https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Hepimiz hayatımız boyunca çeşitli öfke durumlarını yaşamışızdır. Farkında olalım ya da olmayalım şu ya da bu şekilde hayatın içinde, yaşam telaşında, dolu dizgin ilerlerken, kendimizi öfkenin içinde kaybolmuş olarak bulabiliyoruz. Öfkeyi olumsuz, kötü, hiç yaşanmaması gereken, hayatımızı, ilişkilerimizi bozan, zor bir durum olarak görürüz. Bu durumu yaşamamayı düşünerek çözümler arama peşindeyizdir. Öfkenin nasıl bir şey olduğunu, neden oluştuğunu, onu nasıl doğru anlayıp uygun şekilde yönetebileceğimizi öğrenmemiz gerekiyor. Karşımızda bir düşman yok, onu bizim içimizde olan ehlileştirilmesi gereken bir duygu olarak görmeli, tanımalı ve kabul etmeliyiz. Yok sayarak, bastırarak bir şey elde edemeyiz. O bizim bir parçamız, onu tanırsak hayatımızdaki etkilerini daha kolay yönetebiliriz.

Bir bakalım öfke nedir?

Öfke, insanların kendilerini fiziksel ve psikolojik tehlikelere karşı korumalarına yardımcı olan, koruyucu bir duygudur. Öfke duygusal olarak, bilişsel olarak, bedensel olarak ve davranışlar aracılığıyla ifade edilebilir. Öfke birçok farklı sebep tarafından körüklense de genel olarak üç temel faktör içerir: tetikleyici bir olay, kişinin karakter özellikleri ve olaya bakış açısı (Öfke kontrol rehberi, s: 17.)

Hayatımızı yönlendiren duygularımızdır. Aldığımız kararlarda, davranışlarımızda, hayata bakışımızda, yaşadığımız her şeyde duygularımızın etkisi büyüktür. Kısacası, duygular içgüdüseldir, samimiyet ve doğruluğa dayanır. Duygularımız şu şekilde oluşur: Yaşamı deneyimleriz, vücudumuz olaylara reaksiyon verir ve bu reaksiyonu dışa vururuz. Duygular olmadan yaşanan bir hayat şöyle olsa gerek; öfke yok, üzüntü yok, keyif yok, aşk yok, sevgi yok; renksiz, tatsız tuzsuz, robot gibi bir yaşam. Örneğin: Öfkenin nasıl oluştuğuna bir bakalım, bir yerde sıraya girmişsinizdir, sonra birisi gelir en öne geçer siz buna gerilirsiniz. Haksızlığa uğradığınızı düşünürsünüz, bunu nasıl yapar, eğer kişiyi uyardığınızda: “Affedersiniz,” deyip sıraya girerse rahatlarsınız ama umursamaz, duymamazlıktan gelirse sizin artık gerginliğiniz, sinire ve gitgide öfkeye dönüşür. Burada o kadar insanı yok saymış, hakkını yemiş, daha doğrusu adaletsiz davranmıştır. Adaletle öfke arasında sıkı bir ilişki vardır. Adaletin öfkenin arkasına yerleştirilip haklılaştırılması sağlanır. İnsan, haklı olduğu yeri bulup öfkesini kolayca salması, adalet ile öfke ilişkisi bakımından tehlikelidir. Haklılık duygusu insanların kendini öfkeye bırakmasını sağlar. Haklı olmadığını bildiğinde öfkelenmezsin. Herkesin duyguları algılama şekli farklıdır. Öfkenin oluşumunda yaşanan olayı, duygusal olarak nasıl algıladığınız, bununla bedensel olarak duygulara nasıl reaksiyon gösterdiğiniz ve duygularınızı nasıl dışa vurduğunuz belirler. Öfke çoğunlukla insanların istekleriyle, yaşadıkları olaylar uyum içinde olmadığında ortaya çıkar. İsteklerinizi gerçekleştirmekten alı konduğunuz veya hoşlanmadığınız bir duruma itildiğiniz her an, kısaca ne zaman uzak durmayı, tercih ettiğiniz bir duruma katlanmak zorunda kalırsanız, zihniniz isteksizlikle karşılık vermeye başlar ve bu da çoğu zaman öfkeye neden olur. Günümüzde öfke en çok başkalarının, bizim istemediğimiz davranışları sonucunda ortaya çıkar. Karşımızdaki kişinin bize saygısızlık yapması, yok sayması, istediğimiz şeyle ilgili bizi engellemesi bizim sinirlenmemize, öfkelenmemize neden olur.  Öfkenin altında yatan en büyük sebeplerden biri de ilişkilerimizde ve yaşadığımız olaylarda sınırlarımızı net çizemememizdir. Bazen kendimizi zayıf hissetmekten rahatsız oluruz, bu da öfkeye yol açar.

