https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Engin Çetinbağ, aramızdan ayrıldı. Onun gibi biri için söylenebilecek en son şeydir bu. Engin’i, Çanakkale Öykü Günleri’ni düzenlediği yıllarda tanımıştım. Heyecanlı, yaşadığı kente hareket, canlılık, coşku veren insanlardandı. Kültür sanatla, kitapla iç içe bir yaşamı vardı, her şeyi okur, not alır, kimi kitapları, salt onlardan daha uzun söz edebilmek için yeniden okurdu. 12 Eylül öncesinin devrimci birikiminden geldiği için, bilgisini, katkısını paylaşır, karşısındakini sabırla dinler, ancak söz kendisine geldiğinde uçsuz bucaksız, özel kültürüyle konuşmaya başlardı. Neydi bu özel kültür? Elbette çok okurdu, felsefe, sinema bilirdi ama aynı zamanda tasavvufa hâkimdi, Mevlana’yı, Yunus’u, Bedreddin’i özümsemişti. Ama bunların dışında, çok insan tanırdı. Onun sahip olduğu gerçek özel kültür, yaşantıydı.

Çanakkale Öykü Günleri’nin sanırım ilk yıllarıydı. Ben o zaman Can Yayınları’nda çalışıyordum. Beni, Erdal Öz’ü, Ayşe Sarısayın’ı ve Cemil Kavukçu’yu oraya davet etmiş, gemiden indiğimiz zaman bize bir sürpriz yapmış, arabamızı bir Roman orkestrasıyla karşılamıştı. Klarnetçiyi de, “Klarneti arabanın camından içeriye sokacaksın,” diye tembihlemişti herhalde. Öykü Günleri için, Çanakkale’yi ayağa kaldırmıştı. Bir dayanışma, coşku kültürüydü onunki.

Öykülerini çoktan beri okuyorduk, o zamanlar, onun yazdığı gibi, halktan insanların hikâyeleri pek yazılmıyordu artık. Şimdi de sıradan insanların hikâyelerinin gerçekçilik içinde yazıldığı söylenemez. Engin, kendini bir yazar, bir öykücü olarak tanımlamazdı, ona kalsa, okumayı, arada da bir şeyler yazmayı severdi, hepsi buydu. Bana kalırsa, en güzel hikâyeler ondaydı oysa. Başından geçenleri, tanık olduğu olayları, tanıdığı insanları anlatmaya başladığı zaman saatler nasıl geçerdi, anlayamazdık. Hep daha çok yazmasını, bu hikâyelerin kaybolup gitmesinin yazık olacağını söylerdik. Güler, o unutulmaz, alaycı gülüşüyle, “Böyle de olur, boşver,” derdi. Anlatmak, sözünü etmek, gördüklerini bir sohbette aktarmak… Sözlü kültürün, eşsiz sözlü edebiyatımızın, tasavvuf kültürümüzün mirasıdır bunlar. Engin yazıyordu ama sanırım daha çok söz’le mutluydu.

Bir kış mevsimiydi, ben Çanakkale’de birkaç gün kalacak, burada Sus Barbatus!’un üçüncü cildinin birkaç bölümünü yazacaktım. “Burada mısın?” diye aradım, “ben iki üç gün için yazmaya geldim.” “Ne yazıyorsun,” dedi. “Barbatus,” dedim. “Tamam,” dedi, “ben de buradayım ama sen çalışacağına göre pek görüşemeyiz, ama bu akşam buluşalım, sana bir armağanım var.” “Ya, nedir?” diye sordum. “Gelince görürsün,” dedi. Sözleştik. Akşamüstü bir kahvede buluştuk, elinde büyük beyaz bir torbayla geldi. “Bu nedir,” dedim. “Aç da bak,” dedi. Bir domuz kafatası. Bir maden keşfinden yeni dönmüştü. “Bunu ormanda buldum, işte Barbatus burada dedim ve aldım sana getirdim,” dedi. Şaşkınlıkla baktım, torbayı aldım, teşekkür ettim. “Bir tane daha vardı aynı yerde ama o benim,” dedi.

Bir sonraki karşılaşmamızda, İstanbul’da, yine birer çay içmek için oturduk, yorgun görünüyordu. “Nerelerdesin,” diye sordum. “Ankara’da işlerim vardı, dönüşte İnegöl’e uğradım,” dedi. “Ne için?” “Mimoza’ya gittim,” dedi. Cemil Kavukçu’nun öykülerini çok severdi, gidip Mimoza’da Elli Gram’da anlatılan meyhaneyi bulmuştu.

Kadehi Boşalanlar, gerçekçi edebiyatımızın son dönem iyi örneklerinden biridir. Yıllar sonra, ondan yeni öyküler istemiştik, hiç olmazsa gönder, okuyalım, diyorduk. “Aslında hazır,” demişti, “adı da belli: Karanlıkları Yara Yara…” “Çok güzel,” dedim, “ne duruyoruz, yayınlayalım.” Karanlıkları Yara Yara, maden işçilerini anlatan, klasik toplumcu öykücülüğümüzün en iyi örneklerinden biridir. Karanlıkları yara yara yaşamış, hiç unutmayacağımız Engin Çetinbağ’ın kendisidir, onun kadar gerçektir.

Onu yazmaya, yayınlamaya yönlendirmek istiyordum, bunun ona son yıllarda iyi geldiğini gördükçe mutlu oluyordum. “Bedreddin’i yaz,” dedim. “Olur,” dedi. Ama o günlerde ağır bir hastalığa yakalandı, yoğun bakımdan çıkınca aradı, gördüğü düşü anlattı… Ölüme, düş görebilmek için gittiği kesindir. En değerli madenler içinde, ışıklar içinde uyusun.