https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bazı yazarlar vardır, kelimelerin ardına saklanmaz; aksine her cümlenin içinden kendi kalp atışlarını duyururlar. Onlar için yazmak bir tercih değil, hayatta kalma biçimidir. Biz de bugün kalemiyle kendine bir dünya kuran, acılarını, iyileşmelerini, anılarını ve hayallerini sözcüklerin arasına ustalıkla yerleştiren bir yazarın iç yolculuğuna konuk oluyoruz. Hayatın gölgeleriyle yazının ışığı arasında kendi sesini bulan bu anlatıyı dinlerken, aslında yalnızca bir yazarı değil, bir insanın nasıl yeniden doğduğunu da okuyoruz.

 — Yazmak sizin için ne ifade ediyor?

Yazmak benim için bir eylem değil, nefes almak gibi doğal bir hâl. Kalemi elime aldığım anda içimde bir şey hafifliyor; hayatın üzerimde biriken ağırlığı azalıyor. İçimde sessizce duran duygular bir ses buluyor. Belki de en çok bu yüzden yazıyorum: Kendime bir yer açmak, yaşamıma anlam katmak ve dünyaya küçük de olsa benden bir iz bırakmak için. Çünkü insanın yok olup gitmekten duyduğu o derin korkuya karşı elimdeki tek savunma yazmak gibi geliyor.

— Yazarlık yolculuğun nasıl başladınız? Hep böyle miydi?

Çocukluğumdan beri şiir yazardım. Babamın teşvikiyle özellikle lise yıllarımda defterlerim şiirlerle dolup taşardı. Sonra üniversite başladı; tıp fakültesi, nöbetler, sınavlar… Yazmak yavaş yavaş hayatımdan uzaklaştı. Bilimsel makaleler, ders kitapları arasında kaybolurken roman yazmak aklıma bile gelmiyordu ama roman okumak hiç bitmedi. İçimdeki yazma isteğini belki de onlar gizlice besledi.

— Peki ilk roman fikri nasıl doğdu?

Yaklaşık yirmi yıl önce sahilde tek başıma yürürken… Denizin sesiyle martıların çığlığı birbirine karışıyordu. O an aklıma bir kurgu geldi ve “Bunu roman yapmalıyım,” diye düşündüm. Tek başıma cesaret edemedim, kuzenimle birlikte yazdık. Böylece Geçmişin Rüyası doğdu. Basılı kitabı elime aldığım anı tarif edemem. Okurlardan gelen geri dönüşler ise içimdeki kıvılcımı ateşe çevirdi.

— Akademik hayat ile yazarlığı bir arada yürütmek zor olmadı mı?

O dönemde dekan yardımcısıydım, oldukça yoğun bir dönemdi. Ama yazmak, idari görevlerin yarattığı yükü taşıyabilmem için bir limana dönüştü. Eski şiirlerimi, anılarımı, fotoğraflarımı bir araya getirip Damlalar kitabını oluşturdum. O sıralar oğlumla yaşadığım bazı şeyler, annemi ve babamı depremde kaybedişim, hayatın kırılganlığı… Bütün bunlar bende kabukların çatlamasına neden oldu. Yazmak yeniden doğmak gibiydi.

— Diğer kitaplarınız nasıl geldi? Bir kırılma anı oldu mu?

Ve Ötesi romanını yazdım. Masalsı bir aşk hikâyesi taşıyan bir Ankara romanıydı. Güzel karşılandı. O başarı bana şu cümleyi kurdurdu: “Gerçek bir yazar olmak istiyorsan bunun gerektirdiği her şeyi yapmalısın.” Sonra yazarlıkla ilgili ne varsa öğrenmeye adadım kendimi. Kurslara katıldım, teknik çalıştım, her gün düzenli okuyup yazdım. Bir zamanlar tıp öğrencisiyken gösterdiğim disiplini bu defa yazıya verdim.

— Yazarken nasıl bir süreç yaşıyorsunuz? Ritüellerin var mı?

Evet, çok tuhaf bir biçimde adeta transa geçiyorum. Müzik açıyorum, masaya oturuyorum ve saatler geçiyor. 8–10 saat nasıl geçti anlamıyorum. O anlarda romanın içindeyim. Karakterler benimle konuşuyor, sahneler gözümün önünde canlanıyor. Kurgusal olduğunu bildiğim hâlde bazı bölümünü yazarken gözlerim doluyor, bazı yerlerde tüylerim diken diken oluyor.

— Gerçek hayatın, anılarınız da romana sızıyor mu?

Çokça.
Geçmişin Rüyası annemle babamın gerçek mektuplarından beslendi.
Ve Ötesi tam bir Ankara romanıdır: Kızılay, Yüksel Caddesi, okul bahçeleri, çocukluğum, öğrenciliğimiz…
Umudun Rengini teyzeme adadım; karakterlerin isimlerinde bile aile izleri var.
Bir gün Dost Kitabevi’nde bir şiir kitabının sayfaları arasına iliştirilmiş notlar bulmuştum; onu bile romana koydum.
Bana Borcun Var ise dedemin eski bir masalından, babaannemin bir cümlesinden, Büyükada’da üç gün boyunca çektiğim fotoğraflardan beslendi.

Gerçek parça mutlaka olur bende; kurguya ruh veren şeyin o olduğunu düşünüyorum.

— Tıp eğitiminin yazarlığınıza etkisi oldu mu?

Olmaz mı!
Tıp, bana sistemli düşünmeyi öğretti. Ayırıcı tanı yapmak, olaylara bütüncül bakmak, sabırlı olmak… Şimdi roman yazarken fark ediyorum ki hiçbiri boşa değilmiş. O yıllarda kazandığım disiplin kurgularımı oluştururken çok işime yarıyor.

— Yazmak sizin için bir meslek mi, bir tutku mu, bir sığınak mı?

Hepsi.
Ama en çok da bir yolculuk. Kendimi bulduğum, bazı acılarımı iyileştirdiğim, bazen cevap bulduğum, bazen bilerek cevapsız bıraktığım bir yer. Kalem elimde olduğu sürece dünyada bir yerim olduğunu hissediyorum. Sanki zamanın içinde silinmeden kalabileceğim tek yer orası.