Öfkeye bazı fizyolojik etkiler de yol açar. Endokrinolojide tiroit sorunu, bunun örneklerinden biridir. Öfkenin, yüksek düzeyde insan fizyolojisini etkileyen hormonların salgılanması ile organlara verdiği büyük zararları da vardır. Stresli durumlarda harekete geçen iki hormonal sistem vardır. Bunlar adrenalin ve kortizol üreten sistemlerdir. Adrenalin çok hızlı iken, kortizol daha yavaş salgılanır. Kortizol, tehlikeye maruz kaldığımızdan 20 -40 dakika sonra en üst seviyeye çıkar ve daha uzun zaman bu seviyede kalır. Bu hormonların sürekli salınıp durması uzun vadede vücudumuza, organlarımıza zararları olur.

Erkekler, bütün negatif duygularını öfkeye yöneltiyorlar. Yani yas, kayıp, üzüntülerini dile getirmek yerine, sadece öfke olarak gösteriyorlar. Tarih boyunca erkekler negatif duygularını çeşitlendirmek zorunda kalmamışlardır.  Öfke ego ile alakalıdır, kendimizle ile ilişkin imajımıza etki eder. Günümüzde erkekler genelde, öfkeyi yönetebilmek için, olaylarla ilgili düşüncelerini değiştirince öfkenin yok olacağını düşünürler. Ya öfkeyi salmak ya da bastırmak bu bu iki uçta yaşamak. Bu ikisi de iyi değildir, önemli olan ortasında dengede bu duyguyu yaşamaktır. Herkesin yaşadığı öfke, duygusunu ifade biçimi farklıdır, kişiler burada kendisi için en uygun yöntemi yine kendisi bulabilirler.

Felsefeye baktığımızda Aristoteles’in yaptığı öfke tanımını görürüz; Bir insanın kendisine ya da başkalarına haksız bariz yapılan saygısızlıktan duyulan ve acının eşlik ettiği bariz bir öç alma isteğidir. (Söyleşi, Ömer Aygün. Yedi ölümcül günah öfke.)

Platon ve Aristoteles, öfkenin doğal, dönüştürücü, canlandırıcı, diri tutan bir yanı olduğunu vurgular. Korkunun temel bir duygu olduğu ve sürüngen beyinden geldiğini ama öfkenin toplumsal bir duygu olduğunu dile getirir. İki kişinin değerlendirmesinden geliyor (sen benim kim olduğumu biliyor musun).  Aristo öfkenin doğal bir şey olduğunu söyler; önemli olan onunla iyi ya da kötü ilişkilenmektir. Peki, bunu nasıl yapabiliriz?  Öfkenin doğru koşullanması, terbiye edilmesi, yönetilmesi gerekir. Onun için farkındalık önemlidir, günlük tutmak, öfkeyi cümleleştirmek, öfkenin kendisinin cümle olmasını sağlamak, zihinde imajinasyon tekniği ile öfkeyi yaşamak. Aynı zamanda öfkenin doğallaştırılması, bizim için yaşamsal öneme sahip olduğunu ve bizi korumak için var olan bir parçamız olduğunu bilmeliyiz.

Söylenen şeyleri sindirememek, söylenecek çok şey var ama nasıl sıraya koyacağını bilememek, bu durumu yaşarken gerilmek gibi tepkiler vardır. Yaşanan bu süreç 2-3 üç yaşlarındaki çocuklar için de geçerlidir. Örneğin: çocuklara soru soruyoruz, çok hızlı cevap vermelerini bekliyoruz. O kadar çeşitli soruları arka arkaya soruyoruz ki, 15 saniye yarım dakikada bunları sıraya koyup söylemesini istiyoruz. Biz görece hızlı düşündüğümüz için onlardan da aynı şeyi bekliyoruz. Biz sinirlenip geriliyoruz onlar da. Burada beklentilerimizin hayatımızı nasıl etkilediğini olayları nasıl tetiklediğini görebiliyor musunuz? Çocuklarımızın, gelişim aşamalarındaki süreçlerin bilincinde olup, egonun gelişimsel dönemi, ergenlik dönemi gibi zamanlarda yaşadıkları öfke nöbetlerini anlamalıyız. Anlayışlı ve farkında olarak onların bu süreci daha sağlıklı yaşamalarını ve yönetmelerini öğretmemiz gerekir. Tabii ki önce bizim öfkemizi sağlıklı bir şekilde yönetebilmeyi bilmemiz gerekir. Biz yapmalıyız ki, çocuklarımız da bizi model alsınlar.

