
Murat Özsan’ın “Yenişehir’de Bir Kavak Ağacı” öyküsü, bireysel hafıza ile toplumsal belleği ustaca iç içe geçiren, nostaljiyle ideolojik çatışmayı bir araya getiren etkileyici bir anlatıdır. Özsan, 1970’li yılların Ankara’sında geçen bu öyküde, hem dönemin siyasal atmosferini hem de sıradan bireyin gündelik yaşam içindeki varoluşunu güçlü bir gözlemle yansıtır. Öykünün yapı taşı olan kavak ağacı, sadece fiziksel bir tehdit değil; aynı zamanda bir çağın, bir şehir kültürünün ve bireysel karar anlarının simgesidir.
Anlatının merkezinde yer alan anlatıcı karakter, gazeteye sarılı bir kesekâğıdından Sevgi Soysal’ın ölüm ilanını görmesiyle geçmişe doğru zihinsel bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, sadece kişisel bir hatırlama süreci değildir; aynı zamanda toplumsal bir hafızayı da yeniden üretir. Gazetedeki haber, anlatıcıyı üniversite yıllarına, gençliğine, edebiyatla olan ilk karşılaşmalarına ve karar vermek zorunda kaldığı kritik bir ana götürür. Anlatıcının Sevgi Soysal’la karşılaşması, hayatın tam ortasında —bir kafede, devrilmek üzere olan bir kavak ağacının gölgesinde— gerçekleşir. Bu karşılaşma, bir yazarla bir okur arasında geçici bir bağ kurmakla kalmaz, aynı zamanda anlatıcının edebiyatla olan ilişkisini ve bu ilişkinin sekteye uğradığı noktayı da gösterir.
Özsan, anlatıyı kurgularken zamanlar arası geçişi çok başarılı biçimde uygular. 1970’li yıllardaki Ankara sokaklarının canlı betimlemeleriyle dönemin mekânsal hafızası diri tutulurken, anlatıcının günümüzdeki sessizliği ve hayıflanışı da iç monologlarla derinleştirilir. Yazar burada mekânı yalnızca bir arka plan olarak değil, olayların ruhunu taşıyan bir karakter gibi işler. Amerikan ve Ülkealan Pasajları, Bulvar’daki kitapçılar, kafeler, piknik lokantası, Dost ve Bilgi Kitabevi gibi mekânlar, Ankara’nın geçmiş kültürel dokusunu yeniden kurarken, aynı zamanda bir kuşağın hayalleriyle yüzleşmesini temsil eder.
Kavak ağacının devrilmesi ise hem somut hem soyut düzlemde çok anlamlıdır. Bu ağaç bir taraftan fiziksel olarak insanları tehdit eden yaşlı bir varlıkken, diğer taraftan genç bir bireyin kaderini belirleyen dışsal bir engel işlevi görür. Anlatıcının Attilâ İlhan’la tanışma fırsatını kaçırmasına neden olan bu olay, zamanla edebiyata dair hayallerinden uzaklaşmasının sembolü hâline gelir. Öyle ki kavak ağacı, hem bireysel pişmanlıkların hem de ertelenmiş yaşamların metaforu olur. Devrilen sadece bir ağaç değil, aynı zamanda anlatıcının içinde yeşermeyi bekleyen edebi hayatıdır.
Öykü, yapı itibariyle katmanlıdır. Anlatıcının belleğinde dolaşırken karşılaştığı kişisel anılar; toplumsal olaylarla (12 Mart Muhtırası, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanması, boykotlar, siyasi tartışmalar) örülerek sunulur. Bu yönüyle metin, bireysel olan ile toplumsal olanı başarıyla harmanlar. Üstelik yazar bu geçişleri didaktik olmadan, doğal bir anlatı ritmiyle sağlar. Diyaloglar, dönemin ruhunu yansıtırken karakterler karikatürize edilmeden çizilir; her biri özgün, inandırıcı ve işlevseldir.
Murat Özsan’ın dili duru, akıcı ve yoğun çağrışımlarla yüklüdür. Betimlemelerinde nesneler sadece dekor değil, anlam taşıyıcısıdır. Bir ayakkabı, bir kitap, bir konvers ayakkabı bile geçmişi bugüne bağlayan duygusal köprüler hâline gelir. Bu anlamda Özsan, hem mekânsal hem zamansal bir nostalji yaratırken, okurun duygusal katılımını da sürekli canlı tutar.
Öykü, aynı zamanda yazarlık ve edebiyatla ilişki kurma üzerine de metadüşünsel bir katman içerir. Sevgi Soysal’ın romancılığı, bir yazarın gözlem gücü ve gündelik hayattan edebiyat üretme becerisi, anlatıcı karakterin gözünde hayranlık uyandırıcıdır. Ancak bu hayranlık harekete dönüşmez; “kavak devrildiği için” ertelenir. Bu da Türk edebiyatında sıkça rastladığımız, “başlamadan bırakma” temasıyla örtüşür. Özsan bu temayı işlemeden geçmez; karakterin iç çatışmaları, hayalleri ile gerçekler arasındaki uçurum, öykünün en insanî tarafını oluşturur.
Sonuç olarak Yenişehir’de Bir Kavak Ağacı, yalnızca nostaljik bir anlatı değil, bireyin seçimleri, fırsatları kaçırması ve bunların sonucunda duyduğu pişmanlık üzerine güçlü bir edebi anlatıdır. Murat Özsan, bu öyküde hem bireysel hafızaya hem de toplumsal tarihe incelikli bir dokunuş yapar. Kavak ağacı gibi devrilen hayallerin, zamanla nasıl bir insanın içinde yankılandığını, basit bir tesadüfün nasıl bir hayat çizgisini değiştirebileceğini derinlikli bir üslupla işler. Anlatı, okura yalnızca geçmişin ağırlığını hissettirmez; aynı zamanda “yazma cesareti”nin ne zaman, nasıl ve neden kaybedildiğini de sorgulatır.