https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Sanatın soluk almamızda en az oksijen kadar gerekli olduğunu fark eden yazar, her zaman yeni şeyler öğrenmenin peşinde koştu. Bu inanç doğrultusunda çeşitli üniversitelerin biyoloji ve felsefe bölümlerini bitirdi. Müziğe olan merakından ötürü piyano, gitar, bağlama başta olmak üzere birçok enstrümanla bağ kurdu. Arthur Schopenhauer, Michel Foucault, Jean-Paul Sartre, Franz Kafka gibi varoluşçu yazarların etkisiyle yazmaya başladı. Belirli dönemlerde tiyatro oyunları yazıp yönetti.

Yaşamının kırılma anlarında varlığın kendine yabancılaştığını görerek hiçliği anlatmak için 2015 yılının mayıs ayında ”Bir Demlik Düş” isimli kitabını yayınladı. Duygularını daima kaybedenlerin yanında konumlandırdı. İnsanlara bir şey kazandırmayan, giderek yozlaşan ve bayağılaşan edebiyat kültürüne tepkisini, yeni bir üslup üreterek geliştirdi. Edebiyat sayesinde hayatımızdaki kötü insanlardan hesap sorduğunu düşündüğü için yazı yazarken kalemlerin uçlarını defalarca kırdığı söylendi. Türkiye’de değişik türdeki fanzin ve dergilerin yayın yönetmenliğini üstlendi. Hollanda, Almanya, Belçika olmak üzere öyküleri Avrupa’da çeşitli dillere çevrildi. Aklında her zaman Oğuz Atay’ın sitemi mevcuttu: “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen nerdesin acaba?”
Kafamdaki Fillerin Hepsi Mavi, ikinci kitabıdır. Yazarın son kitabı ise Elma Şekeriyle Yürüdüm Acılarımın Üstüne.

Murat Gülen kimdir, öncelikle bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Kaybolmayı marifet bilen biriyim. İnsanın ancak kaybolurken kendini keşfettiğini düşünen biriyim. İnsanın kendine yabancılaştığı zamanlarda ruhunu daha nitelikli gözlemleyebildiğini savunan biriyim. Düzen ve toplum denilen statükoların, medeniyetin keşfinden beri örümcek ağı gibi ördüğü tüm kuralların insanı tek bir norma bürüdüğünü, esir ettiğini, sevimsizleştirdiğini bilen biriyim. Shakespeare’nin de dediği gibi, insanı yoran şeyin, hayat değil, taşıdığı maskeler olduğunu anlayan biriyim. Özgürlüğün, öz kökünden geldiğinin farkında olan biriyim. Kendisini de özgürlüğün sonsuz kollarına bırakmış biriyim. Murat Menteş demiş ya hani, yanlış çağda yaşamanın stresi içindeyim diye, ben öyle düşünmüyorum. Zira insanın yaradılış mitinden bu yana insan hangi çağda stres içinde olmadı ki? Belki şunu diyebiliriz, atalarımın iki saniyelik orgazmı yüzünden zamanı değil, zamansızlığı kaybetmiş biriyim.

Sizi yazmaya özendiren şeyler nedir?

Sait Faik demiş ki, yazmasaydım, delirecektim. Bu sözünü okuduğumda hayatımın yeni gezegenine de buldum. Hiç endişe etmeden zırhımı giydim, yazmaya başladım. Hayatımdaki tüm anlamsızlıklardan hesap soracağımı düşündüm. Ne de olsa bir kağıt parçasının üstüne her şeyi yazabilirdim. Bir kalıp peynir için tarlada çay toplayan bir dinazor bile betimleyebilirdim. Ne de olsa bu, hayatın anlamsızlığı yanında çok anlamlı kalırdı. Kitapları yazarken, bir sonraki cümlede ne olacağını insanın kendisinin bile bilemiyor olması, yaşam amacım olan kayboluşa ne büyük bir hizmet ettiğini anladığım gün ilk cümlemi de kurmuştum. İlk kitabımın ilk cümlesini bir gece vakti, radyo Voyage dinlerken, beni evrenin boşluğunda dans ettiren bir girizgahla yapmıştım. Tam olarak şuydu: “İnsanın kendini en çok geceleyin aramasının temel sebebi, gecenin de tıpkı insan gibi, dün ile yarın arasında sıkışıp kalmasındandır.”

Eğer yazar olmasaydınız hangi işle meşgul olmak isterdiniz?

