https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Engin Çetinbağ’ın Karanlıkları Yara Yara adlı öyküsü, yeryüzünün altına gizlenmiş bir yasın, suskun bir başkaldırının ve halk türküsünün derin, kanlı bir yarığından sızan anlatısıdır. Bu öyküde ne yalnızca bir gecede yaşananlar vardır ne de sadece geçmişin hayaletleri. Bu öykü, yeraltı madeni kadar ruhun dehlizlerinde yankılanan bir sessiz çığlıktır. Karanlık, yalnızca toprağın değil, belleğin ve vicdanın da rengidir bu anlatıda.

İzzet Çavuş’un sazı, başucuna asılmış bir suskunluktur. Her telinde bir anı, her çalınmayan ezgide bir ölü taşır. Sazı yıllardır eline almamış bir adamın gözlerinin mavisinde taşıdığı fırtına, bir gece vakti rakı kadehlerinin buğusuyla çözülmeye başlar. Ve gece boyunca kurulan masa, bir ağıt sofrasına dönüşür: İçki içtikçe karanlık derinleşir, türkü söylenince hatıralar dirilir. İlçe amirinin ve emniyet müdürünün hoyrat sarhoşluğu, yalnızca bir makamın değil, bir toplumun hoyratlığının resmidir. Türkü istemek değil bu; bir yasın, bir mahremiyetin üzerine çizmektir ayakkabıyla.

Gümüşdiş Efe’nin hikâyesiyle açılan bir başka zaman katmanı, halkın belleğinde çoktan küllenmiş ama sazın tellerinde hâlâ sızlayan bir yangını çağırır. Bu efsanevi figür, ne tam bir kahraman ne de yalnızca bir hayalettir: O, zulmün karşısında ayağa kalkmış bir yürektir. Onun katledilişi, yalnızca bir efe’nin ölümü değildir; halk adaletinin, yiğitliğin ve onurun susturulmasıdır. Ve öykü boyunca bu ölümün yankısı, Çavuş’un iç dünyasında, her dublede biraz daha su yüzüne çıkan bir kırgınlık olarak dolaşır.

Halil Dede’nin anlatımı, öykünün içinde bir ağıt gibi akar. Çavuş’un karısının iftiralarla kirletilen onuru ve ardından gelen intihar, yalnızca kişisel bir yıkım değil; erkeklik, namus, devlet ve şiddet kavramlarının gölgesinde şekillenen bir toplumun portresidir. Bu trajedi, öykünün kırılma noktasıdır. Çavuş’un geçmişi, ona türkü çaldırmayan bir travmanın izidir. Çünkü bu türkü, sadece bir melodi değil; bir eşin yasına, bir gururun yıkımına, bir adaletin çığlığına dönüşmüştür.

Ve gece, türküyle kapanır. Ama bu, eğlenceli bir meclis türküsü değildir. Bu, sazın dilinde ağlayan, tellerinde titreyen, gözyaşıyla mızrabı ıslatan bir ağıttır. Alaattin Dağı’nın türküsü, Gümüşdiş Efe’nin ruhunu çağırır, İzzet Çavuş’un yaralarını deşer. Onca ısrara rağmen, bu türkü ancak dostun hatırına çalınır. Ne müdür için ne meclis için… Yalnızca bir insanın gözlerinin içindeki samimiyet için. Ve o an, sazın tellerinden dökülenler, bir halkın susmuş tarihidir.

Gecenin sonunda mühendis, çavuşun sazına dokunur. Yeraltı cevherine nasıl dokunuyorsa öyle. Çünkü bu saz artık bir müzik aleti değil, bir mezar taşıdır. “Sazın telleri hâlâ nemli” dizesiyle kapanan öykü, sadece sazın değil, bu topraklarda bastırılmış nice hikâyenin, konuşulmamış acıların, dile gelmemiş türkülerinin de hâlâ yaşadığını, yaşattığını söyler.

Karanlıkları Yara Yara, yalnızca bir öykü değil; hem bireysel hem kolektif hafızanın yeraltında sürgün edilişini, türkülerin ise bu hafızayı nasıl taşıyabildiğini gösteren bir anlatı anıtıdır. Engin Çetinbağ bu öyküyle, edebiyatın suskunluğu nasıl konuşturduğunu, yası nasıl direnişe dönüştürebileceğini gösterir. Bu öyküde yeraltı, yalnızca cevherin değil, insanlığın da sınandığı yerdir. Ve belki de en kıymetli cevher, madenin değil, kalbin derinliklerinde saklı o bir tek türküdür.