https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

 

  • Paylarına kötü babalar, kötü öğretmenler, kötü kadınlar düşmüş olan, tadı ekşimiş, önsevişmesiz çocukların romanını yazdınız. Bu fikir aklınıza ilk kez ne zaman geldi. Kitabın yazılış sürecinden bahsedebilir misiniz?

 

  • Aslına bakarsanız bir roman fikri olarak doğmadı Önsevişmesiz Çocuklar. Daha öncesinde yazdığım birkaç öykü vardı. Belli bir süre dinlendirdikten sonra üzerlerinde çalışmak için geri döndüğümde öykü kahramanları arasında benzerlikler olduğunu fark ettim. Hemen hepsi savrulmuş, korunaksız, yollarını el yordamıyla bulmak zorunda olan karakterlerdi. Bunun yanında öyküler arasında geçişkenliklerde vardı. E öykülerde dallanma potansiyeli de görünce neden olmasın dedim.

 

  • Yarattığınız anti-kahramanların ceplerinde hiç paraları yok. Üniversitede okuyorlar ve yaşamın güçlükleri ile mücadele ediyorlar. Ancak herşeye rağmen sevgi üretebilen erdem sahibi insanlar. Zor günlerde birbirlerinin yanındalar ve işler ciddiye bindiğinde sırt sırta veriyorlar. Bunları göz önüne aldığımızda onların bir yönüyle ‘zengin’ olduklarını ya da en azından fakir olmadıklarını söyleyebilir miyiz?

 
 

  • Söyleyebiliriz elbette. Yoksulluk ya da yoksunluğun hayatı zorlaştırmanın yanında eğitici bir yönü olduğunu kabul etmek gerek. Bu anlamda kahramanlarımızın hayatta kalma/tutunma reflekslerinin görece kuvvetli olduğunu, zorluklara karşı güçlü bir bağışıklığa sahip olduklarını söyleyebiliriz.

 

  • Kötü deneyimlerine rağmen başkarakter kitabın sonunda bir kitap yazıyor. Bu yönüyle okura nasıl bir mesaj vermek istediniz?

 

  • Mesaj vermekten ziyade bir zorunluluk haliydi bu. Kerem, varoluşuna dayanak arayan bir karakter. Yaşaması, bunu düşünsel anlamda söylüyorum, ancak ortaya bir ürün koymasıyla mümkündü. Zaten onun yazdığı kitabı okuyoruz. Aksi halde bahsetmemize değmezdi, değil mi?

 

  • Kitap “Kerem” karakterinin bakış açısı ile yazılmış. Kerem zaman zaman okuyucuya hitap ediyor ve kitabın samimi diline katkı yapıyor. Bu anlatımı tercih etmenizin size başka hangi avantajları sağlayacağını düşündünüz?

 

  • Söylediğiniz gibi ben anlatıcısının en önemli avantajı sahiciliği. Ancak salt sahicilik, bir hikâyede bakış açısını belirlemede yeterli şart değil. Daha bütüncül bakmak zorundasınız. Elimde bir hikâye vardı. Doğal olarak artıları, eksileriyle kim, hangi mesafeden anlatılırsa hikâyenin amacına daha iyi hizmet eder diye düşündüm. Bunun yanında romanın otobiyografik unsurlar taşıması yazar olarak hikâyede her an gözükmem riskini de beraberinde getiriyordu. Bu anlamda ben anlatıcı bakış açısı bana kendimi hikâyede daha rahat saklama olanağı sağladı diyebilirim.

 

  • Baş karakter Kerem de sizin gibi Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyor ve Önsevişmesiz Çocuklar kitabının yazarı. Kitap için otobiyografik ifadesini kullanabilir miyiz? Kerem karakteri ne kadar sizsiniz?

