https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Emil Cioran (1911–1995), Romanya doğumlu bir Fransız filozoftur; vahşi, rahatsız edici güzellikte iki düzine kadar kitabın yazarıdır. En iyi Fransız geleneğine sahip denemecilerden biridir. Fransızca ana dili olmamasına rağmen, çoğu insan onu bu dildeki en iyi yazarlar arasında görür. Yazı stili tuhaf, sistematik olmayan; aforizmanın en büyük ustalarından biri olarak kabul edilir.
Cioran sık sık kendisiyle çelişir, ancak bu endişelerinin en küçüğüdür.  Kendisiyle çelişkisi bir zayıflık değil, bir zihnin hayatta olduğunun işaretidir. Yazmak için, tutarlı olmakla, ikna etmek veya okuyucuyu eğlendirmekle ilgili olmadığına inanıyordu; Cioran için yazmak edebiyatla ilgili bile değildir, tıpkı birkaç yüzyıl önceki Montaigne gibi, yazmanın kendine özgü bir edimsel işlevi vardır. ‘’Bir metin gövdesi üretmek için değil, kendinize göre hareket etmek için yazarsınız; kişisel bir felaketten sonra kendinizi bir araya getirmek veya kendinizi kötü bir depresyondan çıkarmak için; ölümcül bir hastalıkla yüzleşmek veya yakın bir arkadaşın yasını tutmak. Çıldırmamak için yazıyorsun, kendini veya başkalarını öldürmek için değil.‘’ İspanyol filozof Fernando Savater ile yaptığı konuşmada Cioran şunları söyledi: “Yazmasaydım, suikastçı olabilirdim. Yazmak bir ölüm kalım meselesidir. İnsan varoluşu özünde sonsuz acı ve çaresizliktir. Yazı işleri, tüm bunları biraz daha katlanılabilir hale getiriyor.’’ “Bir kitap,” dedi Cioran, “ertelenen bir intihardır.”

23 yaşındayken, korkunç bir uykusuzluk nöbeti çekerken sadece birkaç hafta içinde yazdığı kitabı  hem Romence hem de Fransızca da en iyilerden olmaya devam etmiştir. Hayatında yazı ve uykusuzluk arasında güçlü ve samimi bağın kitap yazmansın başlangıcına işaret ettiğini söylemiştir. Cioran:
‘’Uykusuzluk çektiğim gecelerin  neden olduğu depresyonun orta yerinden başka hiçbir duyguda yazamadım. Yedi yıl boyunca zar zor uyuyabildim. Bu depresyona ihtiyacım var ve bugün bile yazmaya oturmadan önce Macaristan’dan [hüzünlü] Çingene müziğinin bir diskini çalıyorum.’’

Cioran’ın sistematik olmayan bir düşünür olması, çalışmasının birlikten yoksun olduğu anlamına gelmez; tersine, yalnızca benzersiz yazı stili ve düşünce tarzı ile değil, aynı zamanda farklı felsefi temalar, motifler ve özgünlükler tarafından da sıkı bir şekilde bir arada tutulur. Bunlar arasında başarısızlık figürlerini belirgin bir şekilde görürüz. Cioran buna kafayı takmıştır: Başarısızlık hayaleti, en eski Romen kitabından başlayarak eserine musallat olmuştur; sonra, hayatı boyunca başarısızlıktan asla uzaklaşmamıştır.  Cioran bireylerin başarısızlık olarak sonuçlanmasının yanı sıra toplumların, halkların ve ülkelerin de başarısız olacağına inanıyordu. Özellikle ülkeler. “İspanya beni büyüledi” dedi bir keresinde, “çünkü en muhteşem başarısızlığın örneğini sundu.’’

Başarısızlık her şeye nüfuz eder. Büyük fikirler ve kitaplar, felsefeler, kurumlar ve politik sistemler başarısızlıkla lekelenebilir. Cioran için insanlık durumunun kendisi başarısız bir projedir “evren büyük bir başarısızlıktır ve hayatın kendisi de öyle “ der Cioran, “Hayat, ne ölümün ne de şiirin düzeltmeyi başaramadığı bir zevk başarısızlığıdır.” Başarısızlık, dünyayı Eski Ahit’in tuhaf Tanrısı gibi yönetir. Cioran’ın aforizmalarından biri şu şekildedir: “Bana güvenmekle hatalıydın.” Kim bu terimlerle konuşabilir? Tanrı ve Başarısızlık.”

