https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Biraz kül, biraz duman, çokça yara… Hayatın sillesi, kaderin cilvesi, feleğin kahpe çarkı… Ne dersen de… Hangi âdem babaya sorsan, hangi düşkünü, hangi omzu düşüğü, ciğeri sönmüşü dinlesen aynı terane…

Bin yıldır tutturulmuş bir türkü kader, kader, kader ve yine kader. Oyun biter, herkes aynı kutuya. Öyle ya “Şahları da vururlar”

Kaderi galip kılan esir edebilme gücüdür. Kaderi güçlü kılan değişmezliğidir. Kaderi büyük yapan insanın küçüklüğüdür. Saat, akşam ezanının ertesi, mahallede çekilmiş el ayak,kafalar tütsülü inceden, hafif bir sisle birlikte açıldı perde…

“Hayırdır lan Kel, mastorlamışsın yine”

Sararmış, leş gibi dişlerinin arasından kim bilir fi tarihinden kalma bir kahkaha fırlattı. “Bizde böyle, anladın mı, çekilmez yoksa bu piçliği dünyanın”

Kel daha gençten aslında, Kül de daha Kül değil. Islah evinden yeni kurtulmuş… Bıyıkları çıkıyor ama… O zamandan beri arkadaşlar, kader mahkumu ya da”

“Ulan kel, işi yine bize yıktın valla. Senin yüzünden kaldırımcılıktan kafamızı çıkaramaz olduk”

Bu sefer sarışın yüzü birden pancara döndü Kel’in, “Ha siktir lan oradan, kaç kere kurtardım senin kıçını, aynasızlardan! Atom’la çıksaydın anında görüntü, akreplere ispiyonajdın be”

“Akrepler soksun seni” dedi Kül. Sonra da tükürdü yere Birbirlerine sataşa sataşa devam ettiler kırık arnavut kaldırımdan yürümeye.

Karanlık iyice çöküyordu. “Boşversene” dedi, “Ölüler uykuda mı?”

II

Akşam en çok mezarlığa yakışır. Kel ve Kül, elbette fatiha okumaya gitmiyor, Indiana Jones gibi uzak diyarlarda define aramaya da. Mezarlığın üzerine bir sis çökmüştü ki bu Kel ve Kül için bulunmaz bir fırsattı.

Malzemeleri, Kel’in kondusundaki kömürlüğe zulalamışlardı. Zaten yolun üstüydü. Kül’ün üstünde uzun pis bir palto, Kel’in sırtında lime lime olmuş kahverengi bir ceket.

“Davran lan” dedi Kel, “hadi bakma öküzün trene baktığı gibi.”

Ne arıyorlardı. Onlara sorsan çok. Başkasına hiç. Bilmiyorlardı ki hayatları o gün ters yüz olacaktı. Hem de hiç ummadıkları bir şekilde.

III

Rivayet odur ki,

Vakti zamanında hem âlim hem de ârif olduğu düşünülen bir zât var imiş. Bu zât-ı muhterem mahallenin en dışında bir kulübede yaşar imiş. İnsanlarla konuştuğu pek görülmese de bilhassa güvercinlerle iyi anlaşırmış.

O zamanda yaşayanların “Dede” diye çağırdığı bu zâtın âlimliği söylediği üç kelimeden gelmekteymiş. “Toprak anlar hep” ve “eremem dünyanın sırrına” diyip dururmuş. Ârifliği de sessizliğinden gelirmiş Dede’nin. Bir de nereden gelip nereye gittiği belli değilmiş.

Dede, ilk mucizesini Satı’nın kaybolan yüzüğünün yerini söylemiş, ağrısı, sızısı olana şifa dağıtmış. Selin geleceğini ve mahallenin hala konuşulan en büyük yangınını önceden söylemiş.

Gel zaman git zaman Dede bir süre görünmez olmuş. Çocuklar, meraklanıp kulübesine girdiklerinde bir harita bulmuşlar.

Mahallenin gündemi bu harita olmuş. Mahalledeki hazine dedikodusu, bazı aç gözlülerin de ağzının suyunu akıtmış.

Gece çökünce bu açgözlü haramzadeler dedenin kulübesine gitmişler. Bir de ne görsünler!

Dede sebebi kendinden menkul, yere serilmiş yatıyor. Hemen gidip haber salmışlar. Ertesi günü mahalleli Dede’yi yıkayıp kefenleyip götürmüşler defnetmeye.

Üç gün sonra mezarlıktan çiçek çalan/toplayan çocuklar Sünbül Dede’nin mezarının açıldığını görmüş. Definecilere sövecekmiş ki Dede’nin cesedinin mezarda olmadığını fark etmiş.

