
Bilgelik, Özgürlük ve İçsel Huzur Arasında: Fuat Erman’ın “Epiktetos’ta Bilgelik” Kitabına Felsefi Bir Yaklaşım
Fuat Erman’ın 2024 yılında h₂o kitap etiketiyle yayımlanan “Epiktetos’ta Bilgelik” adlı eseri, modern çağın karmaşası içinde unutulmuş bir kavramı — bilgeliği — yeniden düşünmeye davet eder. Yazar, Stoacılığın en önemli temsilcilerinden biri olan Epiktetos’un düşünce dünyasını, yalnızca tarihsel bir felsefi metin olarak değil, günümüz insanının varoluşsal kaygılarına ışık tutabilecek bir yaşam rehberi olarak yorumlar. Bu yönüyle eser, akademik bir incelemeden ziyade, bilgelik düşüncesinin etik, psikolojik ve varoluşsal boyutlarını bütünleyen bir düşünsel yolculuk metni olarak öne çıkar.
Kitabın giriş bölümü, okuru doğrudan bir felsefi soru ile karşılar: “Bilgelik nedir?” Erman, bu soruya yalnızca kuramsal bir açıklama getirmekle yetinmez; bilgelik arayışını bir yaşama sanatı olarak konumlandırır. Epiktetos’un öğretisine sadık kalarak bilge insanın nihai amacını “mutlu bir şekilde yaşama” olarak tanımlar, ancak bu mutluluğun dışsal koşullardan değil, içsel bir bilinç dönüşümünden doğduğunu vurgular.
Yazar burada Stoacı düşüncenin merkezindeki autarkeia (kendine yeterlilik) ilkesini modern insana tercüme eder. Bilgelik, Erman’a göre, dış dünyanın tahakkümünden kaçmak, kolektif bilinç kalıplarını aşmak ve kendi varoluş bilgisini inşa etmektir. Toplumsal disiplinin birey üzerindeki baskısını sorgularken, bilge kişinin özgürleşmesinin öncelikle bir “içsel mesafe koyma” eylemi olduğunu savunur.
Bu bağlamda Erman’ın üslubu, Stoacılığı yalnızca etik bir öğreti olarak değil, bir tür felsefi direniş biçimi olarak yeniden kurar. Girişteki bu vurgu, kitabın bütününde hissedilen merkezî bir temayı — bireyin akıl yoluyla tahakkümden kurtulması ve kendi ruh düzenini kurması fikrini — önceden sezdirir.
İlk bölümün açılışında Erman, Epiktetos’un en belirgin öğretilerinden biri olan “temsillerin (phantasia) doğru kullanımı” kavramını derinleştirir. Stoacılığa göre insanlar dış dünyadaki olaylardan değil, bu olaylar hakkındaki yargılarından etkilenirler. Dolayısıyla bilgelik, olayları değiştirmekten ziyade onlara ilişkin düşüncelerimizi dönüştürmeyi gerektirir.
Yazar, bu fikri hem psikolojik hem de ahlaki bir düzlemde tartışır. Günümüz insanının bilgi bolluğu içinde kaybolduğunu, fakat bu bilginin temsiller düzeyinde yönetilemediği için bilgelik üretmediğini söyler. Epiktetos’un öğretisi ise, bilginin değil, bilginin kullanımının önemli olduğunu hatırlatır: “Temsillerin doğru kullanımı, bilgenin en büyük gücüdür.”
Erman’ın burada öne sürdüğü yorum, Stoacı disiplinin çağdaş bir “bilişsel etik”e dönüşebileceğini gösterir. Duyguların kökeninde yatan yanlış temsillerin farkına varmak, modern anlamda bir farkındalık (awareness) ve öz-düzenleme pratiği olarak okunabilir. Yazar bu noktada bilge kişinin, her türlü tutkudan ve toplumsal kışkırtmadan arınmış bir bilinçle yaşadığını vurgular: Bilge, “her şeye hakkını verir ama hiçbir şeyin kölesi olmaz.”
“Bilge ve Hazlar” başlıklı bölüm, kitabın etik omurgasını oluşturur. Stoacılara göre haz, elde edilen bir sonuç değil, bir eylemdir; yani doğaya uygun yaşamanın yan ürünü. Fuat Erman, haz kavramını çağdaş hedonizmin dar sınırlarından çıkarıp, ruhun akla uygun düzeniyle ilişkilendirir.