Cioran başarısızlıktan çok iyi bahsedebilirdi çünkü başarısızlığı yakından tanıyordu. Gençliğinde (hayatı boyunca pişmanlık duyduğu) siyasi projelerde yer alan, ülkeleri ve dilleri değiştiren ve her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalan, daimi bir sürgün olan ve marjinal bir hayat yaşayan, neredeyse hiç olmayan biriydi. Başarısızlığa derin bir aşinalık geliştirmiş olmalı -hatta onun için bir yetenek-. Değerli bir başarısızlık durumunu nasıl takdir edeceğini, gelişmesini nasıl gözlemleyeceğini ve karmaşıklığının tadını nasıl çıkaracağını biliyordu. Çünkü başarısızlık indirgenemez bir şekilde benzersizdi: Başarılı insanlar her zaman aynı görünmeyi başarırlar, ancak başarısız olanlar çok farklı şekilde başarısız olurlar. Her başarısızlık vakasının bir fizyonomisi ve kendine ait bir güzelliği vardır.

Cioran, başarısızlığın uzaktan gözlemcisi olmakla yetinmedi, kendisi uygulamaya başladı ve bunu üslupla yaptı. 1933’te üniversiteden mezun olup, Berlin’deki Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nde misafir yüksek lisans öğrencisi olarak ödüllendirildi. Cioran Almanya’ya gelir gelmez yeni kurulan Nazi rejimine âşık oldu. O yılın Kasım ayında arkadaşı Mircea Eliade’ye şöyle yazmıştır: “Burada kurdukları siyasi düzen beni kesinlikle büyüledi.” Cioran, Hitler’in Almanya’sında, nispeten demokratik olan Romanya’da bulamadığı her şeyi buldu. Ülke, Cioran’ın iyi bir şey olduğunu düşündüğü siyasi histeri ve kitlesel seferberlik tarafından ele geçirildi; Nazi rejimi, Almanlara, Romanya demokrasisinin asla sunamayacağı bir “tarihi görev” duygusu vermiştir. Başkaları o dönemde Almanya’da tarihi oranlarda bir felaketin başlangıcını tespit ederken, Cioran yalnızca umut ve tarihi büyüklük görmüştür. Hitler’i bu kadar harika yapan tam olarak nedir? Alman halkının “mantıksız dürtülerini” uyandırma kapasitesi, objektif bir gözlemci gibi görünmeye çalışarak Cioran’ı yanıtlar. Ancak 22 yaşında, tüm ciddiyetiyle başarısızlığı uygulamaya başlamıştır.
***

1937’de o başarısızlık diyarında kendisini asla ayırt edemeyeceğini anlayınca, bir kez daha Romanya’dan ayrılmaya karar verdi. Bu kararın şimdiye kadar yaptığı “açık ara en akıllıca şey” olduğunu düşünüyordu. İlk tercihi İspanya’ydı -o “başarısızlığın en muhteşem örneği”– bu yüzden İspanya İç Savaşı’nın başlamasından sadece iki ay önce Bükreş’teki İspanyol Büyükelçiliği’ne burs başvurusunda bulunmuştur fakat yanıt alamamıştır. Paris’e özlemi olan biri için doğru yer olduğuna karar verir: “Savaştan önce”, “Paris, hayatınızı kaybetmek için ideal bir yerdi ve özellikle Romenler bununla ünlüydü.”

Cioran, Romanya bağlarını kesti ve yeni bir varoluş benimsedi. Hatta kendine yeni bir isim bile verdi: EM Cioran. Bir noktada, neredeyse tamamen Fransızca yazmaya ve konuşmaya başlamış (Romence’yi sadece küfür için kullanmış, Fransızcanın yeterince donanımlı olmadığını düşünmüştür). Teknik olarak, Cioran yüksek lisans bursuyla Paris’e gelmiştir; Sorbonne’da ki derslere girmesi ve bazı felsefi konularda doktora tezi yazması gerekiyordur. Ama burs için başvururken bile asla yazmayacağını çok iyi biliyordu. Neyin peşinde olduğunu nihayet anlamıştı: bir asalağın hayatı! Fransa’da güvenli bir şekilde yaşamak için ihtiyacı olan tek şey, ona ucuz üniversite kafeteryalarına erişim sağlayabileceği, bir öğrenci kimliğidir. Sonsuza kadar böyle yaşayabileceğini düşündü ve böylece bunu en azından, bir süreliğine yaptı:
‘’Kırkımda Sorbonne’a kaydoldum, öğrenci yemekhanesinde yemek yiyordum ve bunun ömrümün sonuna kadar süreceğini umuyordum. Sonra yirmi yedi yaşından büyük öğrencilerin kaydını yasaklayan ve beni bu cennetten kovan bir yasa çıkarıldı.’’

