https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bilimin bugün geldiği noktada, artık topyekûn, başka zamansal boyutlar tartışılıyor. İnsanoğlunun sadece beş duyu algısı dışında, var olan boyut ve yaşam ihtimalleri konuşuluyorken, ister istemez başımızı geriye çevirme ihtiyacı doğuyor. Peki, bunlar şu an var kabul ediliyorsa, aslında hep var oldukları anlamına gelmiyor mu? Belki de üzerine hayal, mit, destan, teoloji diye yapıştırdığımız onca etiket uçup gitmek üzere.

 

Aslında bu geriye dönük araştırma ve sorgulamayı, karbon fazı üzerinden değil, tam da hepimizin gördüğü, dokunduğu dünyevi boyuttan yapabiliriz. Burada sadece biraz hayal gücü ve açık fikirlilik işimize yarayacaktır ki bu bize bilimce açıklanan başka boyutlar, kuantum alan ve dolanıklık teorisini anlamak için de yardım edecektir.

 

Varlığı yeryüzü denen bu âleme dâhil olduğu ilk andan itibaren, hayatta kalma güdüsü ile sığındığı mağaranın duvarlarına bir şeyleri çizme, kaydetme, anlatma derdinde olan insanoğlu, birkaç adım sonra var olan hikâyesini yediğini, içtiğini koyduğu kaba, çanak, çömleğe resmetmiş, yetmemiş, gelişen zihni ile gördüklerini, bazen de kim bilir ancak hayal ettiğini düşündüğümüz görüntüleri mermerlere kazımıştır.

 

Görüneni, göremediğimizi, hatta hayal bile edemediklerimizi, anlattıkları hikâyelerde, akıl sınırının bittiği başka bir hali ve o gerçekliği yakalayıp kâğıda, tuvale yansıtmış, zihinlerinde parlayıp parmaklarında form bulup vücuda getirmişlerdir.

 

Aslında bu kişiler en hafifinden, başka bir gerçeklik içine kaçıp bir süre orada yaşama heyecanını tatmış insanlar değiller mi? O gerçeküstü halde, orada zaman geçirmiş bir ruhu, yeryüzü denen cennetin gösterdiği o bildik görüntüler, biçimler, renkler artık çok da ikna edemez.

 

Başka bir boyut ve gerçekliğe açılan pencereler hep ilhamın girip çıktığı kapının önüne götürmüyor mu bizi? Kimine doğuştan anahtarı teslimmiş gibi düşündüğümüz bu kapı, belki de her türlü ihtimale açık zihinleri içeri buyur ediyordur sadece.

 

Mermer bloğun içinden, kendisini yeraltına kaçırmaya çalışan Hades’e karşı koyan Persephone’nin mücadelesini, Hades’in ellerindeki arzu ve ihtirasın, şehvet ve nezaketin acısını yumuşacık kazıyıp o mermerden çıkartan Bernini, mermer bloğun içine hapsolmuş o anı görmüş bu yaşanmıştır diyerek, o heykeli yapıp bırakıp gitmiştir.

 

 

Ya peki bütün ihtimalleri zihninde kuran Dali’yi çöllerde ince uzun bacaklı fillerin koşturmadıklarına ikna edebilir misiniz? Ya da parçalarına ayrılmış bir mozaik gibi her parçası birbirinden ayrı ama bir arada bize bakan o kadının aslında hiç var olmadığına inandırabilir misiniz? O ıssız yerlerde dolaşan zihni, o boyutun bilgisini kâğıtlara aktarmıştır bir kere.

 

Kalemler, fırçalar, kâğıtlar, mermerler, çekiçler, çamurlar, tuvaller… Bu insanlar her dokundukları ellerinde leke, zihinleri başka gerçekliğe bata çıka, oradan haber taşıyanlardır. Belki de başka gerçeklik ihtimallerini resimle, heykelle bu boyuta ulaştıranlardır.

 

Olanı resim ettiği, getirdiği haberi, kendi ruhunun sanrısı, sadece ellerinin zanaatı sanmayan, girip çıktığı kapılarda beş duyusu törpülenip idraki açılan bu sanatçı ruhlar, özünde farklı boyutları algılayabilen yeteneklerinin esiri olmuş insanlar olamazlar mı?

 

Başka ihtimallerde olduğunun kanıtlamanın peşinde geçen ömürleri ile beşer algıdan çıkamayan ve üstünde kendinden çok emin ve sayıca kalabalık bu güruhun önünde, adına hayal denen başka âlemleri anlatmaya çalışırlardı. Karşılığında, dünyevi olmayan her gerçekliğe, elle tutulur, gözle görülür geçer akçe barkodu taşımayan, her yaratımın nasibi olan, o bıyık altı gülüşü, yaşarken aldılar.

 

Bugün onlardan geriye kalan tanrılar, tanrıçalar, ejderhalar, kanatlı atlar, melekler bazen bir sokak arasında bazen bir kilisenin şapelinde ya da eski bir el yazmasının ebrusunda bize göz kırpmaktadır. İşte bütün bu resimler, heykeller bu insanların zihinlerine aldıkları o kareleri kâğıtlara, mermerlere yapıştırarak, gördükleri ve anladıkları, geçtikleri ve hayalini kurdukları başka gerçekliklere davetidir hepimize.

 

O büyülü mermerleri, tabloları, Hades’i, Zeus’u, Ayçiçekleri’ni seyreden bizlerin de zihin kapısı eğer biraz aralıksa, gördükleri ile o olasılıkların çekim gücüne kendimizi kolayca bırakabiliyoruz. Dünyevi algımızla hiç görmediğimiz âlemleri resmedenler bize neyin mesajını bırakıyorlar. Belki de tam da şu an bilimin dediği gibi;

 

“Başka bir gerçekliğin olabildiği ve her şeyin gözümüzle gördüğümüz gibi olmadığını mı?”

 

Tekrar en başa dönecek olursak, gözlemleyenin, gözlemlediğini etkilediği ve her şeyin aslında bilinç olduğu gerçeğini kabul ettiriyor ise bize tüm bilimsel sonuçlar.

 

Alnındaki ışığı ilk hisseden olmanın ayrıcalığını hele de salt varlığının ve yeteneğinin eseri sanmamış, görünenden başka, büyük bir denklem olduğunun idraki içinde olabilmiş, o ruhlara görebildiğimiz tek gerçeklikten hüzünlü bir selam göndermekten başka, geriye ne kalıyor?