https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Erkut Özal’ın Iskarta adlı öykü kitabı, günümüz erkekliğinin, bireysel hafızanın ve içsel dağılmanın çarpıcı bir temsilidir. Gündelik olanla iç içe geçen duygusal ve düşünsel çözülme süreçleri, bu kitapta ironik, kırılgan ve bazen sert anlatım biçimleriyle bir araya gelir. Metinler, geleneksel anlamda öykü olmaktan çok, fragmanlar, iç monologlar ve bilinç akışıyla örülmüş zihinsel kolajlardır. Bu yapı, eseri çağdaş Türk öykücülüğü içinde deneysel ve özgün bir yere yerleştirir.

Iskarta, erkekliğin kriz hâlini anlatırken ataerkil kodları tekrar etmeden, tersine bu kodların birey üzerindeki baskısını göstererek çözümleyici bir pozisyon alır. Yazar, çoğu karakterini ahlaki çöküntüyle, suçlulukla, ikiyüzlülükle ve duygusal acizlikle baş başa bırakır. Bu bağlamda öyküler, hegemonik erkekliğin içe çöküşünü dramatize ederken, okuyucunun da karakterle özdeşleşmesini engelleyen ironik bir mesafe kurar.

Kitabın açılış öyküsü “Rüyanın Getirdiği”, anlatıcıya ait rüyanın sınırları içinde başlayıp gerçeklik alanına sızan duygusal bir kırılma hikâyesidir. Rüya ve uyanıklık arasında salınan anlatı, karakterin mevcut ilişkisiyle geçmişteki bir birliktelik arasında yaşadığı kimlik çatışmasını anlatır. Bu çatışma, yalnızca bireysel bir aşka dair değil, “ben” olma sürecinin psikodinamiklerine ilişkindir. Burada Lacancı anlamda, arzunun daima başka bir eksiklikten doğduğu ve “öteki”nin bakışının benlik algısını şekillendirdiği görülür.

“Zeytin Tanesi” öyküsü, aile hafızası, kuşaklararası travma ve nostaljiyle yoğrulmuş çok katmanlı bir metindir. Anlatı, hem görsel hem de işitsel bir hafıza organizasyonu şeklinde işler; radyo, şarkılar, çocukluk eşyaları ve mezarlık imgeleri üzerinden, bireysel geçmişin kolektif belleğe dönüşme süreci verilir. Bu metin, postmodern anlatı teknikleriyle örülmüştür. Katmanlı zaman kullanımı, iç içe geçmiş anlatı sesleri ve mekânsal geçişler, Roland Barthes’ın “yazının çoğulluğu” kavramıyla uyum içindedir.

“İntiharperest” adlı öykü, zihinsel çözülmenin neredeyse psikotik sınırlarında gezinen bir metindir. Anlatıcının iç sesi, baba figürüyle olan çatışması üzerinden şekillenir. Bu öyküde Freud’un baba kompleksi, bilinçaltı bastırmalar ve intihar dürtüsü, dil aracılığıyla deşifre edilir. Anlatının kırık yapısı, karakterin içindeki çelişkili seslerin çatışmasıyla bütünleşir. Burada dil, artık temsil aracı olmaktan çıkar, bir “olay” hâline gelir; Gilles Deleuze’ün deyimiyle bir “oluş”tur.

Kitap genelinde dikkat çeken bir diğer unsur ise mekânın alegorik işleviyle kullanılmasıdır. Barlar, mezarlık yolları, köy evleri, şehir sokakları ve istasyonlar; sadece fiziksel değil, zihinsel bir geçiş alanı olarak yapılandırılmıştır. Karakterlerin iç yolculukları, mekânsal bir gezinti gibi sunulur. Bu bağlamda metinlerdeki mekân kullanımı, Gaston Bachelard’ın “mekânın poetikası” düşüncesiyle açıklanabilir. Her içsel kırılma, bir dışsal geçiş ya da yer değişimiyle eşzamanlı gerçekleşir.

Erkut Özal, öykülerinde zaman zaman karanlık, zaman zaman alaycı bir dil kullanır. Metinlerde sıklıkla geçen alkol, sigara, kırık bardaklar, çürümüş eşyalar ve suskun karakterler; modern yalnızlığın ve parçalanmış erkekliğin simgesel motifleridir. Özellikle erkek karakterler, geçmişe takılıp kalmış, bugünle barışamamış, gelecek algısını yitirmiş figürlerdir. Bu nedenle kitap boyunca görülen anlatıcılar, çoğunlukla kararsızlık, kaçış ve tıkanma hâli içinde resmedilir. Anlatının biçimi de bu tıkanmayı yansıtır: kesik cümleler, ani geçişler, tekrarlar, boşluklar…

Iskarta, sadece bireysel bir çöküşün anlatısı değil; aynı zamanda günümüz erkeğinin, toplumun beklediği normatif kimliği taşıyamadığı anlarda nasıl dağılabildiğini gösteren güçlü bir metindir. Bu dağılma, yazarın üslubunda hem estetik bir olanak hem de politik bir duruşa dönüşür. Erkek karakterin duygusal kırılganlığı, bastırılmış arzuları ve annelik-babalık imgeleriyle kurduğu sorunlu bağlar, metinlerde cinsiyetin biyolojik değil, tarihsel ve toplumsal olarak kurulan bir yapı olduğunu gösterir. Bu da metni feminist kuramlarla da okunabilir kılar.

Sonuç olarak Iskarta, çağdaş öykücülüğümüzde hem tematik yoğunluğu hem biçimsel özgünlüğü ile dikkat çeken bir çalışmadır. Hafıza, erkeklik, suçluluk, kayıplar ve geç kalmışlık gibi temaları, deneysel bir anlatımla işleyen eser; okuyucusunu rahatsız ederek dönüştürmeye çalışan bir edebiyat anlayışını temsil eder. Erkut Özal, “artık geride kalmış” ve “yararsız” sayılan duyguları, mekânları, ilişkileri ve kelimeleri birer “ıskarta” olmaktan çıkararak edebî bir hafıza mekânına dönüştürür.