
Balkon kapısının önündeki zambak desenli tül perde, yaz tembelliği içinde hafif hafif salınırken, evin yaz mahmurluğu, küçük kızın telaşlı ayak sesleriyle hafifçe silkelendi. Keyifli uyuşukluk içinde salona yayılmış mobilyalar, halılar, aile yadigârı sandık, cam kenarındaki çicekler oldukları yerde küçük kızın ayak seslerine kulaklarını kabarttılar.
Küçük kız koşarak, mutfakta bulaşık yıkayan annesinin yanına geldi.
-Anneee! Anneanneme okuduğu kitapla ilgili birşey sorduğumda benim tepeme baktı, buyrun efemmm dedi!
Annenin dudakları arasındaki sigaranın külü, bulaşık suyunun içine düştü.
-Allahım sen aklıma mukayyet ol, yarın yola çıkacak ya! Kavga çıkaracak kesin.
Farklı bir şehirde oturan anneanne, aylarca misafir kaldığı kızının evinden ayrılmadan bir iki gün önce mutlaka bir kavga bahanesi yaratırdı. Kavga çıkarmadan önce, aile bireyleri ile iletişimi mesafeli hâle gelirdi. Göz temasını keser ve konuşmak isteyenlerin alınlarındaki bir noktaya sabit bir şekilde bakarak, nidalı bir şekilde “buyrun efemmm” diye hitap ederdi, sanki karşısındakini ilk defa görüyormuş gibi… Tüm bunlar, aile içi sismik hareketliliğin başladığının habercisi olurdu. Sonrası zaten yıkıcı bir deprem olarak gelirdi.
Küçük kız annesine yardım etti, yıkanmış bulaşıkları kuruladı. Sofrayı kurdu. Bir gözü annesindeydi. Annesi durmadan elinden birşeyleri düşürüyordu. Çoban salatası için kuru soğanı doğrarken parmağını kesti, bir süre kanı durduramadı. Söylenip durdu.
Yetmiş yaşından sonra, aşk hikâyelerinin anlatıldığı Beyaz Dizi serisinin kitaplarını okumaya başlayan, emekli edebiyat öğretmeni olan anneanne, salonda bacak bacak üstüne atmış, elindeki “Geçmişin Bağladıkları” nı okuyordu.
Öğlen yemeği hazırlandı. Küçük kız, anne, anneanne masadaki yerlerini aldılar. Anne kanamayı durdurmak için parmağını sarmıştı. Anneanne, kızının sarılı parmağına baktı ama yorum yapmadı. Küçük kız su bardaklarına suyu koydu. Anneanne, kabak dolmasından ilk lokmayı ağzına attığı anda,
-Dolmaya nane koymamışsın, dedi.
– Yoo anne, koydum. Her zamanki kadar ekledim.
-Nane tadı gelmiyor, yeteri kadar koymamışsın. Hiç ayarlayamıyorsun ölçüsünü! Bazen de nane tüm yemeğin tadını bastırıyor. Aklın neredeydi kim bilir?
-Eline sağlık demiyorsun da, bunu mu diyorsun anne! Sabahtan beri mutfaktayım. Parmağımı kestim. Umrunda bile değil. Bakıyorsun, ne oldu, nasıl oldu diye sormuyorsun. Aklın neredeydi kim bilir de ne demek? Ben ergen miyim?
-Ne var, eleştiremeyecek miyim seni? Hep böyleydin zaten. Burnundan kıl aldırmazsın. Hep alkış istersin.
-Ne alkışı anne! Sen hep beni eleştirirsin, hiçbir zaman yaptıklarımı takdir etmedin ki!
-Abartıyorsun yine! diye bağırdı anneanne ve küçük kıza dönüp,
-Annen hep böyledir, herşeyi abartır, çarpıtır, diyerek devam etti.
Küçük kız tenis maçında gibi bir anneye bir anneanneye bakıyordu. Uzun kirpiklerinin örttüğü gözlerinde ıslak bir korku saklanmıştı.
-Anne! Kızımı bu işe karıştırma. Hiçbir şeyi abartmıyorum. Sen beni sevmiyorsun anne. Çocukluğumdan beri hep böyle. Sana babamı hatırlatıyorum, beni düşman gibi görüyorsun. Hatırlamak istemediğin ilişkinin tatsız bir meyvesi gibiyim ben.
-Senin kızın, benim torunum. Ne söyleyeceğimi sana mı soracağım? Zaten kızı da pamuklar içinde büyütüyorsun. Nasıl hayata atılacak bu kız, çok merak ediyorum! Ayrıca ben seni düşman gibi görmüyorum. Sen babanla boşandığım için, beni affetmiyorsun bir türlü!
Anne elindeki çatalı hırsla masaya bıraktı.
-Evet, affetmiyorum, affetmedim, affetmeyeceğim! Senin yüzünden babam da sevmedi beni, kabullenemedi beni. Evliliği sürdürmeyecekseniz niye yaptınız beni! Çocuklarına bakıcılık yapayım diye mi?
-Onlar senin kardeşlerin. Ne biçim konuşuyorsun? Babandan boşandıktan sonra yeni bir hayat kurmamı da kabul edemedin sen. Ben çalışıyordum, sen göz kulak oldun kardeşlerine. Bunun adı ablalıktır. Bakıcılık değil!
-Sen mi ablalıktan bahsediyorsun? Teyzeme nasıl ablalık yaptığını hepimizi biliyoruz. Yapayalnız öldü.
Anneannenin yeşil gözleri öfke dolmuştu. Elini hiddetli bir şekilde masaya vurdu.
-Haddini bil, küstahlık yapma. Bir şey biliyormuş gibi ahkâm kesiyorsun.
Sesler iyice yükselmişti. Küçük kız kulaklarını kapatıp, ağlamaya başladı. Seslerini duymak istemiyordu. Annesi ile anneannesi arasındaki bitmek bilmeyen bu çekişmelere alışkın olmasına rağmen gerginliği kaldıramıyordu. Durmalarını istiyordu.
-Sen de ağlayıp durma, yemeğini ye! Bıktım artık! Her şey üstüme üstüme geliyor. Dayanamıyorum! diyerek yemek masasından kalktı anne.
Ayağa kalktığında annenin gözü, salonun kenarındaki aile yadigârı sandığın içinden bir kısmı sarkmış rahibe işi masa örtüsüne takıldı. “Allah, allah! Bu masa örtüsü, kapalı sandıktan dışarıya doğru nasıl sarktı böyle?” dedi ve örtüyü sandığın içine iyice yerleştirip kapadı.
Anneanne evine gitmeden önce, gelmesi beklenen tartışma tam beklendiği zamanda gelmişti. Anneanne de, anne de içlerinde birikmiş olan toksik enerjiyi birbirlerine akıttıkları için geçici olarak rahatlamışlardı. Küs olarak ayrılacaklardı. Küçük kız içi sıkılmış, zihni karışmış bir şekilde sözün bittiği masada kalakaldı. Yetişkin bir kadın olduğunda, farklı senaryolarda, can yakan engeller olarak karşısına çıkacak bu tartışma sahnesini, bilinç dışında bir çekmeyece koydu, çekmeceyi sıkı sıkı kapatıp kilitledi. Oyun oynamak için bahçeye indi.
Balkon kapısının önündeki zambak desenli tül perde, yaz tembelliği içinde hafif hafif salınmaya yeniden başladı. Evdeki mobilyalar, halılar, aile yadigârı sandık ve cam kenarındaki çicekler de keyifli uyuşukluklarına geri döndüler.