https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Merhaba değerli okuyucularımız. Her ay bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Sarnıçtaki
Kelebek” kitabı ile " Naz Öyken” var.
Merhabalar Naz Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

İlk sorumuza Edebiyat yolculuğunuz ile başlayalım. Nasıl başladı bu yazma serüveni?

Merhaba, öncelikle röportajınız için ben de teşekkür ederim, Zeynep Hanım.

Edebiyat yolculuğuma; iyi bir okuyucu olarak başladığımı söyleyebilirim. Mesleğim ve ilgi alanlarım gereği, farklı türlerde okumalar yapmak her zaman beni heyecanlandırmıştır. Ancak eğitim programlarının dışında, edebi yazılar yazmak; dört sene öncesine kadar, bana çok uzak gelen bir düşünceydi. Yazma serüvenimin başlangıcını düşündüğümde; zihnimin arka planında anlatılmayı bekleyenlerin oldukça kalabalık olduğunu ve onların bir an evvel ete kemiğe bürünmek için sabırsızlaştığını fark ederek, karalamaya başladım. Süreç, kendi ihtiyaçlarını belirleyerek yol aldı ve ben kendimi; bir yandan kurgu, karakter ve yaratıcı yazma tekniklerini okuyup, öğrenen, sürekli araştıran, hevesli bir öğrenci olarak buldum. Okumalarım, sık sık yazma eyleminin önüne geçiyordu. Sonunda sıkı bir planlamayla yazma serüvenimi hızlandırdım. Bu süreçte, beni en çok mutlu eden, her kelimede soluklanarak hayat bulan o sessiz kalabalıklar oldu. Sanırım ikinci romanımı yazmaya iten motivasyon da budur.

Sarnıçtaki Kelebek’in oluşum sürecinden bahseder misiniz? Kitapta okuru neler bekliyor?

Bu sorunuza, Sarnıçtaki Kelebek’in giriş cümlesiyle yanıt vermek istiyorum. Sanırım, o, bu süreci benden daha iyi anlatacaktır.

“Her yolculuğun başladığı yerde, senden saklanan bir hikâye vardır.”

Benden saklanan hikâye; önce, bazı imgelerin zihnimde akmasıyla başladı. Zamanla bu akış, zihnimi o kadar meşgul etmeye başladı ki, onları kaleme dökerek anlatmak istedim. Hayretle, ilk fark ettiğim; imgelerin içine sıkışıp kalmış karakterlerin teker teker konuşmaya başlamasıydı. Roman; karakterlerimin anlatmak istediği hikayeleriyle birlikte, yoğrularak evrilen sancılı bir süreçle büyümeye başladı.

Sarnıçtaki Kelebek: Psikolojik ve tarihi bir roman. Sıra dışı terapilerle açığa çıkan duygular, sırlar okuyucuyu farklı zamanlara yolculuğa çıkarıyor. Özellikle, Türkiye’nin 1970’li yıllarının siyasi ve sosyolojik dünyası; o zamanlar çocuk olan İdil’in günceleriyle anlatılıyor. Merak ve gerilimli ritmi, sonunda bir sürpriz kucaklıyor.

Yazarken belirli bir teknik gözettiniz mi?

Romanın doğası gereği belirli bir teknik gözetmedim. Zamanda kaymalar olduğu için; geriye dönüş, bazı canlandırma sahnelerini anlatmak için gösterme tekniklerinden sık sık faydalandım.

Karakter seçimlerinizden söz etmenizi istesem. Kurgusal metinler karakterler üzerine inşa ediliyor demek yanlış bir tanımlama olmayacak diye düşünüyorum. Sizin karakter seçimlerinizi neler etkiliyor?

Bana göre, her karakterde anlatılmayı bekleyen sırlar, duygular, farklı deneyimler vardır. Özellikle tüm zorluklara rağmen, direnen, güçlü, gizemli karakterler beni etkilemiş olabilir.

Konu mu karakteri şekillendirdi yoksa karakter mi konuyu oluşturdu?

Evet, karakterler konuyu oluşturdu diyebilirim.

Peki, sizce iyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunur mu? Her yazarın etkilendiği, biçemini, anlatım tarzını, kullandığı yöntemleri benimsediği isimler vardır. Ve ben her yazarın tek bir dünya görüşünü benimseyen değil de her görüşten yazarı okuması, bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çeşitliliğin yazma serüveninde nasıl bir etkisi olur? Size yoldaşlık yapan yazarlar kimler oldu?