 

  • Hayatımı yazdım, roman oldu, demeyi çok isterdim ama değil. Romanda kendi yaşantımdan kesitler, izler var elbette ancak bunlar bir kurmaca düzlemine oturtulduğunda ister istemez değişikliklere uğrar. Yaşantınız size malzeme sunar, siz de o malzemeyi işleyip hayalinizdeki yapıyı inşa edersiniz. Kimi yazar,fantastik eserlerde olduğu gibi bahsettiğim malzemeyle fazlaca oynamayı sever, onu bambaşka formlara sokar. Ben görece daha basit dokunuşlaryaptım. Bu bağlamda roman için, otobiyografik demekten ziyade otobiyografik unsurlar taşıyor, demek daha doğru olur, sanırım. Umarım sorunuzu cevaplayabilmişimdir.

 

  • Kitabınızı çöpten bir heykele benzetiyorsunuz. Heykelinizi yaparken böyle bir hammadde kullanma fikri nasıl oluştu?

 

  • Emin değilim ama siz sorunca aklıma geldi, dedektiflik filmlerinden esinlenmiş olabilirim. Şu sahneyi hepimiz biliriz. Biri ortadan kaybolur, hemen ardından eve polisler gelir, etrafa göz atar ve olmazsa olmaz kayıp kişinin çöplerini karıştırır. Kişinin arkasında bıraktığı her çöp yaşamına dair önemli bir ipucu konumundadır artık. Anılarımız da öyle değil mi? Ne’liğimize dair her soruya anılarımızı/yapıp ettiklerimizi referans göstererek cevap vermeye çalışırız. Kitap da tam olarak bu fikir üzere ilerliyor. Tabii çöplerinizden bir heykel yapmak istiyorsanız işe yarar olanları ayıklamanız gerekiyor, aksi halde çöp yığını gibi de görünebilirsiniz.

 

  • Kitap kimi zaman kahkahalarla güldürüyor ayrıca bazı yerlerinde Erzurum yöresinin ağzını kullanmışsınız. Anlatıyı zenginleştiren bu tip ilaveler için özel bir çalışma yaptınız mı?

 
Diyalogları kurarken Erzurumlu bir arkadaşımın fikrini aldım sadece.Bunun dışında, öyle özel bir çalışmam olmadı. Erzurum’da okuduğumdan az çok yöre ağzını biliyorum.
 

  • Günlük yaşamda da bu şekilde esprili misiniz?

 
Samimi dost sohbetlerinde biraz. Yoksa kendini tanımla deseniz, esprili biri olduğumu söylemek aklımın ucundan geçmez. Hatta fazlasıyla içe kapanık olduğumu söyleyebilirim.
 
 
 
 
 
 
 
 

  • Kitabınızda “Hikayemi okuyup beni de aramak isteyenler çıkabilir belki, kim bilir?” şeklinde bir ifade var. Gerçi bu soruyu sorarak başka bir eseri işaret ediyorsunuz. Yine de sormak istiyorum. Sizi arayan oldu mu?

 
Bir kişi. İnanabiliyor musunuz? Kitap yazıp üstüne bir de bu notu düşüyorsunuz ve sizi sadece bir kişi arıyor. Neyse ki hayal kırıklığımı hafifletecek bir nedenim var. Bahsettiğiniz cümle italik yazılmasından da anlaşılacağı üzere alıntı. Yazar, bundan başkarakteri kast ediyorum, kitapta ismini vermek istemese de yukarıdaki cümleyi alıntılayarak öncülü olarak Çavdar Tarlasında Çocuklar romanını işaret ediyor. Yine de üzerine alınıp aramak isteyen olursa mutluluk duyarım.
 

  • Orhan Veli ve Atilla İlhan gibi şairlere atıflar yapılmış kitapta. Şiirle aranız nasıl?

 
Edebiyatla uğraşıyorsanız şiirle aranızın kötü olması mümkün mü? Hatta bir ara her yurdum insanı gibi ben de şiir yazmaya yeltendim. Neyse ki ısrarcı olmadım. Keyif alarak okuduğum birçok şair var, neme lazım.
 