Bir de feminist öfke var; bunda ataerkil toplumun kadınlar üzerindeki baskıları, ötekileştirmeleri, yok saymaları, ezmeleri, metalaştırmalarının etkisi büyüktür. Kadınlar var olma çabasında, erkek egemen toplumda hak ettikleri konumda olabilmek için verdikleri mücadeleler karşısında yaşadıkları ağır darbelerden dolayı öfkeleri büyümektedir. Bunu sonucunda da erkek düşmanlığına kadar giden süreçler ortaya çıkar. Oysa kadınların öfkelerinin bilincine varmaları ve öfkelerini ifade etmeleri hep engellenmiştir. Öfkemizi dolaysız olarak ifade etmek bizi, hanımefendilikten, kadınlıktan, annelikten, cinsel çekicilikten uzaklaştırır, hatta cadılaştırır. Böyle olunca kadınlar sevemez ve sevilmezler onlar, kadınlıktan yoksundurlar artık.

Öfkeli kadınlar başkaları için neden bu denli tehlikelidirler? Çünkü eğer kendilerini suçlu, baskı altında ya da güvensiz hissederlerse, oldukları yerde kalırlar. Sadece kendilerine karşı eyleme geçer ve kişisel ya da sosyal değişim yaratma çabasında olmazlar. Öfkeli kadınlarsa, feminizmin son on yılında da görüldüğü gibi, hep yaşamını sorgulayabilir, hatta değiştirebilirler. Oysa değişim, etkin bir şekilde değişim yaratmaya çalışanlar için bile, endişe verici ve güç bir iştir. (Öfke dansı s: 10).

Öfke konusunda kendimize sormamız gereken sorular vardır: “Aslında neye öfkeliyim?”, “Sorun ne ve kimin sorunu?”, “Öfkemi, kendimi güçsüz ve çaresiz hissetmeme yol açmadan nasıl ifade edebilirim?”, “Öfkelenmek bana yaramıyorsa başka ne yapabilirim?”vb.  Öfke duymak bir sorunu gösterse de öfkeyi açığa vurmak sorunu çözmeyecektir. Toplumun kadını yüklediği anlamla ilgili olarak iki durumdan birini uygularız. “İyi kız” olarak ne pahasına olursa olsun öfkeden ve çatışmadan kaçınmaya çalışırız. “Şirret” olarak kolayca öfkelenmekle birlikte etkin ve yapıcı bir çözüme ulaştırılmayan kavga, yakınma ve suçlamalara girişiriz. Aslında her iki öfke yönetimi de başkalarını korumaya, kendi hakkımızın açıklığa kavuşmamasına ve değişimin gerçekleşmemesine neden olur.  Bu yüzden ben olaya farklı bir yönden bakmayı öneriyorum. Burada iki tarafta birbirinden farklı ama değerli olduğunu, kimsenin kimseden üstün olmadığını, doğalarının farklı olduğunun bilincinde olarak, gerçekten düşünmesi gerekir. Şunun farkında olmalıyız, bizim içimizde eril tarafımızda var, dişil tarafımız da var. Bu hem kadın hem erkek için geçerlidir. Bir kadın olarak erkek düşmanı olmak onu yargılamak, dışlamak kendi eril tarafını dışlamaktır. Aynı şekilde bir erkek olarak da kadını yargılamak, dışlamak, yok saymak, ezmek kendi dişil tarafını dışlamaktır. Böyle olunca kadın olsun erkek olsun kendini bir bütün olarak kendini gerçekleştirip hayatını anlamlı bir şekilde yaşama ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Hayatta her şeyde olduğu gibi öfkede de sevgide de denge olması gerekir. Kendini olduğu gibi kabul edemeyen insan başkasını hiç kabul edemez.

Öfke, yaşanan olaylar karşısında gerginlikle başlayıp, kızgınlığa sonra nefrete, intikam duygusuna ve hasete kadar giden bir süreçtir.

Kızgınlık, bir incinmeye yaralanmaya karşı verilen aktif bir tepkidir. Canı yanan bir hayvan hırlayarak tepkisini gösterir. Kızgınlık da karşımızdaki kişiye zarar vermeden “hırlamaktır”. Bana bu şekilde davranmana izin veremem. Kızgınlık enerjisi insan onurunu ve hakkını korumak içindir. Kızgınlık, bireyin sınırlarını sağlıklı bir şekilde koruma gücünü verir (Duyguların Simyası.s: 91).

