https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Sen efendisin… Efendileri olduğunu onlara kanıtla…”

 

Mıchel del Castillo, Madrid’de Fransız bir baba ile İspanyol bir anneden dünyaya geldi. Babası tarından terk edildikten sonra 2.Dünya savaşı dönemimde mülteci kampına katılır. Annesi tarafından da Almanlara rehin bırakıldı. Castillo “Kızılların çocuğu” olarak itham edilerek beş yılını geçirdiği ıslah evinden kaçmayı başarıp, Endülüs’teki bir okula kabul edilerek burada Peder Mriano Prados sayesinde edebiyatı keşfetti.

Yerel, ulusal ve küresel sorunların çözümü, toplumsal dönüşümün en küçük yapı taşı olan insanın değişimi, gelişimi ve dönüşümü ile mümkün olacaktır. Değişim, kişinin kendisiyle başlar. İspanyol asıllı Fransız yazar Michel del Castillo’dan Galiçya kırsalının büyüleyici ve çetin topraklarında, kötülüğe ve tabulara karşı kalplere ulaşma mücadelesi veren, toplum tarafından dışlanmış kambur bir cücenin, umutsuzluk sarmalından kurtulma çabasının etkileyici öyküsüdür Gitar. Dışlanmak, zaman zaman hissettiğimiz, alışamadığımız, kabullenemediğimiz bir duygu. Bazen bir fikir, bazen bir düşünce, bazen de bedensel bir farklılıktır “Dışarıda” kalmaya sebep. Ne kadar asosyal olsa bile, insan yaptığı herhangi bir şey ile ya da dış görünümüyle toplumca kabullenmek ister. Toplumun kendisini hele de kendi tercihi olmayan dış görünümünden dolayı dışladığı bir durum ile karşılaşmış ise kabul görmek için her türlü yolu arar.  Kısa ama vurucu kitabıyla insanın değişimi ile ilgili dokunulabilecek en derin ve en acımasız noktalara dokunarak anlatmaya çalışmış yazar. Özgürlüğü kısıtlanan, bir nevi hapis hayatı yaşamaya itilen bir karakterin iç dünyası anlatılan satırlarda, farkında bile olmadan, kendimizi onun yerinde bulduğumuz anlarda yakalarız.

“Yalnızlık mı? Gerçeği söylemek gerekirse yalnızlık tek başına olmak değildir. Düşünceler yalnız insanlara her zaman eşlik eder. Çare bulunamayan yalnızlık başka bir şeydir. Gerçek yalnızlık kişinin karşısındakinin bakışlarında kendini gösteren yalnızlıktır.”

Yazar, adını bilmediğimiz ama ona tüm dillerde tamamlanmamış yarım kalmış anlamındaki “Quasimodo” dememizi hissettiren bir cücenin hikâyesini, yine cücenin dişsiz ağzından aktarıyor okura.

Doğduğu andan itibaren anne sevgisinden, baba ilgisinden mahrum kalmış cüce, hayatla bağını kendisi gibi dışlanmış biri olan Gaixa ile kurar, sütannesi olan bu kadın bir diğer ötekileştirilendir ve bu iki dışlanmışın hayata bakışları farklıdır. Gaixa öfkeye ve lanete boyun eğmiş sevgi beklentisini çoktan yitirmiştir. Gaixa’nın eserde de cücenin yaşamındaki yeri de bambaşkadır ve yokluğunda varlığı önem kazanan koca bir çınar gibidir.

“Gaixa’yı sevmemiştim. Yoksa seviyor muydum? Bilmiyorum. En azından ona alışmıştım. Alışkanlık sevgiyi engeller mi? Ne önemi var? Kuşkusuz onu daha iyi anlamaya çalışmalıydım. Hemen ertesi gün pişmanlıklar sardı beni. Acı çekiyordum. Onu özlüyordum. Gaixa, korkunç yüzüm ve kamburumla dış dünya arasında körü gibiydi. Bütün benliği ile beni korumuştu.

Cücenin karanlık dünyasına Linda’yı armağan ederek temas eden ikinci kişi ise bir çingenedir. Linda ona gülümser, o insandan öte bir candır sesiyle hıçkırığıyla ve neşesiyle… Gitar, bu kadın isminde umudun ve güzelliğin adı olmuştur.

Bizden olmayanlara karşı düşünce ve davranışlarımız nasıl ve neden şekilleniyor? Kendimizi bir iç hesaplaşma ve toplumun gözünden farklı olanları anlamaya çalışırken buluyoruz çoğu zaman… İnsanlık, vicdan ve ahlak kavramlarını sık sık sorguladığımız satırlar olduğu gibi, iyilik ve kötülük kavramının insanın yaşadıklarına bağlı olarak nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor.

Kitabın sonsöz kısmına geldiğinizde Yazar kendi kalemiyle, tam on altı yıl sonra tamamladığı satırların toplum üzerindeki etkilerinden, hâlâ yankı uyandırıyor olmasından kaynaklanan şaşkınlığı ve gururu dile getiriyor.

“Mutsuz insanlar da toplumsal bir sınıf oluşturur. Her isteyen mutsuz olamaz, mutsuzluk kendiliğinden gelir. Kendini mutsuzluğa adamak mutsuz olmaya yetmez. Tıpkı soyluluk unvanını satın almakla soylu olunmadığı gibi…”