https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Umuda yelken açan yüreklerin ağıtı…

Kemal Sadık Gökçeli veya bilinen adıyla Yaşar Kemal (6 Ekim 1923, Hemite, Osmaniye – 28 Şubat 2015, İstanbul), Türk roman ve hikâye yazarı, şair ve aktivisttir. Türk edebiyatının en önde gelen yazarlarından biri olarak kabul edilen Yaşar Kemal, yaşamı boyunca pek çok ödül almış ve Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiştir. En ünlü eseri, yaklaşık 32 yılda tamamladığı İnce Memed roman serisidir.

Yaşar Kemal, Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak eserlerinde çoğunlukla Anadolu insanının toplumla, kaderle, doğayla olan mücadelesini destansı bir dille anlatır. Binboğalar Efsanesi (1971) “Göç Romanları” üçlemesinin ilk kitabıdır. Yörüklerin yerleşik hayata geçiş sürecini anlatır.

Dağlarda göçebe olarak yaşayan bu insanlar, bağlı bulundukları topraklar sayesinde kazandıkları ve yaşama yön verdikleri özgürlüklerini, yaşam felsefelerini kaybetmek üzeredir. Romanın merkezinde yörüklerin toprak arayışı vardır.

Toplumsal dönüşüme ayak uyduramayan yörükler, Anadolu insanının modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik ve değer kaybının simgesi olmuşlardır. İnsanın doğayla, toprakla, adaletsizlikle, pozitif ayrımcılıkla, bağların kopmasıyla, zorbalıkla imtihanları; yörüklerin acısını katlamıştır. Efsane ve mit unsurlarıyla harmanlanan bu roman, “Binboğalar” adıyla ‘ezilen’ anlamına gelen bir sembol olarak tarihte yerini almıştır.

Her karakter bireysel ve toplumsal bir direnişi temsil eder. Doğa sadece cansız bir varlık değil, adeta bir karakter gibi sunulmuştur. Dağlar, tepeler, ovalar, rüzgâr, güneş gibi unsurlar yörüklerin aslında ruhunu yansıtır. Feodal düzenin baskısını her haliyle içlerinde yaşayan, her yerden zorbalıkla ayrıştırılan ve bunlara boyun eğmek zorunda kalan bu insanlar yaşam mücadelesinde birer simgeye dönüşürler.

Davar Arif, rehberliği ve çözüm arayışıyla yol gösteren kişidir. Elif Ana, köklerine ve geleneklerine bağlılığı simgeler. Ali, çağdaş yaşam ile geçmiş arasında naçar kalan, modernleşme sancısını taşıyan karakterdir. Ağalar ve devlet görevlileri baskıcı düzeni, Yörük halkı ise kaybolan bir kültürün kolektif simgesini oluşturmuştur.

Romanda en dikkat çeken unsur ise bir kılıcın yapılmasıyla başlayan efsanedir. Yolculuğu boyunca olanakları sağlamakla görevli yetkililere toprak edinmek için kendini sunar. Kimisi başkan, kimisi ağa, kimisi kolluk kuvveti olur. Kimse beğenmez bu kılıcı. En sonunda düzenin başına gider kılıç. Düzenin başının burun kıvırmasıyla, yapanın elinde tekrar demire döner ilk haline. Yapanla beraber gömülür tarihin geçmişine.

“Bir kayanın doruğunda bitmiş bir ot nasıl inatla köklerini sert çinke taşlarına sarmış, tutunmuşsa Aladağ yörüğü de öyledir.” (s. 9)
Bu alıntı, bağlarının ne denli güçlü olduğunu, kültürlerinden kopmamak için ne denli direndiklerinin belirtisidir.

“Bir başkasını aşağılayan insan önce kendisini aşağılamıyor mu? Ağacı, kuşu, akarsuyu, börtü böceği, yerdeki karıncayı, en alçak insanı kutsayan, yücelten, güzelleştiren, insan güzelleşir, öyle değil mi?” (s. 147)
İnsan ve doğa sevgisini birleştiren; kibrin, yargılamanın, küçümsemenin insan içini kararttığını; anlayışın, saygının, merhametin insanı güzelleştirdiğini gösteren bir bölümdür.

“Umutsuzluk en çok ölülere mahsustur.” (s. 39)
Romanın belki de en vurucu dizinidir. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamayı, bu baskıya boyun eğmemeyi anlatan, soluk alan insana umutsuzluğun yakışmayacağını belirten bir aforizmadır.

“Horasan’dan geldik atların sırtında, çok işler geçti başımızdan. Kadınlara, çocuklara dokunmadık, incitmedik anaları. Budur bizim töremiz. Ömür geldi gidiyor. Bunu yapamam. Bunu da yaparsam bu son olacak, her şey bitecek, insanlığımız gidecek.” (s. 129)
Yörük halkının insanlık onuruna ve töresine bağlılığını gösteren bu sözler, adaletsizlik karşısında bile ahlaktan sapmamayı, masumlara zarar vermemeyi ilke edindiklerini; eğer bu ihaneti yaparlarsa törelerini ve insanlıklarını yitireceklerini anlatmaktadır.

Binboğalar Efsanesi, Maurice Ravel’in Bolero adlı eseriyle örtüşen bir özelliğe sahiptir. Ravel’in bu bestesi, melodik, ritmik ve orkestral bir yoğunluk üzerine kuruludur. Tek temalı bir yapıda, on beş dakika boyunca aynı melodi, aynı ritimsel kalıp üzerinde gelişir. Melodi değişmez; yalnızca orkestrasyonun rengi ve yoğunluğu artar. Davul sürekli çalar, ancak ezgiyi her seferinde başka bir enstrüman seslendirir. Yörüklerin efsanesi de Bolero ezgisi gibidir. Hayatlarına yavaş yavaş yeni olaylar, yeni mücadeleler, yeni renkler eklenir. Ritim hep aynıdır, mücadele hiç bitmez. Her ritimde direniş artar, birileri zorbalığa uğrar, biri yerinden edilir. Ve her seferinde aynı melodi yeniden başlar: Bolero ağıtının görüntüsü…

Yüreklere işleyen, çaresizliğin çıkmazında kalan insanların ağıtı olan bu efsane, toprakla ve doğayla uyum içinde yaşayan yörüklerin devlet ve otorite baskısıyla yerleşik düzene zorlanarak kimliklerini, özgürlüklerini ve yaşam şekillerini yitirmeleri trajedisidir.