Kızgınlık ve korku daima birlikte gezen iki duygudur. Korku tehlike karşısında verilen pasif tepki, kızgınlıksa aktif tepkidir. İkisinde de beden kaç ya da savaş konumuna geçer. Bu iki duygu her an birbirine dönüşebilir. Patlamış kızgınlık öfkeninde ötesine geçerek teröre dönüşebilir, bastırıldığında ise yalnızlık duygusuna ve kronik depresyona yol açar. Kızgınlık, yakın ilişkilerde sınırları koruyamamakla daha da olumsuz şeyler yaşanmasına sebep olur. Ya öfke patlamalarına ya da bastırıldığında depresyona kadar gider. Kızgınlık bir noktadan sonra öfkeye dönüştüğünde, başkalarının sana ne yapacağını, nasıl hissedeceğini, nasıl yaşayacağını söylemelerine karşı kocaman bir DUR! der. Kızgınlık, “artık yetti” anlamına geldiğinde öfkeye dönüşür. Öfkenin içindeki güçlü enerji gücüne odaklanmana, tuzaktan çıkmana ve zayıflığını güce çevirmene yardım eder. Öfke, yoğun kızgınlığın ifadesi olsa da şiddete dönüşmediğinde ve sakinlik maskesi altında saklanmadığında doğru kanalize edilmiş demektir.

Aristo, “kızgınlığı, doğru kişiye, doğru zamanda, doğru ölçüde, doğru yolla doğrudan ifade etmek gerekir” der.  Bu nedenle çok biriktirmemekte yarar vardır.

Stresle başa çıkma biçimleri vardır. Kişiye göre değişmekle birlikte genel olarak stresin doğurduğu duyguları yöneterek, stresli durumlarla başa çıkanlar vardır. Bazıları ise duygularını yönetmeyi veya hissettikleri stres seviyesini kontrol etmeyi zor bulurlar, bunun yerine duygularını başkalarına yönlendirerek tepki verirler. Kaçınma temelli başa çıkma yönteminde ise, insanlar dışarıya her şeyin yolunda gittiği izlenimini vererek problemlerini inkâr ederek, yok sayarak, bastırarak yaşamaya çalışırlar. Bağımlılıkların çoğu da burada oluşur. Bazıları ise strese sebep olan duruma odaklanarak onu gerçekten değiştirmek için ne yapabileceklerine bakarlar yani çözüm üretirler.

Stresle başa çıkmayı zorlaştıran düşünme biçimleri de vardır. Bunlardan bazıları erteleme, mükemmelliyetçilik ve endişelenmeleridir.  Bu durumların bilincinde olup hayatımızda olaylara, kişilere karşı kullandığımız ya da uyguladığımız modeller, alışkanlıklarımız, tutum ve davranışlarımız nelerdir. Bunları iyi gözlemleyip kendimize en uygun stresle başa çıkma yöntemini bulabiliriz. Önemli olan burada sorumluluk almaktır. Ben sinirliyim, bu benim genlerimde var ya da şundan bundan dolayı böyleyim gibi bahaneler üretmeden var olan stresimizi, öfkemizi kendimiz için en doğru kanala yöneltebiliriz. Bunu yapabilecek aklımız, potansiyelimiz vardır.

Son söz olarak size bir anektod anlatmak isterim. Bir kızılderili büyükbaba ile torununun konuşmaları şöyledir. Torun, büyük babasına sorar: “küçüklüğümden beri o iki kurt köpeği evin önünde boğuşup duruyorlar, bir de bunlardan birinin rengi beyaz diğerinin rengi siyah, bu köpeklerden hangisi kazanacak?” Büyükbaba şöyle cevap verir: “beyaz olan köpek içimizdeki iyiliği, siyah olan köpek ise içimizdeki kötülüğü sembolize eder. Ben onları hep gözümün önünde tutarım ki, içimdeki iyiliği ve kötülüğü unutmayayım. Kim mi kazanacak? Tabii ki ben hangisini beslersem o kazanacak” …

 

 

 

Kaynakça:

Aygün, Ömer. Yedi ölümcül günah öfke. Söyleşi.

Puff, Robert. Seghers, James. Öfke Kontrol rehberi. İstanbul. Olimpos yayınları. 2016.s: 17

Gün, Nil. İçimizdeki Şaman, Duyguların simyası. İstanbul, 2004, Kural dışı yayıncılık, s: 91, 95.

Lerner, Harrıet. Öfke Dansı, İstanbul, 1985, Varlık yayınları, s: 10.