https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“’Paranın beş para etmez’ olduğunun öğrenmesinin yanında yazar ve çevirmen olan Fuat Sevimay, Ara Nağme (2013) kitabıyla 2014 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü aldı. Haydarpaşa’nın Evi (Çocuk kitabı, 2013) eseriyle Ankara Mimarlar Odası, Kent Öyküleri Yarışmasında birincilik ödülü kazandı. 2015’te Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülünü kazanan Kapalıçarsı ve Anarşık romanları 2017’de yayımlandı. Dublin’de çevirisi üzerine çalıştığı James Joyce’un Finnegas Wake adlı eseri 2016’da Finnegan Uyanması adıyla yayımlandı. Aynalı (2011) adında başka bir romanı daha olan Sevimay, farklı yer ve zamanlarda çeviri ve edebiyat üzerine çalışmalar ve eğitimlerine devam ediyor. 2017’de yılında Finnegan Uyanması çevirisiyle Talât Sait Harman Çeviri Ödülü ve Dünya Kitap Yılın Çeviri Kitabı Ödülü’ne layık görüldü.

 

Sizi çevirmenliğe taşıyan süreçten biraz bahsedebilir misiniz, nasıl bir yazınsal ve dilsel süreç yaşadınız?

2012 yılında, tamamen kendimi denemek amaçlı giriştiğim bir işti. Altından kalkabilirsem devam edecek, aksi takdirde de biraz dil talimi yapmış olup bırakacaktım. Çevirdiğim ilk metnin, Pirandello’nun nefis romanı “Biri Hiçbiri Binlercesi” olması, romanın eğlenceli dili kendimi çeviri için zorlamama sebep oldu ki iyi ki de öyle olmuş. Çünkü arkasının güzel geldiğini düşünüyorum. Sonra da Joyce ve Svevo metinleri ağırlıklı olmak kaydıyla mevzu ilerledi.

Çevirmenliğin ve çevirinin gelişimine baktığımızda son yüzyıldaki dönüşümün önceki dönemlere nazaran farklılaşmaya başladığını görüyoruz. Öncesinde metnin sadece içeriğine odaklanıp katı bir çeviri benimsenirken günümüzde artık metnin bağlamı, okuyucu alımlaması ya da anlamın çevrilmesi gibi durumlar göz önünde bulundurulmaya başlandı. Bir çevirmen olarak siz kendinizi kaynak ve hedef metin arasında nerede görüyorsunuz?

Çevirmenin ne dün ne bugün ne de yarın, kaynak metni ve yazarı aşması söz konusu olamaz. Sadece artık çevirmenlerin, verilen anlam içinde at koşturabilecek bireyler olduklarının farkına vardığını düşünüyorum. Bu da çeviriyi sanata yaklaştırıyor. Ben kendi adıma en çok ama en çok, son okumayı yaparken, Türkçenin duygularına ne kadar sadık kaldığıma ve çeviri sosuna bulanmamaya dikkat ederim. Okuduğum cümleler Türkçede yanlış tınladığı sürece kendimi işimi tamama erdirmiş saymam.

Tek tip sözcüklerle akan metni farklı sözcük ve deyimlerle zenginleştirmek, Türkçenin engin fonetik yapısını metne yedirmek benim oyun alanlarım. Ama elbette asla kaynak metni ve anlamı aşmadan.

Çoğu okuyucu veya dinleyici çeviriyi metinlerin birebir çevirisi olarak (word to word) olarak düşünmektedir oysaki çeviri süreci birden fazla bağlamın ortak koşulduğu bir süreç. Sizce çevirmen neyi çevirir?

Çeviri için hazırladığım bir kitapta (Çeviri’bilirsin), bir oyun oynamıştık. Ahmet Hamdi’den iki paragrafı, önce İngilizceye sonra yeniden Türkçeye, sonra yeniden İngilizceye çevirmiş, en sonunda da İngilizce basılı çevirisiyle karşılaştırmıştık. Adeta kulaktan kulağa oynamak gibiydi ve birbirlerine kıyasla çok farklı metinler ortaya çıkmıştı ama çeviri mantığı açısından da yanlış yapılan bir şey yoktu. Yani çevirmen üslubu çıkan işte çok belirleyici olabilir. Dolayısıyla çevirmen, öncelikle anladığını ve ardından da kendi dil anlayışına uyanı çevirir.

Kendi çeviri süreçlerinizi göz önünde bulunduracak olursanız nirengi noktanız nedir? Anlam, alımlama, estetik ya da kurgusal yön..?