Cioran bir işe girmek dışında her şeyi yapardı. Bunu yapmak hayatının başarısızlığı olurdu. “Benim için,” diye hatırlar yaşlı Cioran, “asıl mesele özgürlüğümü korumaktı. Bir ofis işine girmeyi, para kazanmayı kabul etseydim, başarısız olurdum.” O halde başarısız olmamak için, çoğu kişinin başarısızlığı somutlaştırdığı bir yol seçti, ancak Cioran başarısızlığın her zaman karmaşık bir mesele olduğunu biliyordu. “Her ne pahasına olursa olsun, bir kariyerin aşağılanmasından kaçındım […] Bir işi sürdürerek kendimi yok etmektense bir asalak gibi yaşamayı tercih ettim.” Tüm büyük aylakların bildiği gibi, eylemsizlikte mükemmellik vardır: Cioran sadece bunun farkında değildi, aynı zamanda tüm hayatı boyunca onu geliştirdi. Bir röportajında ona çalışma rutinlerini sorduğunda, Cioran şu cevabı verdi: “Çoğu zaman hiçbir şey yapmıyorum.’’

Başarısızlıkla böylesine samimi bir ilişki kuran biri olarak, Cioran’ın başarıdan şüphelenmesine şaşmamak gerek: Rivarol Ödülü hariç Fransız edebiyat kurumunun kendisine verdiği tüm ödülleri reddetti. Halkın başarısı nihayet ona ulaştığında, birkaç röportaj verdi ve her zaman kendinden çok fazla bahsetmedi.  Borges hakkında bir keresinde şöyle demişti: “Tanınmanın talihsizliği başına geldi. Daha iyisini hak etti.’’

O halde ‘’başarısızlık’’, Cioran’ın yakın arkadaşı, sadık ilham perisi, baş ilham kaynağıydı. Dünyaya insanlara, olaylara ve durumlara gözü kara bakıyordu. Başarısızlığa yaklaşma biçimleriyle birinin iç yaşamının derinliğini ölçebilirsiniz. “İçsel bir arayışa eğilimleri olan birini bu şekilde tanıyoruz: başarısızlığı her başarının üzerine koyacaktır. Cioran’a göre “başarısızlık her zaman gerekli, bizi kendimize gösterir, kendimizi Tanrı’nın bizi gördüğü gibi görmemize izin verir, oysa başarı bizi içimizdeki ve aslında her şeydeki en içsel olandan uzaklaştırır.” Bana başarısızlıkla nasıl baş ettiğinizi gösterin, size kendinizden daha çok bahsedeceğim. Yalnızca “başarısızlık durumunda, bir felaketin büyüklüğünde, birini tanıyabilirsin.”

Cioran, elde ettiği başarı ne olursa olsun, bunu yaşam boyu “başarısızlık projesi” açısından değerlendirdi ve başarıyı başarısızlığa, doğru okuma alışkanlığı geliştirdi. Yaptığı en başarılı şeyler, tüm dünyada kutlanan ve tercüme edilen kitapları ya da felsefi zevke sahip insanlar arasında artan etkisi değildi. Fransız dili ustası statüsü bile değildi. “Hayatımın en büyük başarısı, bir işim olmadan yaşamayı başardım. Günün sonunda hayatımı iyi yaşadım. Bir başarısızlıkmış gibi davrandım ama olmadı. “

EM Cioran 20 Haziran 1995’te öldü. Ancak bir anlamda ölmeden önce çoktan ayrılmıştı hayattan. Son birkaç yıldır Alzheimer hastasıydı ve Paris’teki Broca Hastanesinde yatmıştı. Böyle bir sondan korkarak intihar etmeyi planlamıştı. Cioran ve uzun süredir ortağı olan Simone Boué, Koestlers gibi birlikte öleceklerdi. Ancak hastalık daha hızlıydı, plan başarısız oldu. İlk başta rahatsız edici bazı işaretler gördü: bir gün şehirden eve dönüş yolunu bulamadı. Daha sonra bazı anılarını kaybetmeye başladı; Bazen kendisi hakkında çok net bir algıya sahip görünmüyordu. Görünüşe göre muhteşem mizah anlayışını en son kaybetti. Bir gün sokakta yoldan geçen biri ona sordu: “Sen Cioran mısın?” Cevabı şuydu: “Eskiden öyleydim.” Ancak işaretler çok fazlalaştı ve ciddileşti: Cioran, göz altına alınmak zorunda kaldığı endişe verici bir hızla unutmaya başladı. Sonunda, sözler onu hayal kırıklığına uğrattı: Zamanının en iyi yazarlarından biri olan Cioran, artık en temel şeylerin adını veremiyordu. Sonra sıra zihnine geldi. Sonunda kim olduğunu tamamen unuttu.

Cioran son acısının bir noktasında, kısa bir netlik anında kendi kendine fısıldadı: “Bu büyük, nihai başarısızlık’’ ve bunun ne olduğunu anlamada başarısız olmadı.