Kesinlikle olamaz. İyi bir okur olmak için öncelikle; refleksif bir düşünme gerekir. Eserdeki her katmanın detaylarını gözden kaçırmadan, titizlikle analiz ederek, önce katmanları soymak, sonra bağlantıları koparmadan tekrar giydirmek ve üzerine düşünmek şarttır. Bu, aslında bir çeşit yeniden yazma eylemidir. İyi bir okur ve iyi bir yazar olmak arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Yazmak, okumayı; okumak yazmayı içinde barındırır.

Farklı görüşleri ve teknikleri olan yazarları okumak, bilmek; gerçeklik olarak betimlemeye, tanımlamaya çalıştığımız dünyalara güçlü projektörler tutarak, onları tüm boyutlarıyla, derinden anlamamızı sağlar. Aynı zamanda çeşitlilik; yazarın ufkunu renklendirerek zenginleştiren, heyecanlı bir serüveni de başlatır.

Haruki Murakami’nin gerçek ve hayal dünyası arasında ki geçişlerde kullandığı güçlü metaforlar, Kazuo Ishiguro’nun ele aldığı farklı karakterler, Franz Kafka’nın tüm eserlerinde hissettiğim; insanın varoluşuna ait temel duygular; yalnızlık, yabancılaşma,  Virginia Woolf’un  bilinç akışı tekniğiyle, karakterlerinin anlam dünyasına yapılan yolculuklar, Sabahattin Ali’nin toplumsal sorunları; karakterlerin ruh dünyalarını nakış gibi işlemesi, Orhan Kemal’in ,Yaşar Kemal’in tüm eserlerinde ele alınan, insanın; toplum  ve doğa ile yaşadığı mücadelenin destanı…

Etkilendiğim, bana yoldaşlık yapan o kadar yazar ve eser var ki, onları anlatmak ciltlere sığmaz.

 Yazarların aynı zamanda “geleceğe mektuplar yazan”kişiler olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda, geleceğin düşünce dünyasına sizin kitaplarınızın nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsunuz ve bu bilinçle mi yazmaya çalışırsınız?

Sorunuzun ikinci bölümüyle başlarsam, özellikle “katkı sağlamak bilinci” içinde kalarak yazmıyorum. Ama yazma nedenimin temel dürtüsü; insanlığa dair olanı anlatmak. İnsanın kendisiyle, sosyal ve doğal çevresiyle yaşadığı tüm çatışmalar, yarattığı ve kaybettiği anlam dünyası; kısacası insanlığa dair olan her şey, geçmiş, şimdi ve geleceğin akışında var olduğundan, ben de “geleceğe mektuplar yazmaya” severek devam edeceğim.

Düşüncelerinizi, hislerinizi ya da hayalinizde kurguladığınız şeyleri bir başkasının okuması size nasıl hissettiriyor?

Karmaşık ve heyecan verici…Yoğun duygular hissettim. Romanım okurla buluştuktan sonra, benim için de her şey değişti. Sanki o; evinden ayrılarak uzaklaşan, ama özgürlük yolunda kendini okundukça çoğalarak yeniden var eden mutlu birine dönmüştü.

Hayatınızın bir haftasını bir roman kahramanı olarak geçirecek olsaydınız, kim olurdu?

Sanırım, henüz yazılmamış bir masalın kahramanı olabilirim, çünkü; kaderini bildiğim bir kahramanı yaşamak istemezdim.

 

Ben teşekkür ederim Zeynep Hanım. Sorularınız, ‘Sarnıçtaki Kelebek’ romanımı, farklı pencerelerden tekrar görme şansını bana verdi.

 

 

Naz Öyken

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. 2018 yılına kadar eğitim hayatında aktif olarak çalıştı. Farklı okullarda öğretmenlik ve bölüm başkanlığı yaptı. Türkiye’deki IB (Uluslararası Bakalorya) okullarının Sosyal Bilimler programlarının müfredat çalışmalarında bulundu. Yüksek Lisansını Maltepe Üniversitesi’nin Felsefe, Psikoloji, Antropoloji Bölümünde yaptı. Eğitimci kimliğinde; disiplinler arası çalışmaların üzerinde titizlikle durdu ve tezini ‘Tarihsel Bir Perspektifte Sosyal Bilimlerde Disiplinler Arası Yaklaşımın Önemi’ üzerine yaptı.