Ruh ve sinir hastalıkları poliklniklerinde bir çöp kutusu bile olmak isterdim. Çünkü gerçek delilerin onlar olmadığını düşünüyorum. Orada olanları bir kitabımda şöyle anmıştım. “İçeridekilerin hastalığı unutmamak, dışarıdakilerin hastalığı umursamamak.”
Ya da ilk insan olmak isterdim. Tam da böyle, geçmiş diye baktığımız her şeyin aslında kendi geçmişimiz olduğunu anladığım günden beri, ilk insan da olmayı çok istedim. Canım istediğimde avlanabileceğim, doğal sebeplerden ölebileceğim bir yalnızlığı yaşamayı çok isterdim.

Herkesin “eskimeyen bir kitabı” vardır. Sizin dönüp dolaşıp yeniden okuduğunuz, sizin için anlamını yitirmeyen o eskimeyen kitap hangisi?

Edebiyat anlamında kitaptan ziyade yazarların eskimemesinden yanayım. Kendini tekrar etmeyen, yenileyen, ama postmodernizmin tuzağına düşüp sığlaşmayan yazarları severim, örnek alırım. Bu kadar anlamsız kitapların çıktığı bir dönemde edebiyat için konuşulacak pek bir konunun olmadığını düşünüyorum ama şunu diyebilirim. Eskiden darbe olunca evlerde kitaplar yakılırdı. Çünkü onlar insanı geliştiren kitaplardı. Şimdi bir darbe olsa, neyi yakacaklar? Hüzünlü hüzünlü yazılar yazan ‘ponçik’leri mi?

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz?

Ben konuyu değil konu beni seçiyor. Bazen bir müziğin 37.notasında geliyor, beni buluyor, bazen bir adamın yırtık ayakkabısından çıkan çorapta. Bazen bir kadının sol ayak bileğinde, bazen bir çay bardağının dudak payında. Ben de hiç çekinmeden ruhumu bu konulara yurt edindiriyorum.

Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

Hayır, bunu diyen de kendini yalanlar bence. Ben net biriyim. Edebiyatı bir hesap sorma kaidesi olarak da görüyorum. Kimse okumasa kimden hesap soracağım? Kelimlerimi özgür ve tutkulu insanların başını okşayacak kadar naif, endişeli ve esir insanların kafasını kıracak kadar sert seçiyorum. Ben yazılarımda kendi kafeslerinden çıkmaları için gereken bir anahtar uzatıyorum, bu anahtara kimse el uzatmayacaksa neden yazayım?

En son hangi kitabı okudunuz?

Yazmaya başlamadan önce daha çok okurdum ama şimdilerde özgün bir tarz yaratmak adına azar azar okuyorum, genelde felsefi ve psikolojik kitaplar oluyor. En son Faucoult’un Hapishanenin Doğuşu isimli kitabını okudum.

Yazmak isteyen ancak nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için tavsiyeleriniz var mı?

Beklenti içinde olmaması gerek, çünkü edebiyat piyasası bir ticarethane konspetine dönmüş durumda, heveslerini kaybedebilirler. Her şeyden önce konunun kendilerine gelmesini beklememeliler. Şunu yazsam şöyle tepki alırım demeden, endişe içinde de olmadan kendilerine bir tarz yaratmalılar. İnsanlara, o kişinin herhangi bir sözünü gördüklerinde ‘bu onun cümlesi’ dedirtebilmeliler.

Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Bu, ülkenin zihin kalitesiyle de eşdeğer giden bir durum. İnsanlar on gün boyunca birnbir uğraşla çıkan bir aforizmayı anlamak yerine, ben seni sevdim de sen beni sevmedin, türü şeyleri okumak istiyorlarsa, Nietzsche’nin dediği gibi, ‘Ben bu kulaklara göre ağız değilim.’ derim. Çokça düşündüm ama umudumu kaybettirmeyen insanlar adına yazmaya devam ediyorum.

Yeni kitap çalışmalarına başladınız mı? Varsa okuyucuyu bir sürpriz bekliyor mu?

Muhteşem bir kitap geliyor, konusu her gün beni heyecanlandırıyor, yine psikolojik bir roman olacak ama bu sefer romanın kahramanları kafamı daha çok meşgul ediyor, bu güzel bir şey. Eğer ki kendi yarattığınız roman kahramanı sizi gece uykunuzdan uyandırıp, hadi yaz beni, diyorsa, işler yolunda demektir. Beş ya da altı ay içinde çıkarmayı düşünüyorum.

İçten sohbetiniz için teşekkür ediyorum.

Doğanın diyalektiği ve aşkın metafiziğiyle herkese selam ediyorum.

RÖPORTAJ: Zeynep Eşin