”

“Melike” ‘de 60’larına merdiven dayamış, okumuş, kültürlü eski eczacı bir kadının yavaş yavaş tükenişi anlatılıyor. Bedenine sinen ve zamanla oturduğu apartmana yayılan koku, onun kırılan kalbinin çaresizliği.

“Eczacıydım. Kocam askerdi ve aşıktım. Hırslarım olmadı hiç. Şimdilerde aynadan yansıyan başka bir yüz sanki… Yüzümde tatsız bir sarılık asılı. Duymak istemediğim başka bir ses çınlıyor kulaklarımda.”

 “Affet” ve “Necati’nin Kamyonu” öyküleri arasında örtük bir bağ var gibi. Bu bilinçli bir yapı mıydı?

“Affet” öyküsü eşinin ölümüyle kabuğuna çekilen biraz da bencil disiplinli hayatında tıkanıp kalmış; yalnızlığa karısına vedasıyla adımını atmış bir adamın alışkanlıklarının dışına çıkması anlatılıyor. Yıllardır sevdiği ama ihmal ettiği kız kardeşinin yanına yerleşir ve kendi karakterine zıt, hayat dolu kardeşinin zamanla büyük sırrını öğrenmesine tanık oluruz.

“Necati’nin Kamyonu” aslında Affet öyküsündeki gibi bir adamın bağıra bağıra savrulan, duygularını kafeste tutan öyküsü. Hem kabul ve itirazı sorgulatan hem de sınıfsal ve makamsal ayrımcılığın olmadığı duygulardan bahsetmeleri ortak özellikleri. Biri yarım, eksik kalmış yaşanılanlarla dilsiz ve şekilsiz kalmış bir hammalı… Diğer öyküde gidenle birlikte kalanın keşfi. Öyküler arasında örtük bir bağ demişsiniz. Evet. Necati’nin Kamyonunda gitgide içinde genleşen yalnızlığı ve aşırı sessizleşen bir insanın kayboluşu var. Çıkış yollarıysa geleceğin belirsizleştiği yerde öfkelerini, ukdelerini keşfetmek.

Karakterlerinizin geçmişle hesaplaşması genellikle sessizlik içinde ilerliyor. Suskunluk sizin anlatılarınızda nasıl bir yer tutuyor?

Öykülerde kollektif bir suskunluk hâkim. Ağırlıkları fısıltıya dönüştüren bir isyan da var. Gülüşler bir yerde duruluyor. Kısa bir mola veriyor sanki. “Usulü Gözlerimdeki Derinlik” deki gibi kadının sesi uzağa çekiliyor. Kahkahası yankılandıkça ürperiyoruz.

“İçimde ölçüsüz bir asilik hâkim. Sarhoştum. Beynim patlamaya hazırdı. Işıklar gözlerimi kamaştırıyor, midem bulanıyordu. Ani bir refleksle pastanın üzerine kustum. Üstüne de gülme krizine yakalandım.”

15’inde evlendirilen bir çocuğun kadınlığa zorla dönüştürülürken asla tamamlanamayacak boşluklara kimi zaman alaysı bir tavırla karşı koyması…. Kendine acımanın esrik bir sesi var içinde. Şefkat ve merhametini susturduğunda özgürleşebiliyor ancak.

Yaşanılanlar çelişkilere, hesaplaşmalara ve saklı kalmış dünyalara eşlik ederken suskunluk içsel hayatlara hâkim.

Güvercin misali öykümdeki gibi Kamerunlu Waibar geri gönderim merkezindeki sanrılı haliyle hamile bedeninin hastalığına rağmen yaşama direnişi ve arkasında bıraktığı yavrusuyla vicdanlara güvercinle seslenişi gibi… Oldukça sessiz görünüyorlar belki alma çığlık çığlığa bağırıyor karakterler.

Kitap boyunca yalnızlık, aile içi kopuşlar ve affetme temaları çok baskın. Sizce affetmek mümkün mü, yoksa sadece zamanla kabullenişe mi dönüşüyor?

Ölüm, özlem, vicdan, gitmek, yalnızlık, çaresizlik, kurtuluş, aile… Ve evet affetmek insanı besleyen havaya, toprağa, ışığa sızan o güçlü maneviyat. Kırıp dökmek meçhul ve yıkıcı ruhlar için geçerli.

Kabullenişin kendine özgü bir yorumu var. Ne çok iz kalıyor geride kalanlar için. Paylaşılamayan ne çok ispatsız, nedensiz kopuşlar, hatırlanmayan boşluklar arşivimizdedir. Bellek bazen bir kâbusun içinden geçer gölgelenir. Sana ait olan bağışlamak, bağışlanmaktır çoğu kez.

“Dönüşün Sesi” öykümde olduğu gibi kopan baba-kız ilişkisi bahanelerin arkasına saklanamaz gün gelir. Gün gelir hasta yatağındaki babanın tanımadığın öteki yüzünle karşılaşırsın. Yitirme korkusu affetmeyi kolaylaştırıyor sanki.

“Babam herkes ve her şeyden duyduğu memnuniyetsizliği avaz avaz dile getirirken kendi sesini duyuyordu hep. Ondan nefret etmezdim. Bazen bir anlığına yok olmasını dilerdim.”

Anlatmayı seçtiğim öykülerin arasına serpiştirilmiş umutlar varlığın devamını sağlayan sesli sessizlik. Kötülüğü körelten ama aklıselim davranmayı önceleyen hisler ve kelimelerle aramdaki bağı güçlü tutmaya çabaladım. Hüzün ve umut arasında bir yerde kalmaya, yaşama katılmaya, biraz olsun okumak isteyenlere minik bir dokunuş yapmak istedim.