https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Neşe Koçak ile Yeni İnsan Yayınlarından çıkan kitabı “Gölgedeki Yüzler” hakkında detaylı bir söyleşi yaptık. Her zamanki zarafetiyle bizleri yanıtlayan Neşe Koçak’a teşekkür eder, sizlere keyifli okumalar dileriz.

 

Kendi hâlinde bir okur olmanın yetmediği, anlatma arzusunun her şeye galebe çaldığı o an bir çeşit kırılma, bir tür çözülme aslında. Bundan sonrası, derdinizi hangi yolla aktarmak istediğinizle alakalı oluyor. Anlatacaklarınızın rengi, dokusu, duygusu sizi edebiyatın çeşitli türlerine buyur ediyor. Buradan hareketle, öykü türünde yazmaya nasıl karar verdiğinizi, diğer deyişle, öykücülük serüveninizi merak ediyoruz.

Sanat denemeleri ve seyahat notlarımı dergilerde yayınlayarak yazmaya başladım. Zamanla yazdığım metinlerin içinde öykü barındırdığını fark ettim. Bundan sonra yerli ve yabancı öykücülerin kitaplarını büyük bir iştahla, dikkatle, eleştirel gözle okuyup teknik olarak anlamaya çalışarak ve aynı zamanda öykü yazarak yoluma devam ettim.

İlk öykü kitabım Uygunsuzlar, Yeni İnsan Yayınevinden 2019’da çıktı. Temalı öykülerden oluşan bu kitapta deliliğin derin dehlizlerinde gezen kahramanların patolojik olmayan psikolojik hikâyelerini anlattım. Deliliğin aklın sınırlarını zorlayan cesareti ve çocuksu masumiyetini birleştirerek sıra dışı yalnızlığın resmini çizdim diyebilirim Uygunsuzlarda.

Gölgedeki Yüzler kitabınız Yeni İnsan yayınevinden çıktı. Görsel sanatla birleştirmiş olduğunuz bir öykü kitabı, böyle bir kurgu yapmak ve o görseller üzerine öyküler oluşturmak sizi zorladı mı, süreç nasıl ilerledi?  Görsel sanatların edebiyata yansımasından bahseder misiniz?

Zihnim dağınık çalıştığı için bir resim ya da bir heykel üzerinde yoğunlaşmak zaman zaman işimi kolaylaştırsa da güzel sanatlar çıkışlı öyküler yazmak bilgi ve araştırmaya dayalı olduğundan uzun süren kaynak taraması yapmamı gerektirdi. Fakat her okuma, yeni keşiflere açıldı, her keşif beni şaşırtan, heyecanlandıran ilhamlara, ilhamlardan doğan kurgulara neden oldu. Bazen iç içe geçmiş hikâyelerin arasında debelenirken buldum kendimi. Hangisinin elinden tutup aydınlığa çıkaracağımı bilemedim.

Aynı zamanda heykeltıraş olmam, ister istemez disiplinler arası üretime itiyor beni. Bir öykü kahramanı, bir heykel figürüne dönüşebiliyor. Farklı görme biçimleri geliştirip ürettiğim eserlerden öykü karakterleri çıkarabiliyorum. Uygunsuzlar kitabımda öykü aralarına serpiştirdiğim seramik figürler de bu kitabı yazdığım sırada oluşan etkileşimle ortaya çıkan yine delilik temalı heykeller.

 

Klasik kurgudan uzak, farklı bir üslubunuz ve tarzınız var. Kısa ve oldukça etkili öyküler derinliğe ve araştırmaya dayalı gözüküyor. On iki öyküyü oluşturmanız ne kadar vaktinizi aldı?