Anlam, kaba çeviri aşamasında mutlak surette dikkat etmemiz gereken şey. Çevirmenin, “Yazar şunu demek istemiş galiba,” demek gibi bir özgürlüğü yoktur. Yani çeviri “galiba” kabul etmez. Ama o anlamı kaba çeviride en doğru şekliyle yakaladıktan sonra, ince işçilik aşamasında, Türkçe okurun nasıl alımladığına ve estetiğe dikkat ederim ki metin güzel aksın. Bazen sözdizimini değiştirmeniz, hangi sözcüğü yeğlediğiniz gibi unsurlar metni bambaşka bir noktaya götürebiliyor. Ben bunlara dikkat etmeyi seviyorum.

Ama tabii bu benim bakış açım. Bir başka çevirmen başka türlü düşünebilir çünkü çeviride tek doğru yoktur. Son yazdığım roman “Benden’iz James Joyce”ta ana karakterler Joyce ile Çevirmen ve sanırım dünya edebiyatında çevirmenin kahraman olduğu nadir romanlardan biridir bu. Ve roman boyunca bir yandan bu konuları da tartışıyorlar. Bazen uzlaşıyor bazen tepişiyorlar. Çünkü olması gereken de bu. Sonuçta herkes kendi alanını ve fikrini savunuyor.

Bir yazar olarak yazarlığın çevirmenliğinize olan etkisi nedir? Hedef dile hâkimiyet (Türkçeye) yazarın elini güçlendiriyor mu yoksa bazen yazar ve çevirmen arasındaki ayrımı kaldırıp metinlere müdahaleyi mi doğuruyor?

Hedef dile hakimiyet çevirinin olmazsa olmazıdır. Bu konuda da yanlış bir algı var. Çevirmenin kaynak dili çok çok iyi bilmesi bekleniyor. Ben de hep şunu söylüyorum; tabii ki kaynak dili iyi bilelim ama hiçbir zaman anadil gibi olmaz. Kaldı ki bu dert de değil çünkü günümüz dünyasında, kaynak dilde deyim, sözcük, bilgi, her ne ise bir eksiğimiz varsa kolaylıkla giderebiliriz. Ama Türkçede yetersizsek, Türkçenin imkanlarına hâkim değilsek, çevirilerimiz her zaman kof olacaktır. O nedenle yazarlığın elbette çeviriyi olumlu anlamda çok çok beslediğini düşünürüm.

Son yıllarda okurların kitap alırken göz önünde bulundurdukları yazar ve yayınevi referansının yanında artık yavaş yavaş kitabın çevirmenine de dikkat etmeye başladıklarını gözlemliyoruz. Sizce çeviri alanında Türkiye artık bir bilinçlenmeye doğru gidiyor mu?

Türkiye aslında çeviri konusunda olağanüstü bir ülke. Dünyanın en çok çeviri yapılan dillerinden biriyiz ve hemen her dilde çok yetkin çevirmenler var. Bana göre bizim sıkıntımız aslında fazla çeviri yapılmasından kaynaklı. Çünkü çok iyi metinlerin yanında, çok fasarya romanlar, dandik çevirilerle piyasaya sunulabiliyor. Veya klasiklerin onlarca farklı çevirisi, her halükarda satar diye basılıyor. Burada okurun “iyi çeviri” algısının devreye girmesi müthiş faydalı. Çürük elmaları ayıklamaya yarıyor.

Bir çevirmeni ne besler? Çevirmenin yetkinliğini, çevirdiği kitaba katkısını sağlayan nedir?

Çevirmeni yaşam besler. Yaşamın içinde olmak ve kültürel birikim besler. Çünkü kaynak metinde nereden ne çıkacağı bilinmez. Tanıdığım iyi çevirmenlerin çoğu da bu nedenle olağanüstü kültürlü ve kapsamı geniş insanlardır. Bir de bence çevirmeni yazmak besler. İllaki yazar olmaktan bahsetmiyorum ama dille yazarak oynamak sonucu gelişecek hakimiyet, çeviriye de çok katkı sunar.

Çeviri kitapları okuduğunuzda bir çevirmen olarak dikkatinizi çeken yönler neler? Olumluluk ve olumsuzluk açısından.

Beni çeviri kitaplarda çevirmenin Türkçeyi nasıl kullandığı ilgilendiriyor. Çevirmen lezzetli bir dil yakalamışsa eyvallah. Yok, roman halen İngilizce, Almanca, İspanyolca, hangi dilden çevrildiyse o dil kokuyorsa, o dilin sözdizimi, kuralları, kırma kelimeleri metni soğutuyorsa, ben de o romandan anında soğuyorum.

Çevirmen adaylarına nitelikli bir çevirmen olmanın kritik noktalarını kısaca anlatır mısınız?

Bu “kısaca” cevap verilebilecek bir soru değil sanırım  Bu konudaki fikirlerimi Çeviri’bilirsin kitabımda uzun uzun anlattım. Merak eden çevirmen adaylarına ve okurlara o kitabı salık verebilirim.