Tabut kapağı açık, toprak eşilmiş ve mezar taşı ters dönmüş bir vaziyette, Sünbül şaşkınlık içinde. Koşup yetişmiş mahalleliye anlatmaya. Hiçbiri anlam verememiş. Öyle olunca da beklemeye karar vermişler.

IV

“Erişilmez hayatın sırrına”

Dördüncü gün, sabah namazından önce, mezarın başında Dede tekrar bulunmuş. Ama bu kez sağ değil. Yine ölü. Yine aynı kefen, ama bu sefer gözleri açık.
Gömülmüş bir daha.

Bu sefer üstüne koca bir taş konmuş.
Taşın üstüne biri kömürle şunu yazmış:

“Üç gün bana yetmedi, size yeter.”

Rivayet odur ki

Hem âlim hem ârif Dede bir küp altınla birlikte yatarmış.

Tütünlük Mahallesi’nin, tahta ayaklı, duman ve sidik kokulu kahvehanesinde anlatılan bu efsane Kel ve Kül’ün iştahını kabartmıştı.

İki yolsuz birbirlerine “yırttık” der gibi baktı. Sonra iki fiskos, işaret, anında görüntü. Sonrası işte yürüyüp çıktılar, dikkat çekmeden. Aslında Tütünlük’te yırtabilen, voleyi vurabilen pek de yoktu. Olan da varı yoğu kumarda yitirip, tırıs tırıs dönmüştü mahalleye. Lotocu Burhan bunlardan biri. Yıllardır sayısal loto oynamış en sonunda tutturmuştu. Parayı alır almaz karısını ve iki çocuğunu terk edip, kahvedekilere de bir güzel hava basıp gitti. Sonra bir gece yarısı kimseye görünmeden eski gömleği, yamalı ceketiyle geri döndü Tütünlük’e. Günlerce mahallenin yüzüne bakamadı Burhan.

Kel ve Kül, yılan gibi kıvrılarak, sevinçlerini kursaklarında tutarak çıktılar kahveden. Aynı yolun yolcusuydular. Umut işte ekmeği fakirin. Bir an ikisi de kaderin kahpe çarkının değiştiğini getirdi gözlerinin önüne. Büyülendiler. Kaderi galip kılan onu yenebilme ihtimalidir.

V

Mezarlığa doğru yaklaşırlarken bir ıslık tutturdu Kül. Kel rahatsız oldu bundan, sataştı, “Ne oldu lan korktun mu cesur yürek”, Kül oralı bile olmadı. Korkuyordu gerçekten. Bir his, yüreğine çöken yaz akşamlarının ağır nemli havası mıydı, ölülerin dirilip kendilerini boğacağı korkusu mu. Bilinmez. Kül, yüreğinin kabardığı, kafasının dumanlandığı zamanlarda (mesela Islahevi’nde tecavüze uğradığı an aklına geldiğinde) ıslık çalardı. Şimdiki ıslığın adı zengin ıslığı. Yırtacaklardı kefeni. Voleyi vuracaklardı. Ronaldo’ya bacak arası atma sırası onlardaydı şimdi. Ak saçlı, pamuk elli Âlim Dede, torunlarını bekliyordu işte. Kuzu gibi yatan, çil çil altınlar…

Ama içten içe bir şüphe duyuyordu Kül, “Bilmiyorum” dedi, “Çarşafa dolanmayalım da yine.” Sonra Kel’e bakıp pis pis sırıttı, sinir etmek istiyordu onu.

“Sen de amma korkak tavuk çıktın he, ölüler ancak filmlerde hortlar” sonra da bastı kahkahayı. İnce bir cigara uzattı Kül’e, “Al dedi iyi gelir, kafan açılır”

Boynunu hafif eğip, yaktı cigarayı. Bir iki nefes çektikten sonra biraz rahatladı. Görmemek iyidir bazen. Hiç konuşmadan geldiler mezarlığa. İnce bir yağmur yağıyordu. Serviler durgundu, zaman uykuda. Önce Kül girdi mezarlığa, kafasını şadırvanın oraya çevirdi ne olacağını bilmeden. “Eyvah” diyebildi sadece sonra bir tabanca sesi.

Üçüncü sayfada şöyle yazdılar:

Mezarlıkta korkunç cinayet

Dün gece Tütünlük Mahallesi yakınlarında bulunan mezarlıkta iki evsiz ailesinin kabrini ziyaret eden cemiyet hayatının önde gelen isimlerinden Ayla Türel’i gasp etmeye çalıştı. Kafasına defalarca kürekle vurulan Türel, aldığı darbe sonucunda can verdi. Olaya müdahale eden Türel’in şoförü Murat Ertem Kül ve Kel lakaplarıyla bilinen iki evsize 7 el ateş etti. Kurşunların isabet ettiği evsizler olay yerinde ölü bulundu. Şoför Murat Ertem gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.