Üç yılı aşkın süre içinde ilmek ilmek dokuyarak ortaya çıktı Gölgedeki Yüzler. Birer eserini konu edindiğim sanatçıların yazdığı mektuplar, günlükler, notlar, eser ya da sanatçıyla ilgili tezler, haklarında yazılmış kitaplar derken sanat tarihiyle alakalı oldukça fazla kitap okuduğumu fark ettim. Zaten güzel sanatlar kariyerim olduğu için özümseyip kurgu oluşturmakta zorlanmadım. Her bir eseri ve yarattığım kahramanı içselleştirdim. Az kelime kullanarak vurucu etki yaratmayı hedefledim. Bu yüzden gerilimi yüksek tutan ifade biçimleri oluşturmak için çaba sarf ettim. Durum, karakter, epizot ve anlatıyı kapsayan bir bütünü yakalamaya çalıştım. Büyük mermer bir kütleden yontarak bir heykel çıkarıyormuşum gibi dikkatle, titizlikle ve sabırla her bir öykünün üzerine eğildim.

Edebi metinlerde dil, karakter,  kurgu birlikte yol alsa bile,  bazen biri diğerinin önüne geçebiliyor. Bu açıdan baktığımızda bu üç olgudan hangisidir öykülerinizde sizin için öncelikli olan? Bu üç unsuru birbirinden ayırmak mümkün müdür?

Bu üç unsur olmadan, işte o bizi çarpacak, şaşırtacak sarsıcı öyküden bahsedemeyiz. Sacayağı gibi biri olmazsa dik duramaz bence öykü. Fakat hangisi önceliklidir dediğinizde, benim tercihim dil ve anlatımdır. Damağımda, o zengin dilin bıraktığı unutulmaz lezzeti bulamadığımda edebi bir metin okumuş saymam kendimi.

Gölgedeki yüzler kitabınız toplam on iki öyküden oluşuyor. Her resmin bir hikâyesi ya da tam tersi her hikâyenin bir resmi var, öykülerin bütününe baktığımızda ben anlatıcı. Neden ben anlatıcı?

Öykülerimde geçmişten söz etmeyi seviyorum. Ben anlatıcı olarak geçmişin puslu yollarında, hatıralarda gezinmek, duyguları ifade edebilmek için kolaylık sağlıyor. Böylece öykünün içine giriyorum. Kendi oluşturduğum dünyanın parçası oluyorum. Yazdıklarım benim yaşamımdan uzak değil. Hissederek yazıyor, yazarken yaşıyorum.  Metinle duygusal bağ kuruyorum. Dönüp yazdıklarıma baktığımda, kendim için yazdığımı görüyorum. Beni mutlu eden, kendimden izler taşıyan metinler bunlar.

Gece şarkıları öykünüzde mitolojik karakterlerden ilham almışsınız, sanat ve edebiyatta mitoloji kaçınılmaz bir gerçek midir?

Kendisi de üst düzey kurgu olan mitoloji, kurgusal edebiyatın vazgeçilmezlerinden biridir.

Mitolojik unsurlar edebiyat eserlerinde değişime uğrayarak yinelenirler. Antik dönem tragedyasından beri tiyatro ve şiir olmak üzere edebiyatın bütün dalları mitolojiden beslenmiştir. Müzik, resim, heykel gibi, sanatın değişik dalları arasında gezinirken mitolojiye ilgisiz kalamazdım.

Öykülerinizde birbirinden değerli karakterler bizi karşılıyor, her karakterin farklı bir hikâyesi ve büyüsü var, peki sizin için, öykü karakterleriniz içinde diğerlerinin önüne geçen, öyküyü sonlandırmanıza rağmen sizin için yaşamaya devam eden bir karakteriniz var mı?

Tolstoy; romanlarındaki kişilerin, kendisine bir türlü bozamadığı oyunlar oynadığını söyler.

Bütün karakterlerim benden bir parça. İçimde konuşan, sürekli tartışan, hesaplaşan, düşünen,  feryat eden, sorular soran yüzlerce ben var. Hal böyle olunca “ben”lerin öykü karakterlerine ruh vermesi kaçınılmaz oluyor. Öykülerde can bulan bu kahramanlar, sonrasında da ufacık bir çağrışımla gün yüzüne çıkıverip kendilerini hatırlatıyorlar.

