
Ödüllü yazar Murat Özsan, 1959’da Ankara’da doğmuş, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamlamış ve uzun yıllar Tıbbi Mikrobiyoloji alanında akademik görevler üstlenmiştir. Ancak Özsan’ı yalnızca bilim insanı olarak görmek eksik olur; on yılı aşkın süredir edebiyatla uğraşan yazar, Geçmişin Rüyası (2009) ve Ve Ötesi (2014) romanlarının ardından yayımladığı Umudun Rengi (2018) ile 2019 Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü kazanarak Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. Yeni romanı Şişedeki Gemi (2025), hem anlatısal derinliği hem de kuşaklar arası ilişkileri ele alış biçimiyle yazarın olgunluk dönemi eserlerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Romanın çerçevesi, genç veteriner Damla Soydar’ın yaşadıkları üzerinden kuruludur. Damla’nın annesinin pankreas kanseriyle mücadelesi, ölüm sürecindeki sessiz aile dramları ve bu süreçte ortaya çıkan saklı geçmiş romanın temel omurgasını oluşturur. Özsan, anlatıyı bir günlük biçiminde başlatır; kahraman, başta sıradan bir iç dökme pratiği olarak gördüğü yazma eylemini giderek hayatının merkezine alır. Böylece metin, otobiyografik kırıntılar taşıyan, kişisel deneyimle kurmacanın kesiştiği bir alana yerleşir. Bu form, postmodern anlatılarda sıkça görülen “yazı içinde yazı” tekniğine yaslanır ve öznenin hem tanık hem yazar hem de dedektif rolüne bürünmesine olanak tanır.
Şişedeki Gemi, görünürde bir aile hikâyesi olsa da çok katmanlıdır:
- Hastalık ve Ölümün Psikolojisi: Romanın merkezinde, ölümün yakıcılığıyla yüzleşen bir aile vardır. Anne Sertap’ın kanser süreci yalnızca biyolojik bir hastalık değil, aynı zamanda geçmişin yüzeye çıkmasına yol açan bir varoluşsal kırılma olarak işlenir. Özsan burada tıp kökeninden gelen bilgi birikimini edebî duyarlılıkla harmanlar.
- Aile Sırları ve Kimlik Arayışı: Damla, annesinin ölümcül hastalığı sırasında annesi ve babasından saklanan geçmişi keşfeder; annesinin İlhan adlı bir tenorla yaşadığı büyük aşk ve ailelerin müdahalesiyle sonuçlanan evlilik hikâyesi ortaya çıkar. Roman, “ben kimim?” sorusunu biyolojik bağlar üzerinden değil, hafıza, anlatı ve geçmişle hesaplaşma üzerinden kurar.
- Toplumsal ve Sınıfsal Kodlar: Aileler arası evlilik planları, ekonomik ortaklıkların kişisel yaşamlar üzerindeki etkisi, Batılılaşma görünümü altında geleneksel otorite biçimleri gibi unsurlar metinde belirginleşir. Bu, Türk orta sınıfının görünür modernlik ile bastırılmış ataerkil düzen arasındaki gerilimini yansıtır.
Damla’nın ilk tekil şahıs anlatımı, okura içsel bir yakınlık sağlar. Özsan, karakterin zihinsel gelgitlerini —şüphe, merak, suçluluk ve yas— titizlikle aktarır. Anlatıcı, bir dedektif gibi geçmişi araştırırken hem aile üyeleriyle hem de tanıklarla görüşür; anneanne Cevriye, arkadaş Nihal ve tiyatrocu Ediz’le yapılan konuşmalar çok sesli bir yapı oluşturur. Böylece roman, yalnızca bireysel bir hatırat değil; sözlü tarih, tanıklık ve kuşaklar arası aktarım üzerine de düşünür.
Roman, kronolojik olarak ileriye doğru aksa da sık sık geçmişe dönüşlerle çok katmanlı bir zaman örgüsü kurar. Ankara’nın kültürel belleği —Devlet Opera ve Balesi, Dil Tarih sahnesi— ile İstanbul’un güncel atmosferi iç içe geçer. Damla’nın Cihangir’deki bağımsız yaşamı ile annesinin gençliğinde geçen Ankara günleri arasında güçlü bir kontrast vardır. Bu mekânsal geçişler, bireysel hafızanın coğrafi belleğe tutunma biçimlerini gösterir.
Özsan’ın dili yalın ama derinliklidir. Diyaloglar doğal, iç monologlar yoğun bir psikolojik çözümleme taşır. Sanat çevrelerine ait imgeler (opera, tiyatro, saatler, estetik üzerine sohbetler) ile gündelik aile yaşamı iç içe geçer. Özellikle İlhan karakteri üzerinden sunulan estetik ve tutku kavramları, romanın duygusal merkezini oluşturur: sanatın insan ruhunu sarhoş edebileceği fikri, Damla’nın annesinin gençliğini anlamasında önemli bir pencere açar.
- Otobiyografik Roman Geleneği: Yazarın hekim kimliği, tıbbi terminolojiye ve hastalık anlatısına otantik bir boyut kazandırırken; metin, kendini bir tür “kişisel tarih romanı” olarak da konumlar.
- Feminist Okuma: Sertap’ın hayatı, ataerkil aile düzenine karşı bireysel isyan ve özgürlük arayışının başarısızlığı üzerinden okunabilir. Bu açıdan roman, kadınların bireysel seçimlerini aile çıkarlarına feda etmeye zorlayan yapıları eleştirir.
- Hafıza ve Anlatı Kuramı: Paul Ricoeur’ün hafıza ve unutma tartışmaları, bu romanda özellikle annenin “unutulmak istenen acılar” sözüyle yankılanır. Anlatı, geçmişin sessizliklerini kırarak yeni bir kimlik inşasına hizmet eder.
Şişedeki Gemi, Murat Özsan’ın önceki eserlerine kıyasla daha içsel, aile merkezli ve psikolojik olarak yoğun bir metin sunar. Hekimlikten gelen gözlem gücü, insan ruhunun kırılma anlarını gerçekçi bir biçimde yakalamasına olanak tanır. Roman, bireysel hafızayla toplumsal yapının çatışmasını ve hastalık-ölüm süreçlerinin aile sırlarını nasıl yüzeye çıkardığını etkileyici bir kurguyla işler.
Özsan’ın tıptan edebiyata uzanan yolculuğunun olgunluk halkası olarak Şişedeki Gemi, çağdaş Türk romanında hem hastalık anlatısı hem de kuşaklar arası yüzleşme temalarını derinlikli bir dille işleyen güçlü bir eser olarak akademik incelemeyi hak ediyor.