  • Kitapta yer yer geri dönüşler var.‘Balerin’ isimli öykünüzde de etkili geri dönüşler olduğunu görüyoruz. Geri dönüşün anlatılara kattıkları ile ilgili ne söylemek istersiniz?

 
Geri dönüşler,tekdüze akan zamanda kırılmalar yaratarak anlatıda farklı odaklar yaratmanıza, böylece hikâye içinde hikâye anlatmanıza olanak sağlar. Yanı sıra etkili kullanıldığında karakter bir geçmişe kavuşuyor, kanlı canlı karşınıza dikiliyor. Sinemada ve edebiyatta iyi örnekleri beni daima etkilemiştir. Sanırım bu yüzden anlatılarımda sıkça kullanıyorum.
 

  • Ertan Meyan edebiyatı nasıl tanımlar?

 
İnsanı anlama ve anlatma gayreti, diye tanımlayabilirim. Belli bir yaşa kadar edebiyattan çok politik yazılara ilgi gösterdim. O dönemlerimi düşünüyorum. Benim için her şey netti, kim iyi, kim kötü belliydi, doğru ve yanlışın sınırları belirgin çizgilerle ayrılmıştı. Steinbeck’in Al Midilli’sini okuduktan sonra ne kadar sarsıldığımı hatırlıyorum. Benden seksen yıl önce dünyanın öbür ucundadoğmuş, dili, dini, kültürü farklı bir adam bana en yakınımmış gibi görünmüştü. Hâlâ öyle hissediyorum. Onu anlıyor, aynı acıyı ben de çekiyordum. Sonrasında edebiyata daha fazla zaman ayırmaya başladım. Okudukça çevrenin zihnime kazıdığı sınır çizgilerinden yavaş yavaş kurtulmaya başladım. Bugün artık o keskin hatlara, köşeli fikirlere sahip değilim. Sorsanız, hiçbir şeyden emin değilim. İyi ne, kötü ne, doğru ne, yanlış ne bilmiyorum. Edebiyat esasında size bir şey öğretmiyor, tersinesizi öğrendiklerinizden şüpheye düşürüyor.Anlama, devamlı bir tartışma halidir edebiyat da. Edebiyatla uğraşanların heybesinde bolca hoşgörü taşıması belki de bundandır.
 
 
 

  • Siz bir öğretmensiniz. Günümüzde gençlerin edebiyatla olan ilişkisini nasıl buluyorsunuz?

 

  • Kendi çevremde, öğrencilerim arasında ilginin çok az olduğunu söyleyebilirim. Edebiyatı pek ciddiye almıyor gençler. Bunda biz öğretmenlerin de kabahati var tabii. Kitap okumayı sevdiremiyoruz çocuklara. Çoğu zaman müfredatın öngördüğü kitapları dayatıyoruz çocuklara ve doğal olarak çocuklar sıkılıyor. O kadar ki bir daha kitap yüzü açmıyorlar.

 

  • Her iki türü de yazan bir isim olarak öykü ve roman yazma sürecinin farklılıklarından kısaca bahseder misiniz?

 

  • Temelde iki tür de okuyucuda etki yaratma, zihinsel devinim oluşturma amacı güttüğünden çok da farklı süreçler değil. Tabii romanda öyküye nazaran meramınızı anlatacağınız daha geniş bir alanınız var. Bu da kimi zaman nerede durmanız gerektiğini kestirmenizi zorlaştırabiliyor. Bilirsiniz, çok konuşanın yalan, yanlış ya da boş konuşma olasılığı her zaman daha yüksektir. Bunun yanında roman uzun soluklu bir iş olduğundan daha sık motivasyon problemi yaşıyorsunuz. Öyküyle işiniz çok daha erken biter ancak burada da söz söyleyecek alanınız dardır. Daha konsantre bir tür. Metinde söylediklerinizin arkasına çoğu zaman söylemediklerinizi gizlemek zorundasınız, bu da pek kolay değil açıkçası.

Röportaj: Fırat Işıkgil