Uygunsuzlar kitabımda Matmazel Mari, Uçurtmacı, Gölgedeki Yüzler ’de, Mihri Müşfik, Düşen Adam, Uyku Korkağı, en canlı halleriyle hala karşımda duruyorlar.

Bir kabul var edebiyatta: “Kendini herhangi bir dilde iyi kötü ifade edebilen hemen herkes iyi birer hikâye anlatıcısı olabilir. Fakat her iyi hikâye anlatabilen, iyi öyküler yazamıyor.” Siz iyi öyküyü nasıl tanımlıyorsunuz?

Ağırlıklı olarak betimlemeye ya da kurguya yer versin, uzun ya da kısa olsun, soyut ya da somut olgulardan oluşsun; ele avuca sığmaz olmalı. Yani, heyecan verici ve merak uyandırıcı, uçurup hayal dünyasının Kaf dağına çıkarmayı başarabilen, gerilimli, durağan olmayan, başladığı enerjiyle hedefe ulaşabilen öyküleri okumaktan büyük keyif alıyorum.

Cimabue ve Giotto’dan bu yana, sanatta bir usta-çırak ilişkisinden söz edilir. Hatta bu ilişki bazen büyük bir dostluğa, yoldaşlığa dönüşebilir.

Kimi yazar içinse ustası, çağlar önce yaşamış bir kalem erbabıdır. Sait Faik’ten Leylâ Erbil’e, Haldun Taner’den Tomris Uyar’a öyküye katkı sunmuş her usta, bu tür için çok değerlidir kuşkusuz. Fakat pek doğaldır, bazı ustaların yeri, birçok farklı sebepten dolayı daha başkadır bizde. Bu anlamda, yazarlığınız açısından “usta” kabul ettiğiniz ve minnetle andığınız öykücüleri öğrenebilir miyiz? Bu ismin ya da isimlerin sizdeki kıymetini-birkaç cümleyle de olsa- ifade edebilir misiniz?

Adını edebiyat tarihine yazmış klasik öykücüler çok değerli. Türk edebiyatında da öykünün sağlam temellere oturduğunu biliyoruz. İçlerinde örnek aldığım, ustam diyebileceğim, kitaplarını başucu kitabım yaptığım pek çok yazar var tabii. Bunlardan biri olan Haldun Taner gözlemcilik, mizahi yaklaşım ironi ve hicivle öykülerini inşa etmiştir. Bir diğer ustam Alman edebiyatında haklı yerini almış Herman Hesse’dir.  Bu iki ustanın ortak noktaları benim öykücülüğümde belki fark etmeden önemli izler bırakmıştır.

Yaşama sevinci, hümanizm, doğa sevgisi, içtenlik ve dürüstlük, çocuksu tavır, sade ve yalın anlatım.

YAZAR HAKKINDA;

Neşe Koçak, heykeltıraş, seramik sanatçısı ve yazar. Lisans eğitimini, Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü (2006) ile Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümünde (2016) tamamladı. Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünde yüksek lisans yaptı (2009). Yazarlığı ve heykel çalışmalarını birlikte yürüten Koçak, çok sayıda karma sergiye katıldı, on iki kişisel sergi açtı. Çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde öyküleri ve plastik sanatlar temalı gezi yazıları yayımlanan yazarın 2014’te Müzikli Semtler isimli biyografi kitabı yayımlandı.

Halen heykel çalışmalarına kendi atölyesinde devam ediyor, plastik sanatlar eğitimi veriyor. Yazarın, 2019’da Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan diğer eseri; Uygunsuzlar, Neşe Koçak’ın delilik temalı kısa ve modern öykülerinden oluşuyor.