Diogenes Laertios ve Cicero gibi kaynaklara atıfla, Stoacıların hazzı bir “doğal eğilim” değil, “akıldışı bir taşkınlık” olarak gördüklerini aktarır. Bu düşünce, modern bireyin “sürekli haz peşinde koşan” varoluş biçimiyle keskin bir tezat oluşturur.
Erman, bilgenin hazzı reddetmediğini, ancak onu denetim altına aldığını söyler. Haz, doğanın bir parçasıdır; fakat doğa akıl tarafından yönlendirilmelidir. Böylece haz, tutkuların değil, ölçülülüğün bir tezahürü haline gelir. Bu bağlamda bilgelik, bir tür “ruhsal ekonomi”ye dönüşür: Aşırılıklardan arınmış, sade, dengeli bir yaşam biçimi.
Stoacılığın en temel hedeflerinden biri olan ataraxia (içsel sükûnet) kavramı, kitabın üçüncü ana bölümünde ayrıntılı biçimde ele alınır. Epiktetos’a göre bilge, iradesine bağlı olmayan olaylara karşı kayıtsız kalabilen kişidir. Bu, bir umursamazlık hali değil, bir kader bilgeliğidir.
Fuat Erman bu kısmı, Epiktetos’un “Olaylar değil, olaylara ilişkin düşüncelerimiz bizi rahatsız eder” öğretisine dayandırır. Gerçek huzurun, dış dünyanın değişkenliğine değil, insanın kendi iç düzenine bağlı olduğunu savunur. Bu görüşü “duygusal özerklik” kavramıyla ilişkilendirir; bilge kişi, dışsal felaketler karşısında bile kendi ruh dinginliğini korur.
Yazar burada özellikle Pyrrhoncu kuşkuculukla Stoacı sükûnet arasındaki farkı belirginleştirir. Pyrrhon, her tür yargıdan kaçınarak bir tür boşlukta yaşarken, Epiktetos bilgelik için aktif bir iç düzen kurmayı zorunlu görür. Dolayısıyla ataraxia, pasif bir geri çekilme değil, sürekli farkında olma çabasıdır.
Erman, özgürlük meselesini Stoacı kader anlayışıyla birlikte yorumlar. Epiktetos’un “Elimizde olanlar ve olmayanlar” ayrımı, bu felsefenin merkezindedir. Bilge kişi, yalnızca kendi iradesine bağlı olan şeyler üzerinde söz sahibidir; geri kalan her şey Tanrı’nın, yani doğanın düzenine aittir.
Bu görüş, yüzeyde kaderciliğe benzese de Erman’ın yorumunda özgürlükle çelişmez. Çünkü gerçek özgürlük, dış dünyayı değiştirmek değil, içsel dünyayı hâkimiyet altına almaktır. Bu nedenle Stoacı bilgelik, bireyin ruhunda kurulan bir etik krallık gibidir: Dışsal güçler sınırsız olabilir, ama insanın yargısı onların üzerinde bir erk kurabilir.
Erman burada özgürlüğü bir “kendine hükmetme” sanatı olarak açıklar. Kaderi bilgelikle karşılamak, yaşama itiraz etmeksizin ama bilinçle kabul etmektir. Bu, Nietzsche’nin “amor fati” (kaderini sev) düşüncesiyle yankılanır; bilge kişi, olanı olduğu gibi sever çünkü onu anlamıştır.
Kitabın ilk bölümünün son kısmında Epiktetos’un ölüm ve intihar konusundaki düşünceleri tartışılır. Stoacılar için ölüm, ne korkulacak bir son ne de bir kaçış aracıdır; doğanın döngüsünün bir parçasıdır. Fuat Erman, bu noktada bilgelik ve ölüm bilinci arasındaki derin ilişkiye dikkat çeker.
Bilge, yaşamı anlamlı kılanın ölümün farkındalığı olduğunu bilir. Dolayısıyla yaşamı uzatma çabası değil, yaşamı anlamla doldurma gayreti ön plandadır. İntihar, Stoacı bağlamda bir yenilgi değil, akla uygun bir çıkıştır; ancak yalnızca ruhsal bütünlük bozulduğunda haklı görülebilir. Erman bu düşünceyi etik bir sınır tartışması olarak işler: Bilge kişi, yaşamakla ölmek arasında dahi ölçülülüğünü koruyabilendir.
Kitabın ikinci bölümü, Stoacı Tanrı anlayışına ayrılmıştır. Burada Erman, Epiktetos’un Tanrı’yı aşkın bir varlık olarak değil, doğanın düzeniyle özdeş bir “akıl ilkesi” olarak gördüğünü açıklar. Tanrı, dünyanın dışında değil, içindedir; her şeyde hazır ve nazırdır.
Bu bölümde yazarın dili, metafizik bir incelemeden ziyade ontolojik bir yalınlık taşır. Tanrı, insanın aklında değil, doğadaki düzenin kendisindedir. Böylece Stoacılık, teolojik bir inançtan çok, kozmik bir ahlak biçimi olarak belirir. Erman’a göre bu anlayış, çağımızın seküler insanına da seslenir: İnançtan çok bilinç, dogmadan çok düzen fikri.
Üçüncü bölümde Erman, Epiktetos’u diğer antik filozoflarla karşılaştırır. Özellikle Aristoteles’in erdem etiği, Platon’un idealar felsefesi ve Pyrrhoncu kuşkuculukla benzerlik ve ayrımlar üzerinde durur. Stoacılığın özgünlüğünü, pratik akıl vurgusunda bulur: bilgi teorik değil, yaşamsaldır.
Erman, Epiktetos’un felsefesini modern psikolojideki bilişsel davranışçı yaklaşımın öncülü olarak da yorumlar. Çünkü Stoacı bilgelik, duyguların kökenini düşüncelerde arar ve insanın mutluluğunu “olaylara verdiği anlam” üzerinden tanımlar. Bu yorum, kitabın hem felsefi hem de güncel yönünü güçlendirir.
Fuat Erman’ın dili, klasik akademik felsefe metinlerinden farklı olarak sade ama yoğun bir derinlik taşır. Metin, hem felsefi disiplini korur hem de meditasyonel bir tınıya sahiptir. Özellikle Epiktetos’un Düşünceler ve Sohbetler adlı eserinden yapılan alıntılar, metne hem tarihsel bağlam hem de şiirsel bir atmosfer kazandırır.
Yazarın anlatımı didaktik değil, davetkârdır; okuyucuyu bir “ders” değil, bir yaşama pratiği deneyimine çağırır. Bu yönüyle eser, hem akademik hem spiritüel düzlemde okunabilir. Kitabın sonunda yer alan şiirsel pasaj — “Acılar ve sevinçler içinde, el ele yürüdük…” — bilgelik arayışının duygusal ve insani boyutuna dokunur.
“Epiktetos’ta Bilgelik”, yalnızca antik bir düşünürün felsefesini yeniden yorumlamakla kalmaz; çağdaş insanın içsel çöküntüsüne, anlam yitimine, hız ve haz çağının boşluğuna bir yanıt arar. Fuat Erman, bilgece yaşamanın artık bir entelektüel tercih değil, bir varoluşsal zorunluluk olduğunu savunur.
Epiktetos’un düşünceleri, günümüz insanının tüketimle, hırsla, kaygıyla kirlenmiş yaşamına karşı sessiz bir manifesto gibidir. Gerçek özgürlük, dışsal sahiplikte değil, içsel hâkimiyettedir. Gerçek mutluluk, arzuların doyumunda değil, arzuların yönetimindedir.
Bu anlamda kitap, yalnızca bir felsefe kitabı değil, modern insan için bir ahlaki rehabilitasyon metni olarak da okunabilir. Erman, Stoacı düşüncenin kadim öğretisini, modern dünyanın karmaşasına tercüme ederken, bilgelik kavramını yeniden insana iade eder:
“Bilgelik, yaşama sanatıdır; amacı, mutluluğa ulaşmaktır. Ama bu mutluluk, kendini bilmenin huzurundan doğar.”
Fuat Erman’ın “Epiktetos’ta Bilgelik” adlı eseri, günümüz felsefe yayıncılığında nadir rastlanan bir sadelik ve derinlik dengesine sahiptir. Düşünceyi yaşama, felsefeyi davranışa dönüştürme çağrısı, antik Stoacılığı bir nostalji olmaktan çıkarır; onu çağdaş etik bir yön duygusuna dönüştürür.